Ana Sayfa


Sonbahar Logosu Ana Sayfaya Gidin Ekibimiz Forum Kuralları Arama
Geri Dön   Dostun Sayfasi > Güzel Ve Anlamli Yazilar > Hikaye ve Öyküler
Yardım Takvim Bugünkü Mesajlar Arama

Cevapla
 
LinkBack Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
Eski 25-09-2007, 10:58   #1
Yeni Üye
Üyelik Tarihi: Jul 2007
Mesajlar: 4
Tesekkür: 0
0 mesajina 0 kez tesekkür edildi
 ozanyazar isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı Gözü Açılmış Bir Türk

Gözü Açılmış Bir Türk
siteadi.com - Gözü Açılmış Bir Türk

-Sevgili dostum Sami, Fransız'caya hâkimiyetinize hayranım. Bakın ben yıllarca Türkiye’de kaldım da, hâlâ Türkçe’yi doğru dürüst öğrenemedim. Neyse ki, sizin gibi kıymetli dostlar yardımcı oldu da, rahat ettim.

-Ne demek Pier, benim için zevkti. Asıl biz sana teşekkür etmeliyiz, sadece öğrencilerine Fransızca öğretmekle kalmadın, bizim de pratik yapmamıza katkın oldu.

-Yok yok, o başarı sizi ve sizin gibi niceleri yetiştiren yabancı dil eğitmenlerinizindir. Ben üniversitede dil eğitimi verirken, inanın epey yetişmiş, ilerlemiş öğrencileri buldum karşımda. Tabi, Türk gençlerinin bu yabancı dil öğrenme isteği, azmi, başarıyı getiren en önemli unsur.

Pier, Sarkozy’nin Cumhurbaşkanı seçilmesini kutlayan salondaki kalabalığa bir göz gezdirdikten sonra, ilerde fark ettiği birini işaret etti;

-Gelin Sami bey. Şu ilerde, çevresindekilere ateşli konuşmalar yapan dostum Jack ile tanıştırayım sizi. Uluslar arası bir kabiliyet, diyebilirim. Türkiye’de de benden çok fazla kaldığını duymuştum. Ortak konular bulacağınıza eminim.

Sami, uzun ve arkada atkuyruğu şeklinde bağlanmış saçlarının, omuzlarına dağılmış kısmını eliyle sırtına doğru attı. İçki kadehini kenara bırakıp, papyonunu da düzeltti. Sonra; “-Hadi gidelim.” dedi. Pier arkadaşını dikkatlice süzdü;

-İnanır mısın, görünüşün tam bir Fransız. Bıyıksız, uzun saçlı bu görüntün ve harika Fransızcan ile Türk olduğunu düşünmek bile zor.

-Teşekkür ederim.

-Yoo, yoo iltifat değil, gerçek. Hatta bu güzel Fransızca’nız ile, başka ülkede uzun süre kalmış, bir Fransız olduğunuzu sananlar çıkabilir.

-Beni şımartıyorsunuz.

-Bir deneme yapmaya var mısınız?

-Anlamadım, ne gibi bir deneme?

-Şu ilerde, çevresindekilerin dikkatle kendisini dinlediği, heyecanla konuşan Jack var ya.

-Evet.

-Yıllarca Türkiye’de bulunmuş demiştim ya, inanın ne görünüşünüzden, konuşunuzdan o bile Türk olduğunuzu anlayamayacaktır.

-Hımm, tamam, deneyelim.

-Hadi gelin, ben sizi tanıştırayım.

-Gruba yaklaştıklarında Jack, bir cümlesini tamamlıyordu;

-…Cezayir’e bakın, Fas’a bakın Fransız etkisini göreceksiniz. Ama antiparantez, diğer ülkelerde İngilizlerin bizden önde olduğunu kabul etmek lazım. Oooo… kimi görüyorum, Pier !

-Merhaba Jack. Nasılsın? Ha.. tanıştırayım, bu da senin çeşitli ülkelerde çalışmış, en son Kanada’dan gelen arkadaşım Frank.

O anda, Pier’in telefonu çalmaya başladı. Pier numaraya baktıktan sonra;

-Kusura bakmayın, önemli bir görüşme yapmam gerekiyor.

Pier müsaade isteyip uzaklaşırken, Sami merhabalaşıp, Jack’ın çevresindeki kalabalığa karışıp, bir köşeye geçti. Bakışlar kendisine dönünce, Jack konuşmaya devam etti;

-Zaten modern ülkelerin, ilkel ülkelere karşı sömürgecilik şekli artık çok değişti. Ne gerek var canım, her sömürgeye askerini götürüp, nöbetçi gibi dikeceksin. Hem masrafı çok, hem askerlerimiz için tehlikeli. Ele geçirdiğin ülkede, sana taraftar olan, menfaatlerini kollayacak birilerini bırakıp gizlice de destekleyeceksin. Dostluk mesajları vere vere askerlerini geri çekeceksin, o kadar.

Sami konuyu anlamaya çalışıyordu;

-Kültürel gelişmelerine de destek olmak gerekmez mi?

-Ah!.. dostum, kültürel gelişme nedir ki! Tabi, siz konuşmanın başını kaçırdınız. Şöyle belirteyim, bir Fas’lının, bir Cezayir’linin hatta Ruanda’lının kültürel gelişmesi bizim için ne kadar önemlidir ki.

-Önemsiz mi?

-Hayır, tamamıyla önemsiz değil. Ama önemi onlara değil, bize faydası kadar önemlidir. Onlara olacak kültürel katkımız, bizlere faydalı olmaları için, yapacakları hizmetlerin kalitesini yükseltmek içinse önemli.

-Afedersiniz ama pek anlayamadım.

-Onlara kendi yazarlarımızı, kendi dilimizi sunacağız tabi ama bunu onlar için değil, kendimiz için yapmalıyız, yapıyoruz. Onlarla herhangi bir irtibatımızda, ekonomik, turistik ilişkilerimizde niçin onların dilini öğrenmek zorunda kalalım ki. Veya yanımızda tercüman götürmek zahmetine, masrafına girelim ki.

Sami içinde kabaran rahatsızlığı belli etmemeye çalıştı;

-Yani geri kalmış ülkelerin Fransızca öğrenmesi, İngilizce öğrenmesi kendileri için değil, gelişmiş ülkeler için faydalı.

-Azizim, sınırları kesin çizmek mümkün müdür. Onların da için de bizim dilimizi, bilim öğrenmek için kullanan vardır. Ben çoğunlukla gerçekleşen durum için söylüyorum. Ekonomik sömürgecilik kadar, kültürel sömürgecilik de vardır. Büyük devletler savaş yok denilen anda bile birbirleriyle kültürel sömürgecilik konusunda savaşa devam eder. Biz de büyük bir ülke olarak bu konuda Amerika ile İngiltere ile rekabet halindeyiz. Fas, Cezayir, Senegal, Ruanda bizim başarılı birer kültürel sömürgemiz değil midir sizce.

-Ya Türkiye ?

-Oh! Türkiye. Doğrusu orda bir Fransız’ın işlerine yardımcı olacak kişiler bulması, turistik geziler için rehber bulması sorunu zor da olsa halledilebilir halde. Fakat orayı asıl ele geçiren kültürel sömürgecilik İngilizce konusundadır. Siz de Türkiye’de bulunduğunuza göre görmüşsünüzdür, öylesine ileri gitmiş halde ki, Türkçe dükkan ismine rastlamak bile zor. Üstelik ‘Noluyoruz!’ diye uyanacakları yerde, bunu iyi bir şeymiş gibi sunan insanlar çok.

