Ana Sayfa


Sonbahar Logosu Ana Sayfaya Gidin Ekibimiz Forum Kuralları Arama
Geri Dön   Dostun Sayfasi > Güzel Ve Anlamli Yazilar > Hikaye ve Öyküler
Yardım Takvim Bugünkü Mesajlar Arama

Cevapla
 
LinkBack Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
Eski 01-12-2006, 23:00   #1
Dost
Üyelik Tarihi: Nov 2006
Mesajlar: 58
Tesekkür: 0
16 mesajina 19 kez tesekkür edildi
 MeSo_MeSo isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı Erik Ağacının Hikayesi

Yan yana dizmişler ağaçları; “En güzeli hangisi?” diye sormuş onları seyredenlerden biri. Her ağızdan ayrı bir ses çıkmış. Kimi iğdenin kokusuna vurulmuş, kimi çamın tazeliğine. Söğüdün gölgesi, kavağın görkemi derken kimse karar verememiş hangisi daha güzel diye. Hele de meyve ağaçları… Kim karar verebilir ki, hangisi daha lezzetli diye? Verilememiş zaten. Doğadaki her canlının kendine aittir güzelliği ve her canlı kendi hikayesiyle var olur binlercesi içinde…
siteadi.com - Erik Ağacının Hikayesi
Siz hiç doğanın içindeki yılsonu turnuvalarına denk geldiniz mi? Gelmediniz mi yoksa? Bilen pek azdır bu turnuvaları. Kış gelip de doğa uykuya daldı mı, bir telaş başlar ağaçlarda, bitkilerde... Yeni yılın yaklaşmasının telaşıdır bu çaba. Görünen kısmı, yani yaprakların dökülmesi, kış dinlenmeleri, bilinir zaten. Bir de derin bir yanı vardır kış hazırlığının. İçsel bir yanı, doğanın kendini baştan yaratabilmesi için gerekli olan bir yanı...

Her kış öncesi, orman içindeki tüm canlılar hesap verir ortada. Koca bir yılın değerlendirilmesidir yapılan. Kim nasıl geçirdiyse günleri, ortaya serer açık açık… Ne suç işlediyse, başından farklı olarak ne geçtiyse anlatır diğerlerine. Bir nevi kendini yenilemedir bu yapılanlar. Kimi gülümsetir anlatırken, kahkahalar attırır etrafına; kimi düşündürür. Yanlış yapılanlar olmuştur belki ya da üzücü bir şeyler yapılmıştır. Böylece tüm doğa öğrenir bütün olanları.

Öyle hikayeler anlatılır ki her sene... “Ah keşke kazınsa tüm bunlar ağaç kabuklarına, hiç silinmese” diyesi gelir insanın. Üzücü, komik, kızdıran ama yaşanan hikayelerdir her biri. Örneğin hanımeli ağacının yaşadıkları epey ilginç gelmişti herkese. İnsanlar bir sabah kalktığında tüm hanımelilerin toplanıp gezintiye çıktıklarını görmüşlerdi. Meğer onları çok seven bir kız, meydanın ortasında kendini yakınca, onlar da ziyaretine gitmek istemişler birlikte. Gece, sessizce çıkmışlar ama gittikleri yol uzak olunca geri dönememişler. Bu yüzden de insanlara yakalanmışlar sabahleyin aniden. İnsanların, bir sabah kalkıp bahçelerindeki hanımelilerini görememesi ne kadar garip gelmiştir tahmin edersiniz. Neyse ki çabuk unutuyor bu insanoğlu…

Bir de unutulmayacak kadar ağır gelenler var tabi. Bir yük gibi yıllar yılı taşınacak olanlar. İşte erik ağacının öyküsü böyle bir şey… Erik, kaç aydır yas tutuyor orman içinde. Meyvelerini dallarda göremiyor kimse… Hep yerlerden topluyor insanlar. Kimi de çürümüş zannedip dokunmuyor bile. Oysa daha çıkar çıkmaz erik ağacı yere bırakıyor meyvesini, dalında kalmasına izin vermiyor. Kaç zamandır tüm bitkiler merak ediyorlar, niye böyle yaptığını ama o kimseye anlatmıyordu. O yüzden de hepsi sabırsızlıkla bugünün gelmesini beklemişlerdi. Erik ağacı başladı anlatmaya hikayesini:

