15-01-2011, 20:41 | #1 |
Onursal Dost
Üyelik Tarihi: Jan 2009
Yaş: 35
Mesajlar: 696
Tesekkür: 958
|
Nevzat Çelik - YAĞMUR YAĞMASAYDI
YAĞMUR YAĞMASAYDI
siteadi.com - Nevzat Çelik - YAĞMUR YAĞMASAYDI önce yağmur vardı adam içerden kekeme adımlarla çıktı burnunun ucuna düşen gözlüğünü düzeltti arkadan bağlı değildi kolları ama o bunu farketmedi baktı bir ufka yatıp bakar gibi bir ufka görüşçülerin arasına karıştım oysa ben değildim aradığı sarıldılar boynuna adamın sarılanları tanıyordum çok iyi tanıyordum adam öptü onları kokladı adam birini aradı durmadan ben değildim aradığı sendin usulca ellerimi tutan seni yağmurların aldığını biliyordu belki bilmiyordu adam durmadan seni aradı adını bağırdım duymadı beni benden başka kimse duymadı barbaros kafe'nin balkonunda oturuyorduk masada bir eylemin başlangıcı duruyordu yağmurun altında akşam oluyordu yağmur yağmasa akşam olmayacaktı belki bunların hiçbiri olmayacaktı şiirden ayrılan bir dize gibi kalktın bir dizesi eksik şiir gibi kalktın onsekiz yaşını alıp masadan arabaya bindirdiler adamı buğulu cama dayadı ıslak burnunu kolları bağlı değildi farkına varmadı seni yağmurların aldığını biliyordu belki bilmiyordu baktım arkasından koştum arkasından aramızda sekiz yıl vardı yağmur ve akşam bağırdığımı duymadım ama bağırdığımı biliyorum elini aradım elin yoktu dehşetle girdim balıkçı pazarına işte böyle yağmurlu bir akşamdı sakalım ve kederim yoktu önceden ve beşiktaş'ta balıklar bu kadar pahalı değildi kaç adam düşer balıkçı tezgahına vurulup tezgahınıza düştüğüm bir akşamdı kanımın balıkları boyadığı bir akşamdı seni yağmurların aldığı bir akşamdı seni yağmurların aldığı bir akşamdı karnından vurulmuştu o kalbini tuttu alnından vurulmayı sevmiyordu gül dese de şairler kadavra gibi diktiler karnını kalbini avuçlayarak kalktı adam gözlüğünü aradı yüzünde henüz gözlük kullanmıyordu bunu unuttu bir leylak geçti önünden eflatun mu ak mı kokusundan tanıdı bir leylak geçti önünden baktı arkasından koştu arkasından seni tanımıyordu bunu da unuttu buğulu cama dayadı ıslak burnunu yüzünün ıslaklığını yağmura yordular belki cama dayamazdı burnunu biryazgünü açılsaydı kapılar biryazgünü açılsaydı kapılar yağmur yağmasaydı seni yağmurlar almasaydı ıslığımla okşayacaktım heybetinden yanına varılmaz dağları soluğum dağ kurdun kuşun uğramadığı taze bir şeftali bir fesleğen bir ıtır bir sardunya kokusu koşacaktım sana ihtimal ben kapıyı vurmadan açacaktın ellerimi bulacaktın yağmur yağmasaydı seni yağmurlar almasaydı nizamiye kapısında dururdun güneş saçlarında dururdu görüşçülerin gözlerinde nöbetçinin kepinde dururdu kimbilir ellerin nasıl dururdu kiremit renkli aralık beni içine alıyordu sen yoktun sözlerini bulamadığım bir şarkının müziği vardı küçük eski bir yara izi gibi tüfeklerin dönüp baktığı bir şarkının müziği vardı sen yoktun ben kederimi ellerinden tuttum yağmur yağmasa akşam olmayacaktı belki bunların hiçbiri olmayacaktı yağmurda bütün ışıklar ölüyordu sakallı bir karanlık yürüyordu lalezar caddesi'nde çığırtkan sesleri sinemalar tiyatrolar sönmüştü yıldızlar dahil lalezar caddesi ölmüştü cafe naderi'de oturuyorduk cadde istanbul kararıyordu tek tek ölüyordu ışıklar ellerin ellerimde uyuyordu gözlerin başka söylüyordu birden çıkardın tokalarını saçların omuzlarından aktı masaya bıraktın furuğ'la oturmuştuk soltanpur'la kalktın sakallı karanlık üstümüze yürüyordu yıldızlar dahil bütün ışıklar ölüyordu furuğ'la oturmuştuk soltanpur'la kalktın onsekiz yaşını alıp masadan gülüm karanlığın üstüne bir şimşek gibi çaktın ya merg ya azadi tahran'da akşam oluyordu geceye dönüyordu yağmur yoktun zendan-e evin'de bir şafak belki astı seni bu kapkara devrim belki