Dikkatini toplar gibi Sami’ye baktı:

-Siz niçin özellikle Türkiye’yi sordunuz?

-En çok bulunduğum ülkelerdendir Türkiye ve orada dostlarım var.

Sami, intikam almak ister gibi, sözlerinin etkisini tartmak ister gibi Jack’ın gözlerine bakarak, içinde kabaran hırsla konuştu;

-Tabi o ülkeye her gidişimde, Fransız kuvvetlerini nasıl kovdukları aklıma geliyor.

Sami’nin hafifçe gülümsediğini fark etmediler. Jack gülümseyerek cevap verdi;

-Yoksa Türklerin ‘Sütçü İmam’ dedikleri adamı mı duydun?

-Evet, Fransız askerleri bir Türk kadınının (Bu sözleri söylememesi gerekiyormuş gibi bir an durakladıktan sonra devam etti) başörtüsüne uzanıp, zorla çıkarmaya kalkınca Sütçü İmam’ın başlattığı isyan.

-Kusura bakmayın, sayın Frank, siz Türkiye’de bulunmuş olabilirsiniz ama ben o ülke hakkında uzman sayılırım. Sütçü İmam’ı da Antep’li Şahin’i de bilirim. Durumu Türklerin şu atasözüyle açıklayım, belki duymuşsunuzdur; “Son gülen, iyi güler”

-Yani

-Türklerin başını artık biz açmıyoruz. Bizim gibi medeni olmak adına, bilim hariç herşeyimizi uyguluyorlar. Bizim gibi olmak için başörtülerini de kendileri çıkarıyorlar, hatta çıkarmayana zorla çıkarttırıyorlar.

Sami, içinde bir sızının dolaştığını hissetti. Daha çok kısa zaman önce katıldığı “Çankaya’da eşi başörtülü birini görmek istemiyoruz” dalgasıyla başlayan mitingler aklına geldi. O düşünürken Jack da aynı konuyu açtı;

-Öyle saf insanlar vardır ki o memlekette, “Başörtülüleri yüksek makamlarda görmek istemiyoruz” diye başlayan mitingler vardı, duydunuz mu?

-Evet, kısa süre önce yine Türkiye’deydim.

-Tv’leri seyrederken ne göreyim, kendisine karşı yapılan bir mitingi desteklemeye başörtülü biri de gelmişti. Ekranda görünce şaştım kaldım.

-Şey… hatırladığım kadarıyla onlar laiklik için yürümüştü.

-Bırakın bunları, cahiller gibi konuşmayın. Amerika’da , “Beyaz sarayda siyahi istemiyoruz” diye bir yürüyüş olsa , sonradan ismi ne kadar değiştirilmeye çalışılırsa çalışılsın hiç bir siyahi destek vermez, (gülerek) aksi halde bu tam kara mizah olur.

-Aynı şey mi sizce ?

-İnsanların bir kısmını seçip, bir yerlere gelmesini yasaklı hale getiriyosunuz. Başına hangi bahaneyi eklersen ekle, aynı şeydir. Her ikisi de demokrasiden uzaklaşmadır.

Jack, ilerleyip tamamen Sami’nin karşısına geçti;

-Bakın, ben de kısa süre önce Türkiye’deydim ve yine gideceğim. Türkleri çok iyi bilirim, çabuk ateşlenir, öfkelenir ve kolay hata yaparlar. Yani çoğu kez mantıkları tatile çıkar.

Önemli bir şey söyleyeceğini belli eder halde, çok kısa sustu. Sonra;

-Yıllarca demokrasiden, insan haklarından bahsedenler bile, başörtülülere binlerce yasak koymayı demokrasiyle bağdaştırmak için çabalayıp duruyor. Ne olacak biliyor musunuz (küçük bir kahkaka atıp) birisi bu yaptıklarının demokrasiyle en ufak ilgisinin olmadığını göstermek için ortaya fırlayıp ‘Kral Çıplak’ diye bağıracak sonunda.

Sami zoraki gülümsedi;

-Ben de Türkiye’yi iyi bilirim. Orda yobazlar, gericiler vardır. İktidarı ele geçirirlerse kendileri gibi düşünmeyenlerin haklarını kısıtlarlar.

Frank, Sami’nin yüzüne dikkatlice baktı;

-Öyle konuşanlara, çıkarıp bir ayna vereceksiniz, ve sonra da ; “Güç elinde olunca, başkalarının haklarını kısıtlayanlar gerçekten var, aynaya bak göreceksin” diyeceksin. Türkiye’nin böyle olmasından, bir Hıristiyan olarak çok mutluyum ama bir Türk olsaydım, sanırım bu kadar kör olmazdım. Siz de Türklerin arasında kala kala etkilendiğiniz belli oluyor. Olaylara içinden bakmak bazen yanıltır, yukardan bakın ve geneli görün.

Sami huzursuzca;

-Nasıl yani?

-Düşünsenize, özgürlük için bağrışanlar, özgürlüğü sadece kendi gibi düşünen, kendi gibi yaşayanlara istiyor. Böyle bir ülkede ne birlik beraberlik olur ne de gerçek özgürlük gelir. Avrupa’ya, hatta biz Fransızlara kızdıklarını söyleyenler, Fransızlara benzemeye çalışıyor. Hatta öylesine ileri gidiyor ki, bizim yıllarca önce başlarından zorla çıkartmaya çalıştığımız örtüyü, kendileri zorla çıkarıyor, çıkarmayana hayatı zindan ediyorlar. (Kahkaha atmamak için kendini tutar gibi gülümsedi) Özgürlüğü kısıtlamanın adına da demokrasi, laiklik filan diyorlar. Ama kızmıyorum çünkü bizler Müslümanlara yasaklar getirirken Türkiye’yi Tunus’u, Fas’ı örnek gösteriyoruz, ‘Orda bile bizden daha katı kurallar var’ diye.

-Bennn, bennn… Türkler’den pek ümitsiz değilim.

-Bırak yahu bırak, Türk gibi konuşma, Avrupalı gözüyle bak.

-Bu düşüncelerinizi öğrenseler, sanırım Türkler Fransızlara pek iyi gözle bakmazlar.

-Bırakın mönşör, Türkler gözünü açsa Fransızlardan önce düşünmeleri gereken çok konu var.

-Ne gibi.

-Yahu siz gerçekten nerde yaşadınız, uzaydan filan mı geldiniz. Türkiye’yi tanıdığınız söylemiştiniz oysa. Tekrar düşünün ve Türkiye’nin dostlarına bakın, ABD dostu denir, ama teröristlere yardım eder, Türkiye askerleriyle Irak’ta teröristlerin yuvasına operasyon yapmasın diye uğraşır, arada izin verdiğinde ise Türkiye boş dağları bombalar geri döner. Niye çünkü dostu teröristlere haber verip, yer değiştirtmiştir. Çünkü o teröristler İran’a karşı ABD’nin müttefikidir. Sonra İsrail’le savunma anlaşması yapar, “Uçakları İsrail’e modernize ettiriyoruz, karşılığındaki ücreti tahıl veya su ihracıyla ödeyeceğiz” der. Anlaşma bittikten sonra, İsrail çıkar; “Ben ürün almaktan vazgeçtim parayı nakit verin” der, lobilerden korkudan susup, öderler. Epey sonra tartışmalar çıkar, modernize edilen uçak ve helikopterlerin İsrail ve ABD hedeflerine kitlendiği anda atış mekanizmalarının da kitlendiğine,kullanılamayacağına dair. Yani sadece İran, Suriye gibi ülkelere karşı kullanılabilecek haldedir. Kimse resmi bir açıklamayla buna itirazda bulunmaz.

