Ana Sayfa


Sonbahar Logosu Ana Sayfaya Gidin Ekibimiz Forum Kuralları Arama
Geri Dön   Dostun Sayfasi > Güncel Olaylar > Köse Yazilari
Yardım Takvim Bugünkü Mesajlar Arama

Cevapla
 
LinkBack Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
Eski 30-03-2014, 07:50   #1
Admin
MEHMETDOST - ait Avatar
Üyelik Tarihi: Jul 2009
Bulunduğu Yer: Defne / Hatay
Yaş: 54
Mesajlar: 19,973
Tesekkür: 7377
2690 mesajina 33647 kez tesekkür edildi
  MEHMETDOST isimli üye çevrimiçidir (Online)
Tanımlı Tayyip Erdoğan’la Geçen 12 Yılımın Muhasebesi

3 Kasım 2002’de, üniversite üçüncü sınıftaydım… Sıkıntılı şekilde ayrıldığım eski sevgilimle üç yıl aradan sonra tekrar buluşmuştuk ve şimdi karakol olarak kullanılan AKM önünde senin tasvip etmeyeceğin şekilde kucak kucağa, sarmaş dolaş oturuyorduk. Ne yapıyorduk, neyi bekliyorduk hatırlamıyorum. Belki de kafamız güzeldi… O sırada arabalardan beline kadar sarkmış ve AKP bayraklarıyla türlü tezahüratlar yapan insanlar geçmeye başladı. Belli ki her ne kadar yasaklı olsan da seçimi kazanmıştın ve tek başına iktidar olmuştun.
siteadi.com - Tayyip Erdoğan’la Geçen 12 Yılımın Muhasebesi
Siyasetten uzak olan, kendi dünyasında yaşayan eski sevgili “Şeriat mı geliyor” dedi. Ben de senin çıkarttığını söylediğin “Milli Görüş gömleği”ni hatırlattım ve “Yok be, geleneksel İslami siyasette yer tutamayanlar Özal’ın siyasetini benimsediler ve yine merkez sağ kazandı. Bir şey olmaz” dedim. Yaşım 22, ayaklarım biraz yerden havadaydı…

İlerleyen yıllarda senden ve senin partinden korktuğu için nefret eden, “Beyaz Türk” olarak tabir edilebilecek bir çevrenin içinde bu korku ve nefretin Kemalist refleksler nedeniyle vücut bulduğunu düşünerek “demokratik” bir tutum takınmaya çalıştım.

Elbette senin İslami referanslarla yaşayan, “demokrasi”yi bir tramvay gibi gören ve istediği zaman inebilecek biri olduğunu biliyordum. Bunları bilmek için zeki olmaya gerek yoktu. Sen zaten hepsini punduna getirip söylüyordun.

Sonraki yıllarda, muhtemelen danışmanlarının yol göstericiliğinde, statükoyu hedefe koydun ve muktedirlerin demokratik siyaset, insan hakları, ifade özgürlüğü gibi konularda ne kadar yol kesici olduğu üzerinden siyaset yapmaya başladın. İçinde bulunduğum “beyaz” çevre bu sefer seni Kıbrıs’ı “Yunan”a vermekle, bölücülük yapmakla, “Amerikan uşağı” olmakla, memleketi AB’ye satmakla suçlamaya başladı.

Ben de “Kemalist ideolojinin çerçeveler içinde yetiştirdiği insanlar her zamanki gibi bir farklılıkla karşılaşınca korkuyorlar ve nefret ediyorlar. Düşünmüyorlar aslında Kemalist ideolojinin 80 küsur yıldır bu ülkede neleri nasıl yasakladığını, ne kadar insanı öldürdüğünü, kodeslere tıktığını, hayatları çaldığını” diye düşünüyordum.

2007 genel seçimlerinde yüzde 46 civarı oy alıp, senin tabirinle çıraklıktan kalfalığa yükselmenle birlikte, askeriyedeki tabirle söyleyeyim, “üst devre” olmaya başladığını gördük. Her ne kadar sana hiç oy vermediysem ve vermeyecek olsam da “ama”larla anlamaya çalışmaya devam ettim. Dedim ki, “Adam ve şürekası 80 yıllık baskıcı statüko karşısında siyaset yapmaya çalışıyor. Her ne kadar beğenmesem de, sevmesem de, küfür etsem de –evet çok küfür ettim sana- halkın yüzde 50’ye yakınının oyunu almışsa bana halt yemek düşer. Ne de olsa hala AB diyor, Kürt açılımı diyor, barış diyor, temel hak ve özgürlükler diyor, işkenceye sıfır tolerans diyor…” İnanmıyordum ama elden de bir şey gelmiyordu. “Nasıl olsa ettiği bunca lafı yutamaz” demeye devam ediyordum.

Yılları satırlarla geçmek gibi olmasın ama referandum dönemi geldi: 12 Eylül 2010. Faşist 12 Eylül Anayasası’nı değiştireceğini, 12 Eylül’le hesaplaşacağını söyledin. Hatta ağladın. Zerre kadar inanmadım sana. Bir torbaya doldurabildiğin kadar değişikliği doldurup, “12 Eylül’le hesaplaşıyorum” diyerek referanduma gitmen bana kötü niyetli bir siyasi hamle gibi gözüktü ve yüzde 20’yi aşkın insan gibi referandumunu boykot ettim.

Bir işe yaradı mı? Hayır. Torba güzel mi kötü mü oylamasına katılanların yüzde 58’inin oyunu aldın. O günden beri de 12 Eylül Anayasası’nı temel haklar ve özgürlükler noktasında değiştirmek için herhangi bir adım attığını ben görmedim. Hatta aksine, o günden itibaren, özellikle 12 Haziran 2011 seçimlerinden itibaren, askerle de ilişkileri birbirine muhtaç komşu çocuğu arkadaşlığı seviyesine getirdikten sonra Mehmet Altan’ın tabiriyle çok da güzel “Ankaralılaştın”.