“Pazartesiydi günlerden. Çok sıcak bir hava vardı bizim orada. Sıcak memlekettir İzmir. Yazın bunaltır adamı. ‘Birileri gelip bugün de gölgemde dinlenir, onları usul usul dinlerim.’ derken, birden çocuk sesleri duydum uzaklardan. Şaşırdım tabi. Çocukların bizim oraya girmesine, meyvemden yemesine, gölgemizde yatmasına izin verilmez ki… Nedendir bilmem, çocuklara yasaktır sanki tüm bunlar. Oysa en çok onlar hak ederler her şeyin en güzelini. Bu yüzden uzaktaki diğer dostlarıma imrenirim ben, çocuklara kendi meyvelerinden ikram edebiliyorlar diye. Bu yüzden o gün çocuk seslerini duyunca çok heyecanlandım. Çok severim çocukları… O gün de koşarak, eğlenerek geldiler yanıma. Şakalaşıp duruyorlardı kendi aralarında. Beni görür görmez nasıl mutlu oldular anlatamam. Kimi hemen gelip, başladı meyvelerimden birer ikişer atıştırmaya. Kimi poşet bulmaya gitti. Aralarında küçükler de vardı. Küçükler zorlandılar dallarıma uzanırken, arkadaşları yardım etti onlara. Öyle mutluydu ki hepsi… Işıl ışıl gülüyorlardı; yüzlerine, gözlerinin içine yansıyordu güzellikleri, mutlulukları. İşte o anda korkmaya başladım içten içe. Dedim ya yasaktı bizim buralar çocuklara. Nemrut yüzlü, çocuklara dünyayı dar eden bir adamdı bizim bahçenin sahibi. Çocukların sesini duyacak diye korktum. Yalvardım çocuklara sesleri uzaklara gitmesin diye. ‘Ne olur çok bağırmayın çocuklar!’ Ama duymadılar beni. Öyle mutluydular ki erik toplarken, anlamadılar bendeki huzursuzluğun nedenini. Oysa ne kadar özenliydi onlar dallarıma çıkarken, nasıl sevecendi davranışları.

Her şey bir anda oldu. Adamın geldiğini gördüm, sonra elindeki silahı çocukların üstüne doğrulttuğunu… Bağırdım, çığlık attım. Yapma, dedim. ‘O daha çocuk, o daha çok küçük.’ dedim. Duymadı beni. Elimden gelse koşup kaçıracaktım Mehmet Arif’i. Yapamadım. Ben sadece bir ağaçtım, yere bağlı yaşayan. Ayaklarım yoktu, koşup Mehmet’in yanına varayım. Ellerim yoktu, onu çekip kaçırayım. Ben böyle, ağaç halimle kalakaldım ortada. Hareket edemedim… Yandım.

Bir silah sesi duydum. Sonra Mehmet’in yere düştüğünü gördüm. Kanlar içindeydi, kırmızıya boyanmıştı her yanı. Yediği erikler boğazında kalmıştı.

Gözlerinde korkunç bir yalvarış ve dehşet ifadesi vardı. Daha yeni, erik yemenin huzurundaydı halbuki. Çok hızlı oldu her şey. Silah sesini duyunca kaçıverdi arkadaşları. Öyle korktu ki yavrucaklar. Koştular alabildiğince ve öyle korktum ki ben, kaçmak istedim onlar gibi. Görmeyeyim istedim, daha fazla acı çekmek istemedim. Ama gidemedim hiçbir yana. Öyle kalakaldım. Ben, erik ağacı… Alıp kucağıma Mehmet’i sevmek, okşamak, iyileştirmek için neler vermezdim ki… Ya peki o silah sıkan el? Ne düşündü sizce? Bir çocuk, canı erik istedi diye nasıl ölümü hak edebilir ki? Hep böyle mi olur insanların dünyasında? Ben yıllardır bu ormanda yaşarım. Köklerim yerin onlarca metre altına gömülü, hareket edemem hiç. Ama yine de bilirim yaşananları. Böylesine ilk kez şahit oluyorum. Daha önce de kiraz yüzünden, erik yüzünden tatlı tatlı kavga edenleri, atışanları gördüm. Olur böyle şeyler biliyorum. Ancak bu başkaydı. Son noktasıydı sanki bir şeylerin… Mehmet’in ölümü kadar, o tetiği çeken el yaraladı beni, inanın. Ben de vuruldum sanki… İnsanların bu hale gelmesine üzüldüm. Oysa böyle değildi ki benim sevdiğim insanlar. Gelip meyvemi yiyen, temiz havayı ciğerine çeken insanlar değişti sanki. Sanki son yıllarda başka bir şey oldu onlara. Umursamaz oldu çoğu, çocukların güzelliklerini. Yoksa ben erik ağacı olduğum, sadece bir yerden dünyayı gördüğüm için mi bana öyle geliyor, siz söyleyin.

İşte bu yüzden ben, artık dalımda bırakmıyorum meyvelerimi. Çıkar çıkmaz döküyorum hepsini. Yeter ki bir daha meyve toplayacağım diye zorlanmasın çocuklar. Yeter ki bir daha erik yüzünden ölmesinler…”

Sadece erik değil, bütün meyve ağaçları severler çocukları…

İç geçirerek dinlediler erik ağacının hüzünlü hikayesini. Sonra, birer birer onlar da döktüler meyvelerini dallarından, gözyaşı gibi…

Pınar Demirci

  Alıntı ile Cevapla
Eski 15-09-2007, 07:45   #2
Banlanmış Üye
Üyelik Tarihi: Apr 2007
Bulunduğu Yer: Adıyaman
Yaş: 56
Mesajlar: 193
Tesekkür: 0
0 mesajina 0 kez tesekkür edildi
 Barakbeyi isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı

Eyvallah Dost...

  Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Tags
ağacının, erik, hikayesi


Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık



Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 00:32 .
Telif Hakları vBulletin v3.8.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.

Modified by HAKANDOST

eXTReMe Tracker




Valid XHTML 1.0 Transitional


Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.1