-Türkiye’nin düşmanı çok, Fransa’ya sıra gelmez mi diyorsunuz.

-Türkiye’nin 1. düşmanı Türkiye’dir. Yumruğunu masaya vurmadıkça, başına vurup lokmasını alan çok çıkar. Turgut Özal diye bir liderleri vardı, sanırım bilirsiniz.

-Evet.

-Doğrusu da, yanlışı da çoktur.

-Evet, ilk 3 yıldan sonra ailesinin etkisine girip, ülke yönetimini kötüye götürdü.

-Onları bırak magazinciler düşünsün, daha önemlileri var.

-Nedir ?

-1984’e kadar PKK diye bir sorun var mıydı ?

-Yeni yeni ismi duyuluyordu.

-Niçin diye düşündünüz mü?

-Öcalan diye biri çıktı.

-Off.. off… Azizim Türkiye konusunda cahilsiniz dersem lütfen darılmayınız, çünkü bu bir gerçek.

Sami darılmayı filan düşünecek halde değildi. Yüzündeki sıkıntılı hali cahillikten öte duygular içeriyordu;

-Anlatınız monşör.

-Özal, özellikle ilk yıllarında büyük hedefler içindeydi, ülkeye çağ atlatmak niyetinde olduğunu söylerdi. Bu hedefinin ilk adımlarını GAP projesiyle gösterdi. Batı ülkeleri zayıf bir Türkiye’yi dost görebilir. Güçlü bir Türkiye, kendi sorunlarını aşarsa, dostlarını da düşünmeye başlar, dostluklarını genişletir, lider ülke olur ki bunu istemeyiz. Kendi sorunlarıyla uğraşan bir Türkiye ise burnunun dibinde olanlarda bile başını kuma gömer.

-Irak’taki gibi.

-Tabi, Irak’ta, Filistin’de, Azerbaycan’da, Afganistan’da. Biz Osmanlı’nın devamı diye Ermeni isyanları nedeniyle zorunlu göç yapılmasında imkansızlıklardan yaşanan ölümleri abartıp Türkiye’den hesap sorarız; siz Osmanlı'nın devamısınız, bedelini ödeyin” deriz ama onlardan biri çıkıp da “Madem biz Osmanlı’nın devamıyız, öyleyse biz de eski Osmanlı topraklarındaki zulümlere karşı çıkarız” derse…

-…derse itiraz edersiniz.

Jack güldü;

-Aslında biz itiraz etme hazırlığındayken, Türkiye’den birileri çıkar “Faşistler size ne oralardan!” filan diyerek, Türkiye’yi küçük düşünmeye, kabuğuna çekilmeye zorlar. Türkler çok farklı insanlardır. Kendi kahramanlarına düşmandırlar ama İngilizlerin kahramanı sayılan ama 1. dünya savaşında Türklere biyolojik bomba atılmasını öneren, hatta karşı çıkıp da “Uluslar arası anlaşmalara göre insanlara karşı biyolojik bomba atılması yasaklandı” diyenlere, “Türkler insan sayılmaz ki! “diyen İngiliz siyasetçi Churchill’i överler, onu kahraman gösteren belgeselleri Tv’lerinde yayınlarlar.

-Hımmm…

-Neyse Özal’ı anlatıyorduk. Özal’ın GAP projesine karşı çeşitli şeyler denendi, sol-sağ çatışmasının askeri darbeden sonra pek işe yaramayacağı görüldü, Alevi-Sünni çatışması denendi. Kısa süre ama başarılı olarak Bulgaristan’dan zorunlu göç olayıyla Türkiye uğraşmak zorunda bırakıldı, maddi zayıflatıldı. Sonra Kürt-Türk kavgası için zemin oluşturuldu.

-Zemin ?

-Özal zamanına kadar Türkiye’nin Kürt-Türk sorunu var mıydı ! Ne zaman Özal, GAP projesine başladı, ABD PKK denen örgütü kurdurup, Armstrong vasıtasıyla Güneydoğunun haritasını çıkarmaya, teröristlere mühimmat sığınakları yapmaya başladı.

-Bu ciddi bir iddia.

-Öyle mi! 80’li yılları araştırın bakalım, “-Nuh’un gemisini arıyorum !” bahanesiyle Cudi dağında dolaşmadık yer bırakmayan, yanına jandarma verilmek istenince karşı çıkan Armstrong adlı ABD’liyi.

-Mutlaka bakacağım.

-O zaman Müslümanları terörist gösterebilmek için benzer şekilde çalışan ‘Adam Pearlman’ı da araştırın. Veee… gelelim Özal’ın son hatasına; Batılı ülkelerden sonra Rusya’yı da karşısına almak oldu. Gerçi bu kendi ülkesi için iyiydi ama batılılar ve Rusya için pek de iyi değildi.

-Neydi bu hata?

-Türki cumhuriyetlerle ilişkileri geliştirmeye kalkmak. Bu Rusya’nın emperyalizm bölgesine müdahale demektir. Türki cumhuriyetlerde hala Rusya’dan korkanlar veya Rusya için çalışanlar vardı. Öğrendiğim kadarıyla Özal’ın yemekleri kontrol edildiğinden, tabaklarına zehir sürülüyormuş ve bir seferde ölüp de sorun olmaması için azar azar.

-Aman Allah’ım !

Sami’nin şaşkınlıkla söylediği bu söz Jack’ın gözünü açtı. Sami durumu anlayıp, aynı şaşkınlık sözünü Fransızca ve İngilizce’de söyledi.

-O sözünüzü söyleyiş tarzınız bir an Türk olduğunuzu düşündürdü.

Sami sadece gülümsedi. Oysa içi yanıyordu.

-Pek, bunları Türkiye'dekiler anlamıyor, bilmiyor mu?

-Bilenler, anlayanlar var tabi ama bir şekilde ya ön plana çıkmaları ya da ciddiye alınmaları engelleniyor. Bir sürü yazar var da böyle konulara değinenlerden şu ikisinin ismi aklımda kalmış, Fehmi Koru, İbrahim Karagül okudunuz mu hiç.

Sami salon kapısında girmekte olan Pier’i fark etti.

-Okumadım ama okuyacağım. Gerçekten benim için aydınlatıcı oldu. Hatta gözümü açtınız diyebilirim.

-Ne oldu gidiyor gibisiniz.

-Bir randevun aklıma geldi, hemen çıkmam gerek.

Sami kapıya doğru giderken, yanlarına yaklaşan Pier gülümseyerek sesleniyordu;

-Jack, nasıl buldun Sami beyin Fransızcasını.

Sami, Pier’in elini aceleyle sıkıp kapıya yöneldiğinde, Jack’ın sesini duydu;

-Sami mi, o da kim ?