yağmura karıştın ne asılanların arasında adın ne yağmurda kokun olsa duyardım gecenin yüzüne vururdu cubların aynasına vururdu kalbim dururdu kimbilir ellerim nasıl dururdu kimselere sormadım seni cublara bakarak yürüdüm suretini düşürmedi suya alnı açık tek bir kadın seni kimselere sormadım onsekiz yaşını alıp kalktın ısrarla uçtu saçların bir pasdar gelip yapıştı bir pasdar bir pasdar daha üçünü de arkamda bıraktım üç kurşun ıslığı çalıp tahran'da akşam oluyordu geceye dönüyordu yağmur yoktun yağmur da yoktu ben kederimi ellerinden tuttum ıslak burnunu cama dayadı adam ben kederimi ellerinden tuttum kolları bağlı değildi arkadan benim kollarımdaydı bunu unuttum baktım arkasından koştum arkasından yanında sen yoktun ranzamda açlığın buza kesen ayazında yatıyordum çiftleşen sıçanların üzerinde gece huzursuz bir eşkiya gibi kıpırdanıyordu uyumuyordum sıçanlar da uyumuyordu nöbetçiler aç değildi onlar da uyumuyordu sen sen de uyumuyordun çünkü yoktun çünkü yağmur yoktu sıçanlar vardı ve en iyi onlar bilirdi açlık grevlerinde ölüme yaklaşan insanı askerlerden sonra çoğalıp basıyorlardı koğuşu üçer beşer kaç kez eğilip konuştum kuşlarla anlaşamamak korkusu belki belki sen yoktun belki yağmur kaç kez eğilip konuştum ölüm istediği yerde istediği biçimde dursun ben girerdim düşlerimin çatalağızlarına çakşırları çatıları okşayan güvercinler uzak mavileri çağıldayan kanatlarını açardı biz çatakta oturur zeytin ekmek yerdik haki mintanıma yapışan çamsakızları senin uçurduğun rüzgarları toplardı tüfeklerin patladığı yere koyardı kalbimi alıp oraya koyardı bir çaylak gölgesini koyardı vururduk çelimsiz gövdelerimizi çetelerin sırtlarını verdikleri dağlara kurşunlar çıvardı da omuzverdiğimiz kayalardan gidip çaylağın gölgesini vurmazdı çünkü sen yoktun çünkü yağmur yoktu ben kederimi ellerinden tuttum ellerin platin ve elmas kokuyor bütün tarihin üstün başın bunu söyleyen ilk kadın dokunduğum ilk beyaz komünist kadın sendin çünkü alamazdı kokusunu platinin ve elmasın platin ve elmas kokan bantu kadın babama dedesinden geçmiş bu koku dedesinin yüzünü avuçlarına alıp özgürlük şarkılarını fısıldadığında kulağına onun dedesi her gece korkulu rüyalar doğurur beyazların kapı mandalı babana dedesinden geçmiş bu korku bir elinde incili ötekinde silahı zululu savaşçı dedemin dedesini toprağımıza evimize girip öldürüldüğünde boerli dedenin dedesi plastik bir leğende sabun ve su içinde annesinin rengini az ovduğu ben karaderili çocuk bantu çocuk senjenina mırıldanıyorum petrol lambasında islenen sesinden alıp annemin biraz daha ov anneciğim akarnan dört kara çocuk korkmasın bir küçük beyaz çocuktan biraz daha ov anneciğim biraz daha her sabah çıkıp langatownship'ten cilalı bir gece gibi gireyim kentlere alnımda karaçalı'nın alnı biraz daha ov anneciğim biraz daha korkulu rüyalar doğursun güpegündüz beyazların kapı mandalı robben island'da bir duvar ötemde kayalara vurduğu yerde yıllardır kalbimi bir fındık kabuğu gibi sallayan dalgalar kadar yakın dalgalar kadar uzaksın bana seni kara tenimde yürüyen bulutlar gibi seni özgürlük seni kurtuluş gibi düşünüyorum karda kalmış serçe gibi üşüyorum üşüyorum düşük bir satır gibi sırıtıyor nöbetçi ustura gibi çekiyorum kendimi ranzadan beynimde bir taşın unufak olma isteği seni kimlere sormalı seni tınısına yenilgi düşürmeyen çığlıklara sormalı nereden geldiği bilinmez bir uğultu karanlıkların yediği düşlerimin izdüşümünü karıştırıyordu ağaçların dalları var mıydı yok muydu hışırtılar dallarının olduğunu düşündürüyordu ve aslında karanlık bir korkunun dallara çıktığı adımlarımızın kekelemesinden belliydi yüreğimi ağzıma getiren kuş baykuş demişti kırsal bir ses mola verdiğimizde