Başlama 07-05-2007 23:50 /Bitiş 17-09-2007 06:40



Şair-Yazar Ahmet Ünal ÇAM

http://ahmetunalcam.googlepages.com/huzur.htm

[email protected]

http://oykuzamani.googlepages.com/oyku.htm

  Alıntı ile Cevapla
Eski 24-10-2007, 15:58   #2
Yeni Üye
Üyelik Tarihi: Sep 2006
Bulunduğu Yer: İSTANBUL
Mesajlar: 39
Tesekkür: 19
3 mesajina 5 kez tesekkür edildi
 realymen75 isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı

ellerine ve emeğine sağlık.tşkr

  Alıntı ile Cevapla
Eski 17-12-2007, 16:12   #3
Yeni Üye
Üyelik Tarihi: Jul 2007
Mesajlar: 4
Tesekkür: 0
0 mesajina 0 kez tesekkür edildi
 ozanyazar isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı Gözü Açılmış Bir Türk - 2

2 - Gözü Açılmış Bir Türk - 2
Sami, Jack'ten öğrendiklerini kolay okunur bir öykü formatına sokup gazetesindeki köşesinde yayınlamıştı. Şimdi, biraz da endişeyle tepkileri bekliyordu. Sabahın erken saati olduğu halde fazla beklemedi, kapıdan asık bir suratla yazı işleri müdürü girdi;

-Sami bey aslında ben sizinle konuşmak istiyordum ama yazınızın etkisi sanırım beni de aşacak ki, patron doğrudan aradı ve sizinle konuşmak istiyor. Benim odamdan arayın.

Sami, yazdıklarının arkasında da olsa, başını epey ağrıtacak bir aşamanın başlayacağını biliyordu. Ayağa kalktı;

-Şimdi burdan ararım müdür bey.

-Anlamadınız sanırım, benim odamdan ve dinlemeye karşı parazit korumalı olduğundan kırmızı telefonla aramanız gerekiyor.

Sami, olur manasında başını salladı. Odadan çıkmadan masasına 'veda eder gibi' baktı. Koridor boyunca, yazı işleri müdürü kırgın/kızıgın bir sesle konuştu durdu. Dalgın olan Sami bazı sözleri duyabiliyordu;

-Sami bey, sizden böyle bir yazı beklemezdim. Neresini eleştireceğimi şaşırdım. Sizin gibi aydın birinden hiç beklemediğim şeyler. Açıkcası, size güvendiğim ve yazılarınızı denetim dışı tuttuğum için kendimi suçlu hissediyorum. Fransız kolejlerinde yetişmiş, Üniversitede Fransızca öğretmeni olmuş, aydın biri olarak gördüğüm siz..., siz...

-Sami, cevap vermesinin boş olduğunu düşündü. Çünkü müdürün sözlerinden net bir eleştiri yoktu. İçi boş cümlelere cevap vermek, uzun süredir kendisine ağır geliyordu. Hem, patron aradığına göre, patronla görüşmesi gazetedeki konumunu netleştirecekti zaten.

Müdürün, yazılanları yorumlamak/eleştirmekten çok, kendi görevinin sallantıda olmasından, hatta işinden olmaktan korktuğunu anlıyordu. Müdür söylenerek telefonun başına geçti, numarayı çevirdi.

-Evet efendim, yanımda şu anda. Tamam efendim.

Endişeli bakışlarla telefonu uzattı "Özür dile, düzelteceğiz de"

-Buyrun Aydın bey.

-Sami bey, sizin yazılarınız bizim için guru kaynağıydı, gazetemizin batıya bakan yüzünü temsil ediyordu.

Sami, lafın nereye gideceğini anladığı halde "-Teşekkür ederim." dedi. Patron, ses tonunu sertleştirerek devam etti;

-Fakat bu son yazınız, herşeyi yıktı.

-Ben, yanlış bir şey yazdığımı sanmıyorum.

-Sami bey, biz ticari bir kuruluşuz, unutmayınız. Bu son yazdığınız yazı, bize reklam veren kuruluşların çoğunun hoşuna gidecek bir yazı değil, bu 1. Ayrıca, özellikle Avrupa ülkelerinin ve ABD'nin aleyhine yazdığınız noktalar bizi sıkıntıya sokacaktır 2, başörtüsü gericilerin simgesiyken, hatta siz de bu konuda modern, Avrupai yorumlar yazmışken, birden bire "Kurtuluş Savaşında'ki başörülüler' , 'Sütçü İmam' filan demeniz kendi silahımızla, kendimize ateş açmaktır 3.

-Yazdıklarımda doğru olmayan nedir ?

-Bakın, sizi sevdiğim için bir kalemde silip atmıyorum, eleştirilere gögüz germek, bir dahaki yazılarınızda ortamı yumuşatacağınıza inanmak istiyorum ki, bu nedenle bu sorunuza cevap vereyim; İngilizlerin meşhur bir sözü vardır; "İngiltere'nin dostları değil, menfaatleri vardır" demişler. Bizim de haklılık aramamız yeterli değil. Güçlü olanlar var ve onların beğenmediği söylemleri savunursak, ne olduğumuzu anlamadan kendimizi bir sürü suçlamayla mahkemelerde buluruz.

-Aydın bey, sizin için ticaret önce gelebilir ama ben böyle düşünmek zorunda değilim. Öğretmen ve gazeteci kimliğimle, inandıklarımı yazmamdır benim için önemli olan.

-Biz de vatan haini değiliz herhalde Sami bey ama günümüz şartlarında aklımızdan her geçeni söylemek yetkimiz de yok. Unutmayın ki artık dünya global bir köy haline geldi. Bizim gibi çok satan bir gazetenin atacağı bir yanlış adım da, ülkemizi Fransa ile, ABD ile ters düşürebilir. Açıkcası bu konuda beni arayıp, 'yazınızı düzeltin' diye şimdilik kibarca uyarılar gelmeye başladı. Ben de, yarınki gazetemizde düzelteceğimize dair güvence verdim.

-Aydın bey, inanın ki bu yazı bir anlık öfkeyle yazdığım bir yazı değil. Her ne kadar olanlar yaşanmış olsa da, daha önce üstün kör baktığım konuları tekrar ve ayrıntılarıyla inceledim. ABD'nin terör örgütlerini desteklediğini filan yazdım diye çekiniyorsanız, çekinmeyin çünkü doğru, Fransa'dan çekiniyorsanız, çekinmeyin çünkü onlar da bize Ermeni katliamı yalanınıyla baskı yaparken, Cezayir'de, Ruanda'da yaptıkları katliamları kanı hala ellerinde. Bize düşman olurlar diye çekiniyorsanız, merak etmeyin zaten düşmanlar. Yıllardır Avrupa Birliği mücadelemizde ne kadar dost olduklarını gördük.

Sami'nin heyacanlı konuşurken, artık öfkeli, bağırır gibi konuşması, yazı işleri müdürü Hakan beyi telaşlandırmıştı. Karşısına geçmiş, sakin olmasını işaret edip duruyordu.

Aydın, ses tonunu değiştirdi. Yorgun bir sesle;

-Sami bey, yazdıklarınızın hangi mecralara uzanacağını yeterince hesaplayamıyorsunuz sanırım. Bu ülkede oturmuş bir düzen var ve resmi/gayri resmi bazı kuruluşlar var. Bu ülkede gazeteci ölümleri var.

-Bu bir tehdit mi ?

-Evet, bu bir tehdit ama kesinlikle benden değil Sami bey. Telefonumuz dinlenemediği için samimi söylüyorum, bana değişik yerlerden uyarılar geldi ve bazı uyarılar beni gazetem için olduğu kadar sizin için de endişeye sevketti.

-Gazeteciler tehditle yazı yazacaksa...(hafif bir sesle de olsa, Aydın beyin acı acı güldüğünü duydu) niçin güldünüz ?

-Tehditle dediniz, oysa tamamen ısmarlama yazan 'BÜYÜK' yazarlarımız var.

-??

-Neyse Sami bey, beni arayan bazı önemli kişiler, takma isminiz yerine gerçek isminizi de istedi. Ben, medyadaki gücümü kullanarak, size ulaşmalarını geçici olarak engelledim, süre istedim. Önce sizinle konuşmak için vakit kazanmaya çalıştım. Sonuçta sizinle görüşmek isteyenler vardı. Ve sizin için akşama bir toplantı ayarladım. Güvenliğinizden emin olmak için ben de katılacağımı söyledim, biraz nazlansalar da sorun çıkarmadılar. Sanırım şimdilik bir araştırma niyetindeler sadece.

Sami, böyle birşeyi bekliyormuş gibi 'Olur' dedi sadece. Aydın, biraz da koruma iç güdüsüyle;

-Öldürülen gazeteciler mevzunu aklından çıkarma, pek sivrilme. Şu anda birşey yapmasalar da, başka bir konuyla ilgili görünmesini sağlayacak, hedef saptıracak bir ortam bulduklarında...

-Uğur Mumcu gibi mi !

-... gerçekten araştırmalara başlamışsın sanırım.

-Siz daha iyi bilirsiniz eminim ama gördüğüm kadarıyla Uğur Mumcu, dinciler tarafından değil de, terör örgütlerinin ticari bağlantılarını araştırırken, güçlü kişilere ulaştığını keşfedince, hatta bağlantıların taa....

-Yeterli Sami bey, telefonumuz dinlenmiyor diyorum ama teknolojisi bizden iyi olup, bizim tedbirlerimizi aşanlar olabilir. Ben ise yaşlı ve huzur arayan bir insanım, kahraman değil.

-Herkes kendi huzurunu ararsa, birlik içinde güç olunmazsa, Arap ülkelerine dönmez miyiz ?

-Yani ?

-Arapları küçük ülkeler bölüp, kimisini yokluğa mahkum ettiklerini, kimi küçücük devletleri de daha kolay sömürmek için zengin petrol kuyularına yerleştirdiklerini biliyorsunuzdur. Onları bekçi gibi kullanan -zengi bekçi- yapan batılılar da, korkunç petrol anlaşmalarıyla sömürmeye devam edip duruyorlar.

- !!

-Zenginliğiyle meşhur Brunei sultanı, bir Suudi Arabistan kralı bağımsız olduklarını söyleseler kaç yazar ki !

Aydın beyin yorgun bir sesle;

-Akşam görüşürüz Sami bey.

-Tamam, görüşürüz.

Sami telefonu kapatırken, alnı ter içinde, ezik bir halde koltuğuna gömülmüş yazı işleri müdürü Hakan beye baktı, gülümsedi;

-Müsadenizle, yarın ki yazımı yetiştirmem lazım.

Yazısını akşam, geç saatte telim ediyordu ama Hakan beyi yüzünde beliren korku hoşuna gitmişti.

*** ***

Hava kararmaya başlamıştı, kapı çalınınca, taslağını hazırladığı köşe yazısını kaydedip, bilgisayar ekrarnını kapattı. Gelen Hakan beydi;

-Sizi almak için gelen araba aşağıdaymış.

Sami, "-Hemen iniyorum" deyip, küçük bir dosya elinde, kapıya yöneldi. Hakan beyin, umut verici, yatıştırıcı bir cümle beklediğini görmemezlikten geldi. Asansörden inip, dışarı çıktığında, siyah camlarından içi görünmeyen arabayı gördü. Kapıcı, çekinerek sordu; "-Patron ilk defa gazeteye geliyor ve sizi almaya geliyor Sami bey. Hayırdır ?" Sami sadece gülümsedi, yürüdü. Patronla karşılaşacağını sandığı araba boştu. Şöföre sormaya gerek duymadı, anlaşılan patron arabayı göndermiş, kendisi toplantı yerinde bekliyordu.

Şöför yol boyu ne konuşmuş, ne bir çift laf etmişti. Sami, şöförle aralarındaki cam perdeyi inceliyordu, "Ne kadar sağlam görünüyor!" diye mırıldandı. Camın sağlamlığını incelerken, araba birden ana yoldan orman yoluna sapınca içine bir korkunun yayıldığını hissetti. Daha önce bu tür arabaları duymuştu, arka tarafta içerden kapıları açamayan, tenha bir yere götürülüp tek kurşunla susturulan adamları. Sakinliğini korumaya çalıştı, hemen yolu inceledi. İlerdeki dönemeçe umutla baktı, içinden düşündü, "Tık sesi gelmedi, şöför arka kapıları kitlemeyi unutmuş olabilir. Dönemeçte hızı azalınca atlamam gerek". Eli kapının kolunda, yüzüne sakin bir ifade vermeye çalışarak uygun zamanı beklemeye başladı. "Patron uyarmıştı oysa, bir de akıllı geçiniyorum".

Araba dönemeçe yaklaştığında yavaşladı, kapıyı hızla açtı ama dönemeçte gördükleri onu duraklattı. "Beni öldürmeyi planlasalar, patron burda olmazdı".

Hareket halindeyken, arka kapının açılma sesini duyan şöför, acı bir fren yaptı; "Ne yapıyorsunuz, henüz araba durmadı ki ! " . Sami; "Özür dilerim, dalmışım" deyip arabadan indi.

Patronunun yanında, gizli teşkilatların göstergesi siyah giysili, ciddi adamlar bekliyordu. üstelik bunların, çelik gibi pazulu, tabanca, bıçak gibi ölümcül silahlarla hazır olmasını bekliyordu. Gülümsedi, bu gülümsemesinin sebebinin , beklediği tipte adamlar olmaması mı, yoksa babacan bakışlarla kendisine gülümseyen, sevimli, orta yaşlı adam mı olduğuna karar veremedi. Elini sıktı.

-Hoşgeldiniz Sami bey.

Patronu ciddiyetini koruyordu. Ormanın içindeki villaya doğru yürüdüler. Patronun 'hoşgeldin' demyişi de, sevimli amcanın kendisini tanıtmayışı da, huzursuzluğunun geçmesine engel oluyordu.

İçeri geçtikten sonra, konuya nasıl girildiğini bile anlamadan kendisii bir tür sorgunun içinde buluvermişti Sami. Patronunun, "Beyfendi, devletten" sözüne daha açıklayıcı bir cevap isteyecekti, vazgeçti. Sonuçta çok gizli bir şey bilmiyor, elinde önemli bilgiler saklamıyordu. Köşe yazılarıma eklemekten çekinmeyeceğim bir bilgiyi, burda paylaşmamamın da bir sakıncası olamaz" diye kendini rahatlattı.

-Sami bey, ben Hulisi. Yazınızı okuduk.

Sami, "Hah.. tamam Hulisi Kentmen diye aklımda kalır" diye düşündü, ciddiyetini korumaya çalıştı. Adam devam ediyordu;

-... bazı konularda sizinle sohbet etmek istiyoruz.