bacağını kıvırıp altına alan başının silueti hepimizden yukarda olan kurşunun ilk değeceği adam yürüdük sonra evet yürüdüğümüzü anımsıyorum sen yoktun sen hiç yoktun gibi susuyordum netleştirmek için gövdemi işkenceciyi çıldırtmış olabilir geceye çalan sakallarımın hep başka bir yönü göstermesi yoksa ne diye yolmaya kalksın olmayan sakallarımı daha dün değil miydi olmayan sakallarımın gizli bir umut gibi durması daha dün değil miydi dediğinde çocuk ellerimin taşladığı karga güle güle kalkıyor bir ağaçtan bir ağaca o da kalkarsa kaç paralık ömrün var ki kaç yıllık ha ha ha ha ha ha ama daha dün değil miydi biz onsekiz ondokuz yaşındakilerin uykularına basıldığında bir şafak on yıl yaşlanması daha dün anımsa anımsıyorum yapıişçilerinin kaldıkları oda topraktı ıslaktı bekarevlerinin duvarlarına sümüklüböcekler haritalar çizer biz toprağa çizmiştik istanbul'un bütün sokaklarını sonra geceye yürüdük sonra geceye yürüdüm o genç ve esmer dili konuşan işçilerle iki işçi yazı yazmıştı duvarlara ihtimal elleri kanamıştı koyarken o duvarların harcını taşını eğri büğrü yazıyorlardı ne güzel yazıyorlardı sonra vuruldu biri çamura bulandı elindeki fırçası ya mızıkası ya mızıkası bir işçinin koluna girip yürümek miydi sözlerini bulamadığım o şarkı tüfeklerin dönüp baktığı tüfeklerin dönüp baktığı kafiye tutmaz adını kime sorsam metruk yapılar gibi kapatıyor kapısını sic itur ad astra evet ama önce dağlara çıkar buğulanmış camdan burnunu çekti adam aynı anda kalktı içimden bir sürü vapur vapur düdükleri sensiz martıları vurur ne kent taşıyabilir kederini ne deniz lodos yüzünde bir tokat gibi durur adam yüzünü döndü istanbul'dan manuel marcial federico bir de ben bir gece gizlice kaçtık leon'dan bizi kamp yerine götürecek olan campesino yorulmak nedir bilmeyen bir deli hay dinine yandığımın az yavaş yürüsen olmaz mı bu campesino keçi soyundan be federico kurşun sıksan yetişmez arkasından seni beni bulursa kurşun kampa varmadan companeroları bulmadan dağadamı olmadan federico yazık olur bize patria libre o morir federico söyle hangimizin yüzünde ölüm bugün yanında olan yarın ölür omuz başında hayali yürür tello'yu anımsıyor musun federico kışa dönen bir akşam gibi asıktı suratı çevik yırtıcı bir hayvandı ormanda fena kurşun atardı düşmana bu adam asla ölmez derdin kurşundan önce bulur kötü haber adamı dağa çıktığının ilk ayı dolmadan terketmiş sevdiği kadın onu federico açma şu kadın meselesini ağlatma tello'yu dağda bir ağaçtık suda balık ağaçta maymun çorbasını yapıp içtiğimiz bir maymunduk biz irileşti çenelerimiz dişlerimizi kenetlemekten bir patika gibi tehlikeyle inceldi kaşlarımız mümkünü yok tanıyamazdın dağda ormanda birer hayvandık biz buz gibi sulara girerdik sabahın köründe iti atsan durmaz iki dakika tek bir çıtırtı kaçmaz nöbette ve üstelik biliriz bu neyin çıtırtısı hangi ağacın dalı titredi hangi hayvan hışırdattı yaprağı dağda ormanda birer hayvandık biz ve yalnızdık onlar kadar subtiava'da bir kızılderili vardı akrabandı senin iyi adamdı adiac'ın torunları der saklardı bizi onun kulubesinde başladı ilk ellerimizin ve kalbimizin büyük macerası yıldızlara çıktık damdaki aralıktan damdaki aralıktan ayrılığa çıktık ayrılık içimi macheteyle biçer kalbimin kuytuları titredi de dağlarda geçmedi senden tek bir haber adı neydi o kızılderilinin iyi adamdı akrabandı senin atabalını alıp çıkardı barrioya barangan-bangaran bu akşam yedide meydanda barangan-bangaran bu akşam yedide meydanda akşam gösterilerinde yaktığımız mumlar çobanateşleri oldu barriolarda her barrioda dağateşleri gülüm sizinkiler yürüdü adiac'ın torunları bakır ve kalay madenleri yürüdü kauçuk plantasyonları andlar bütün latin amerika yürüdü