-Sorgulama değil yani.

Patronunun kaşlarının çatıldığını yan gözle farketti. Diğer adam sevimliliğni bırakmak niyetinde değildi;

-Hayır Sami bey, (gülümsedi) işkence aşamasına henüz var. Neyse, öncelikli şunu sorayım, bunları gerçekten yaşadınız mı?

-Evet ama çoğu gizli bilgi değilmiş zaten.

-Gizli değil ama ön plana çıkarılmayan, gündeme getirilmeyen/getirtilmeyen konuları işlemişsiniz yazınızda.

-Öykümde

-Sırf öykü olarak görülse, fazla ses getirmezdi ama güncel konulara değinmişsiniz ve bunu az satan gazetelerde yazılsaydı yine ses getirmezdi, oysa sizin gazeteniz, Aydın beyin gazetesi tirajı da, etkisi de yüksek bir gazete.

-Yani az satan bir gazetede çıksa bu kadar sorun olmaz mıydı !

-Kesinlikle. Duydunuz mu bilmem, ‘Her doğru her yerde söylenmez’ derler. Bir sözün söylenmesi için, doğru olması yetmez, sonuçları önemlidir.

-Bunun sonucu kötü mü?

-Kötü olmasını engellemeye çalışacağız. Şunu bilmenizi isteriz ki, en azından ben yazdıklarınızın çoğunun doğruluğunu biliyorum, saygı duyuyorum. Ama bazı görünmez güç ilişkileri ve görünmez mücadeleler var ülkemizde. Hatta bazı ülkeler, kendi aralarındaki çatışmaları bile ülkemizde yapacak kadar pervasız.

-İran’lı bilim adamının İstanbul’da kaybolması gibi mi.

-Onun gibi, İsrail’in ülkemiz üzerinden Suriye’ye saldırmaya kalkması gibi, hatta İran’ın nükleer tesislerini vurmayı palnlaması gibi.

-Şaka yapıyorsunuz sanırım.

-Maalesef ciddiyim. Bu kadar büyük planların yapıldığı bir ortamda, ne biz sizi koruyabiliriz ne de ölümünüze aldıran olur.

-Bu bilgileri niçin benle paylaşıyorsunuz.

-Birincisi, konuyla ilgili herkes bunları biliyor, hatta bazı gazeteciler köşe yazılarında değindiler. İkincisi büyük devletlerin desteklediği terör örgütlerinin gözünü kan bürüdü, sivilleri de kapsayan büyük eylemlere hazırlanıyor.

-Bana düşeni anlamadım.

-Siz de suç unsuru olmadığına, sizi tutuklayarak engeleyemeyeceğimize göre, açıklamamız gereken şu ki; Yazacaklarınız terör örgütlerini veya onu kullanan dış güçleri tetikleyebilir.

-Bil ve sus.

-Çok güzel özetlediniz.

-Madem bilmem faydalı olacak, anlatmaya devam edin.

-Neyi merak ediyorsunuz?

Sami odada bir köşede ilgisiz gibi oturan iki elemana göz ucuyla baktıktan sonra;

-Mesela, nükleer savaş ihtimali bana pek inandırıcı gelmedi.

-Evet bazı şeyler başta inandırıcı gelmez. İşgalinden de önce bir gazeteci Irak'ın üçe bölünmek istendiğini yazmıştı, kimse ciddiye almamıştı ama gidişat ortada. Neyse gelelim nükleer sava ihtimaline, 6-Eylül-2007'de İsrail uçaklarının bizim sınırlarımıza uçak yakıt tankı düşürmesi, yani hava sahamızı işgalinin ortaya çıkması ve buna savunma yapmaya bile tenezzül etmemesi, basamaklardan sadece biriydi. İsrail, havada yakıt nakli yoluyla uçaklarını uzun menzilli kullanma denemesi yapıyordu. (http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar...IbrahimKaragul) Suriye’de birkaç eylemden sonra İran’a karşı uygulamaya karar verilecekti. Bu eylemde Türkiye’nin desteği olmaması, Suriye’ye dostane açıklamalar etkisini gösterdi (Aydın beye sitemli bir bakış atarak) gazetelerimizde yer almasa da Suriye yönetimi Yıllardır iyi ilişkiler içinde olduğu Yunanistan’ın tepkisine rağmen,KKTC ile feribot seferleri başlattı. Neyse KKTC için çok önemli olsa da asıl konumuz başka, 6-Eylül’de israil’in hava sahamızı işgal ettiği gün, ABD’de ağır silahlarla bir B-52 uçağı havalanmaya hazırlanıyordu, üstelik asıl yükü nükleer bir bombaydı.

-Bunu nerden bilebilirsiniz ki ?

-Öncelikle Aydın beyden bize müsade etmesini istiyorum. Aslında çok gizli bilgilere değinmesek de, bu toplantıda olduğunun bilinmesi kayıt altına alınabilir, Sami beyi takip eden birimlerin raporuna ismi girebilir.

Aydın bey, ayağa kalkarken sordu;

-Kimler kayıt altına alacak ki ?

-İstihbarat birimlerinde 'doruluğu bir kaç yoldan teyit ettirme' vardır. Yani bana soracakları soruları, ayrıntıları, benimle birlikte bulunan elemanlara da teyit ettiriler. Konuşmanın başında odadan ayrıldığınızı arkadaşların görmesi, sizin için daha hayırlı olur. Merak etmeyin, Sami beye dönüş bir araç temin edeceğim.

Aydın bey, odadan çıkarken Sami'ye dönerek devam etti;

-ABD farklı bir devlettir, bazen kimseye duyurmadan büyük harekatlar yaparlar, bazen de bir B-52’nin havalanması gazetecilere ulaşıp, engellenir. Yani ABD gazetelerine bu bilgi sızınca, belki de emrivakiyle başlatılacak bir nükleer savaş durmuş oldu.

-Bu devride bir nükleer savaşa kim cesaret edebilir ki !

-Savaş ABD’de veya Avrupa’da olmayacaktı ki ses getirsin. İsrail’le İran arasında gibi gösterilip, savaş alanı olarak da ortadoğu, kısmen de Türkiye seçilmiş olacaktı.

-Nükleer savaş ihtimali bile korkutuyor ama öncelikle şunu sorayım, İsrail’in yakıt tankı Türkiye’ye düşmüştü ama uçağın Suriye topraklarına bomba attığını okumuştum. Suriye niçin tepki vermedi.

-Beklenen buydu zaten, Suriye’nin İsrail’e saldırması. Bu Lübnan’da da denendi olmadı, şimdi de İsrail uçağının bomba atmasıyla denendi. ABD askeri gücünün Suriye’ye karşı kullanılması için haklı sebep/en azından kendi kamuoyunu susturacak bir sebep arıyor. Suriye yönetimi de, bu tuzağı farkedip, çaresiz sustu.

-Bu arada Türkiye’yi hesaba katan yok.

-Türkiye’den aykırı ses yükselirse diye her zaman tedbirleri vardır. 'Emniyet güçlerimiz c3 ve c4’ ler ele geçirdi' diye bir haber gözünüze takıldı mı bilmem.

-Görmüş ve sevinmiştim.

-İşte bizim, sizin kadar sevinememizin sebebi de şu, " Biz bombaların hepsini yakalayabildik mi! Yoksa günü geldiğinde Türkiye'yi cezalandırmak için bir yerde depolanmış mı ? " . ABD ısrarla bizi terör örgütüyle anlaşma yapmaya, af çıkarmaya zorluyor. Bunu bizi veya onları sevdiğinden çok, İran’a karşı kullanacağı teröristlere destek için istiyor. Biliyorsunuz, batı için kötü terörist vardır, bir de işlerine yarayan cici terörist vardır. Yani, bizi yola getirmek için birkaç Irak’ta kaybolan ve Türkiye’ye sokulduğu düşünülen bombaların, Türkiye’nin kalabalık şehirlerinde ortaya çıkarılmasından korkuyoruz. Ortaya çıktığında, bunları ABD ve İsrail’in Irak üzerinden Türkiye’ye getirdiğini de bilsek de ispatlayamayız, taşeronlar var.

-Bunlar oldukça ciddi konular ama daha çok emniyet güçlerini ilgilendirir. Ben başka bir konuda da sormak istiyorum. Ülke olarak bize karşı yapılan suçlamalara, engellemelere veya terörü destekleyen ülkelere niye yeterli cevabı vermiyoruz? Eminim bilginiz vardır.

-Hangi konuda, terör mü öncelikli soruyorsunuz ?

-Teröristleri İran'a karşı kullanmak için bizi önemsemediklerini söylemiştiniz. Ermeni tasarıları konusunda da ciddi bir adım göremedim.

-Aslında ele aldığınız konularda ve ilgili ülkelerle ilginç bir bağlantı var. Bizim hayrımız dokunan her ülke, her millet şimdi bize çelme takıyor.

-Nasıl ? Anlayamadım.

-Ermenilerle tarihten gelen bir dostluğumuz vardı. En rahat, huzurlu, güvenli tarih süreçlerini Türk ülkelerinde gerçekten dostane yşadılar. Hatta Osmanlı da onlara 'Emin' payesi verilmişti. Sanatta, doktorlukta önde geliyorlardı. Ta ki, Rusya ve İngilterenin kışkırtmasıyla, silah vermesiyle çeteler oluşturup, batıda savaş halindeki Osman'lıyı doğuda, zayıf noktalarında vurmaya kalkmalarına kadar sürdü bu güzel ilişkiler. Eğer Ermeniler kışkırtmalara kapılmasaydı, Türk köylerine saldırılar yapmasalardı, hala en güvenilir dostumuz olarak anacaktık. Maalesef olmadı ki, halâ batının kışkırtmlarıyla, zorunlu göç olayını, soykırım diye göstermeye çalışıyorla.

-Evet, başka hangi dostlarımız çelme takmaya başladı.

-Atalarını İspanya'da katliamdan kurtardığımız İsrail, şimdi bizim aleyhimize işler çeviriyor. Saddam'ın katliamından kurtardığımız Peşmergeler, askerlerimize tuzak kuruyor. Kore'de, Çin askerlerinin kuşattığı, imha edilmek üzere olan ABD ordusunu da, Türk birlikleri mucizevi bir başarıyla kurtarmıştı. ABD ordu komutanı en büyük kahramanlık nişanlarını Türk birliğine vermiş, teşekkür etmişti. Şimdi bizim insanlarımızı öldüren teröristlerde ABD silahları çıkıyor.

- Bir şairin dediği gibi " Kime hayrım olduysa, gördüm ihanetini "

Hulusi bey, bir an dalgınca öne egdi, arka tarafta oturan adamın farketmemesine çalışarak fısıldadı;

-Başka tarafa bak, 05??6874712 bir sokak telefonundan bunu ara.

Sonra konuşmaya kaldığı yerden devam ediyormuş gibi;

-Sami bey, olayların ciddiyetini anladınız sanırım. Evet sizden ricamız, ülkemiz aleyhine dönebilecek böyle önemli konularda yazmamanız. Herşey bir kelebek etkisiyle çoğalabilir.

-Benim önemsiz, dikkat çekmeyen yazılarım bile bir şeyleri tetikleyebilir.

Hulusi beyin dudaklarında acı bir gülümseme dolaştı, yine kimseye belli etmemeye çalışarak fısıldadı;

-Merak etme, bizim aydınlarımız kolay uyanmaz.

-Teşekkür ediyorum uyarılarınız için, dikkat edeceğim.

- Arkadaşlar sizi istediğiniz yere kadar bırakacaklar.

Vedalaştıktan sonra Sami çıkınca,Hulusi bey rapor vermek için cep telefonundan bir numarayı çevirdi.

-Görev tamamlandı, yazar Sami ile iribat kuruldu ve yönlendirme yapıldı.

-Yönlendirme en son ihtimaldi. Niçin öncelik verdiniz ?

-Kendisi vatansever birisi, öldürmek gerekmeyebileceği gibi, bizim basında gündeme gelmesini istediğimiz konuları da aktardım. Tabi kuşkulanmaması için, yazmamasını da rica ederek. Vatanseverliği ağır basıp yazacağına eminim.

-Bir şekilde ölüm emrini vermişsin zaten. Sadece öldüren bizimkiler olmayacak.

-Koruma vermemiz gerekecek sanırım.

-Hayır, senden sonra başka gelişmeler oldu. Devreye başkaları girdi, üstelik öfkeli ve gözü kararmış halde. Bizim Kuzey Irak'ta yakalanan, Guantomo'ya götürülen üç ajanımızın teslimi için Sami'yi teslim etmemizi şart koştular.

Hulusi bey, telaşlandı;

-Umarım reddetmişsinizdir.

-Reddetme imkanımız yoktu. İyi niyet göstergesi olarak, casuslarımızı yakaladıklarını bile açıklamamışlar, gizlice bize iletmişlerdi hatırlarsan.

-Bir vatanseverin teslim edilmesine izin veremem.

-Bunu bize sormuyorlar bile, emir geldi. Yabancı ülkeler bastırmasa bile, Türkiye'de de onu seven pek yok, iç siyaset konusunda yazdıkları da bazı güçlü kişileri kızdırmış. Bir kaybımız olmayacak zaten, sadece ölümünü süslememiz gerek.

Hulusi bey, cevabı tahmin ettiği halde, sıkıntılıca sordu;

-Nasıl ?

-Hedef saptırmak için birşeyler yapmamız gerekecek sadece. Mesela onun adına bir yazı yayınlatalım, bir örgüt aleyhine filan cümleler olsun, sonra bir tenhada öldürüp, o örgüte aitmiş gibi bildiri yayınlatalım.

Hulusi bey, yorgunca "Tamam" dedi. karşıdan soru geldi;

-Bu operasyondaki adın Hulusi miydi ?

-Evet...

-Yardımcının adı da Şevket !

-Evet.

-Şevket'i telefona verir misin?

Hulusi bey, telefonu arkadaşına uztıp, biraz uzaklaştı. Konuşulanları duymasına gerek yoktu. Bu tür olayları daha önce de yaşamıştı. Eğer kararsız kalırsa veya emredilecek zamanda Sami'yi vurmaktan vazgeçerse, arkadaşı yedek olacak ve Sami'yi öldürecekti.