kalbimin kuytuları titredi de geçmedi senden tek bir haber devrim kentlere yürüdü prio reis yaşlı kurt jesus christ'i dinletirdin bize dipteki masada ikimiz ağızağıza verir konuşurduk asımsadın mı bira parası değil şiir verirmiş sana ruben dario çok yıllar geçti reis kaldı mı bilmem dipteki masada izimiz sana dağı ve hapishaneyi getirdim şiiri bir de mutlaka gelmiştir saçlarını kestiyse bir oğlan çocuğu gibi kara bir gözlüğün ardına gizlediyse gözlerini yürüyüşünü ne yapsın reis gülüşünü gülüşü bir rüzgardı kuşların kanadına binip giden kuşların uçma merakına onun rüzgarları neden bıçaklarımla keserim gürültüyü eski plaklardan koy üç de bira getir reis sen ben bir de onun hayali karşılıklı içeriz kollarım bağlı değildi bunu anladım oyunhavaları klarnet darbuka rakı rakılı uzun masalarda insan kendini eğri çakar benim içimde zenci bir akşam vardı pastoral bir ay utanmasız soyunuyordu çobanköpekleri kalın havladı kuşluk vakti sokuldum ranzama oyunhavaları klarnet darbuka rakı benim içimde zenci bir akşam vardı çingeneler küstü oyunhavaları klarnet darbuka küstü saksofona döndüm yüzümü ipince girdi geceye soprano saksofon öldürülenler ambrosia içer dedi öldürülenlerin ölmediğini saksofon söyledi o dere bu dere miydi diye sordum kızıl dere miydi kalbimin ufkuna kıvrılarak yatmış her kıvrımı bir başka türlü baruta batmış allegro dedi içimdeki maystro allegro be bacaklarım uzadı da sokaklara sığamadım sokaklarda sen yoktun ben kederimi ellerinden tuttum arananlar listesinde afişe olmuş yüzün şarkıların ve polisin bilmediği adını kafiye düşmez adını bağırsam bağırsam duvarlarda yüzün kalmış gidip gördüm kimseler görmedi ellerimi yüzüme sürdüm ellerim yüzümde geziyorum yağmurlar yağmazdı eskiden böyle günlerdir yüzümün ıslaklığını yağmura yordum sen yoktun belki yağmur ben kederimi ellerinden tuttum kalkıp oynayabildiğime göre despina'da oyunhavaları da bilmem üstelik kollarım bağlı değildi bunu anladım çingeneler klarnet darbuka rakı kalkıp oynayabildiğime göre despina'da kollarım bağlı değildi bunu anladım yanımdaki kadın kimdi sen değildin buna eminim senin ellerinden elleri vardı belki bu yüzden vardı ve hatta gözlerinden gözleri vardı belki bu yüzden vardı ama sen değildin buna eminim gülüşün bir rüzgardı senin kuşların kanadına binip giden kuşların uçma merakına senin rüzgarların neden nerdesin musluğu açan ellerinde belli değil su mu akardı gümüş mü nerdesin yoruldu kalbim kadınlarda aramaktan seni tüketiyorum onları kendimi nerdesin bir akşam vakti zifiri düşündüm bir tuhaf dursa da kadifeler hatmiler cudi dağı'nın cayırtısına sarınıp yürüdüm kolu kanadı kırık bir çıkrık gibi duruyor evin az ötede suluboya bir dere akıyor gibi akmıyor gibi çocukların çite yaslanmış hayali bakıyor gibi bakmıyor gibi duvarlardaki kurşun oyuklarına batıyor uzayan gölgeleri fısıltılarımızın baban o dev gibi adam varla yok arası kendi dilinde gizlice büyüyor küçük kardeşin örüp çözüyor çözüp örüyor saçlarını annen gölgesi geceden kara bir gülebilse nar gibi saçılacak odaya kahkahan şilan muhtar fena adam ihbar edecek beni korucu düdükleri yırtıyor geceyi korkudan kalbimin haritaları karıştı birbirine çıkmıyor yolları ne izin var yırtılan gecede ne kederimde tutunacak bir dal hoşçakal şilan'ın annesi babası kardeşi ülkesi hoşçakal dedesi bırakmıyor yatmaya martıları kanatsız düşünmek gözümü açıyorum turuncudan kırmızıya çünkü yakamozlar aklımı çeliyor bu bağırmak ne ayışığı Nevzat Çelik |
Yandaki üye(ler) bu mesajindan dolayi Lavinia üyemize tesekkür ettiler | Aydındost (11-07-2012), bahtiyar58 (17-08-2018), güldas (26-08-2017), MEHMETDOST (19-10-2012), yuno (09-10-2017) |
Tags |
Çelik, nevzat, yağmasaydi, yağmur |
|
|