***

Hulusi bey, raporlarını verdikten sonra arabasıyla eve doğru yola çıkmıştı. Bir süre önce başkası adına aldığı ve kullanmadığı telefonu açtı. Bir kaç dakika sonra telefon çalmaya başladı. Parlak ay ışığında caddeden kenara doğru süzüldü, arabayı, bir ağacın loş gölgesine çekti. Arabadan inip telefonu açtı;

-Alo!

-Ben Sami.

-Merhaba Sami bey, nasılsınız?

-Teşekkür ederim, buyrun.

-Sami bey, biliyorsunuz ki, istihbarat kuruluşları bile tek görüşteki insanlardan oluşmaz.

-Hımm ?

-Bizde de, size karşı farklı görüşler, yaptırımlar...

-Cezalar...

-Kullanmak istemediğim kelime o değildi, maalesef daha da kötüsü. Anladığınız gibi size yönelen bir tehdit var. Zamanı hemen değil, önce...

-Yine soruyorum niçin bana anlatıyorsunuz, bu da önceki konuşmanız gibi bir yönlendirme mi?

-Öncekinin yönlendirme lduğunu anladınız demek.

-Hiç bir insan durup dururken, 'baksana birşey söyleyeceğim, kimseye söyleme' demez. Bu günkü konuşmalarımızda bir, Milli duyguları kışkırtma farkettim.

-Doğru tahmin etmişsiniz. Bizim basında konuşulmasını istedğimiz bazı konuları da sizin sayenizde gündeme getirmek istiyorduk. Bunun için bazı yazarlarla anlaşmalarımız da oluyor ama zamanla farkedildiği için ve/veya farkedilme korkusuyla istediğimiz gibi keskin yazamıyorlardı. Siz ise hem son yazınızla gündem oluşturdunuz, hem de ana yönlendirmeye gerek kalmadan, zaten öfkeli bir Milli duygu ile vatanın, milletin aleyhine gördüklerinizi yazacak kıvamdaydınız.

-Şimdi bunları söylemeniz beni yeni kuşkulara itiyor. Net soruyorum; Neden ?

-İstihbarat teşkilatlarında karmaşık bir yapı vardır. Yukarlardan gelen emirleri fala kaşıyamazsınız, emri ilk verene ulaşamazsınız.

-Evet.

-Yani beni de aşan yeni bir emir var.

-Zamanı hemen değil demiştiniz.

-Önce hedef saptırmak isteyecekler. Birşeyler yazmanızı bekleyecek, yönlendirecek o da olmazsa sizin adınıza kendileri yazacaklar.

Sami, huzursuzca sordu;

-Beni koruyamaz mısınız ?

-İlişkiler çok karışık, benim yanımda çalışan arkadaşıma dahi benim aleyhime emir gitti. Görevi tamamlamazsam...

-Beni öldürmezseniz !

-... o tamamlayacak.

-Birşeyler yapamaz mıyım?

-Gazete büyük bir güç ve patronlarınıza emir gitti, yazdıklarınız engellenmeyecek.

-Tabi, sizin bu günkü dolduruşlarınıza, yönlendirmelerinize göre yazacağım tahmin edildiği için.

-Evet ama siz yazarlık gücünüze göre bir çözüm bulabilir misiniz bilmem. Neyse size bazı kaynak bilgileri faxlamak istiyordum. hemen bir fax numarası verir misiniz?

-Tabi, şu anda bulunduğum yerde bir dükkan var. Bir dakika bekleyin.

Sami, dükkanın fax numarasını Hulusi beye iletti. O da başka bir dükkandan faxladı, sonra arabasının yanına geldi.

-Aldınız sanırım faxları?

-Evet aldım.

-Gönderdiğim belgelerde işinize yarayabilir noktalar var. Bizde ABD aleyhine yazı yazmak kolay değildir ama bilginiz olsun. ( http://www.haber10.com/makale/9004/ ) . ABD'nin Irak'ta uygulamaya çalıştığı, petrol bölgelerini küçük ülkelere böl ve kolayca yönet(sömür) politikasının yeni olmadığını gösteriyor. Amerika'nın petrol zenginliğine sahip bölgelere egemen olma politikasının çizgileri daha yüzyılın ilk çeyreğinde belirlenmiş. Biz Ermenileri bize karşı Rusya,İngiltere ve fransa kışkırttı sanıyorduk. Fakat İngiliz arşivleri açılmaya başlayınca gördük ki, dost görünen ABD'de o zamanlardan başlamış kuyumuzu kazmaya. Türkçe'ye i "İngiliz Belgeleriyle Türkiye" diye çevrilecek bir kitapta, I. Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin Amerikalılar'ca nasıl desteklenip kışkırtıldıklarını gösteren belgeleri yayınlamışlar.

Bir sessizlik oldu. Sami;

-Aloo... alo !..

Bir fısıltı geldi;

-Bir dakika, arabama alıcı yerleştirilmiş sanırım.

-Tamam, bekliyorum.

Kısa bir sessizlikten sonra bir patlama sesi ve derin sessizlik.

*** *** *** *** ***

Sami, Hulusi beyle son konuşmasından beri kalabalık yerlerde dolaşıyor ve sürekli bir kuşku içinde çevresine bakıyordu. Hulusi beyin bile öldürülmesi, ne kadar tehlikede olduğunu gösteriyordu. İnternet kafelerde köşe yazsını yazıp, gazeteye de baskıya yakın zamanda gidiyordu. İlk iki gün suya sabuna dokunmayan yazılar yazdı, eski yazılarından derlemeler, önceden gelen okuyucu yorumlarına cevaplar yazdı ama peşinde dolaşan, baktığında saklanmaya çalışan adamlardan bir türlü kurtulamadı.

Kendi ülkesinde, kendi ülkesi lehinde yazılar yazıp takip edilmek, korunmamak zoruna gidiyordu. Dalgınlıkla bir sokağa girdi. Yaptığı hatayı çabuk farketti, peşinden hemen bir adam girmişti. Geri dönme imkanı yoktu. Önce adımlarını hızlandırmayı düşündü ama vazgeçti. o hızlanmaya çalışırken adam mesafeyi kafatabilirdi. Hiç vakit kaybetmeden koşmaya başladı.

Ne kadar koştuğunu bilmiyordu ama kurtulmuştu, en azından şimdilik.

*** *** *** *** ***

Birden kararını verdi, "Ölüm gelecekse boşa gelmesin!" Gazeteye vardı, bitkin hali yaz işleri müdürünün dikkatini çekmişti ama onu görünce hemen uzaklaştı. "O da emir almış" diye düşündü. "Madem ki, beni öldürmek için bir yazımı bekliyorlar, yazalım o zaman." Yazıyı teslim etmesine az vakit kalmıştı. Bilgisayarını açtı ve yazmaya başladı;



" Yıl 2007, Türkiye'nin sahte dostlarının maskeleri bir bir iniyor. Rusya'nın zayıflamasından sonra ABD Türkiye'yi dostu, ön cephesi olarak görmekten vazgeçmişti. Petrol bölgelerini ele geçirmek üzere için yeni müttefiki olarak seçtiği Peşmergeleri kullanmaya başlamıştı artık."









ÖNCESİ / DEVAMI VAR

Şair-Yazar Ahmet Ünal ÇAM

  Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Tags
açılmış, bir, gözü, türk


Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık



Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 19:07 .
Telif Hakları vBulletin v3.8.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.

Modified by HAKANDOST

eXTReMe Tracker




Valid XHTML 1.0 Transitional


Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.1