Statükoyu kontrol edebileceğini hissettiğin andan itibaren onu bozmak yerine bütün unsurlarıyla sahiplendin. Sadece içine kendi İslami yaşam referanslarını enjekte ettin o statükonun.

Roboski katliamı olduğunda haklar senin için sadece ödenen sadakalara döndü. Emrindeki askerin öldürdüğü canların özrünü dahi dilemeden “parası neyse verdik” noktasına geldin.

Sonra baktın olmuyor, gündem değişmiyor, kadınların bedenlerinden sorumlu ilan ettin kendini. Yakın zaman hafızam her ne kadar çok kötü olsa da “Her kürtaj bir Uludere’dir” dediğin anı dün gibi hatırlıyorum. Kadınların çocuk doğurup doğurmamasına, çocuğu nasıl doğuracağına, doğurduğu çocuk eğer kızsa nasıl davranıp davranmayacağına karışmaya başladığın noktada ipler koptu.

Sen kendi yaşam referanslarınla toplumu yönlendirmeye çalıştığın anda kendini de kaybettin.

Arkasından dedin ki, “Adam içiyor, masum birine çarpıyor. Sonra içkiliydim deyip kurtuluyor. Saat 22.00’den sonra içki satışı olmayacak. Gençleri ve çocukları kötü alışkanlıklardan korumak benim anayasal görevim.” Sen bunları derken danışmanların ne yapıyordu bilmiyorum ama bıraksan sana trafik kazalarının yüzde kaçının alkolden, yüzde kaçının yüksek hızdan vs. kaynaklandığının verilerini sunardı. Yılda ortalama kişi başı 1,5 litre içki içilen bir ülkede gençleri ve çocukları korumak gereken çok daha ciddi sorunlar olduğunu sana anlatmaya çalışırdı.

Bu adımlarından sonra gerçekten savunulacak yanın kalmadı. “Ergenekoncu” dediğin insanlar Shangay Beşlisini savunuyordu, sen AB diyordun. Gittin Putin’e “Bizi Şhangay Beşlisine al, kurtar bizi AB’den” dedin. Hayalin neydi, kendini Chavez falan mı sandın bilmiyorum ama bütün ekonomin batıya bağlıyken birden bire üç yıl önce el pençe divan durduğun AB karşısında kendini kaplan sanan kedi gibi gördük seni.

Giderek daha fazla sinirlendin, giderek daha fazla azarladın, giderek daha fazla yönlendirmeye kalkıştın, giderek daha fazla otorite kurmaya çalıştın… Kusura bakma ama babalarıyla arkadaş olan bir nesle senden “baba” falan olmaz. Bunu Gezi direnişinde gördün değil mi? Sahi Gezi zamanı sen bağırmak dışında ne yapıyordun? 2010’da ağladın yüzde 58 “evet” aldın diye insanların yine darbe girişimi iddialarını yutacağını mı sandın?

Öyle olmadı… Destan yazan polisin insanları yaraladı, öldürdü, kör bıraktı. Senin ağzından bir kere bile “Evet polis gaz bombasını 45 derece açıyla atmalıydı. Yaralanan vatandaşlarımızdan özür dileriz, ölenlere rahmet dileriz. Aileleriyle iletişime geçeceğiz” lafı çıkmadı.

Sen, talimat verdiğin, destan yazan polisinin öldürdüğü 15 yaşındaki bir çocuğun annesini yuhalattın kitlelerine. İçindeki çocuktan o kadar uzaklaştın, paranoyak dünyana o kadar hapsoldun ki, mezara atılan misketleri bile polise atılan demir bilye olarak gördün. Sınır ihlali yaptığını iddia ettiğin Suriye uçağı için “O da mı ekmek almaya gidiyordu” bile dedin. Bir çocuğa, o çocuğun ailesine ve o çocuğu sahiplenen halka çok ama çok ayıp ettin.

Dört ay haksız yere cezaevinde kaldın, 12 yıldır bunu konuşuyorsun. Hakkında, ailen hakkında, vekillerin hakkında yolsuzluk, rüşvet iddiaları çıktı. Hepsine “montajdır” dedin, geçtin. “Günün birinde zengin olursam bilin ki haram yemişimdir” diyen senin hakkında evdeki milyon dolarları sıfırlama çabalarına ilişkin kayıtlar yayınlandı, “istiklal mücadelesi”, “vatan hainliği” gibi söylemlere sarıldın.

Yasaklarla, yolsuzluklarla ve yoksullukla mücadele edeceğini söyledin. Evine ekmeği nasıl götüreceğini düşünen insanlara “Hayatınızda ben olmazsam o ekmek de yok” mesajı verdin. Her yere havaalanı açıyorum dedin, uçağa binmenin en pahalı olduğu ülkelerden birinde yaşıyoruz. Benzin fiyatlarını konuşmaya gerek yok; sen onu biliyorsun.

Yasaklar konusuna gelince, yasaklamadığın bir tek kendin kaldın. Yolsuzluk konusu ise, “montajdır” demeden kuracağın cümlelere bakar. Twitter ve Youtube yasağına bakılırsa zor durumdasın ama merak etme Twitter’ın da Mwitter’ın da kökünü kazıyamazsın. Belki ancak 7 milyarlık dünyada 70 milyonun bir kısmı girmeyi beceremez.

En son meseleye de gelelim istersen. Devletin en üstündeki isimlerden Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler arasında geçen konuşma… Hani senin mi, başkasının mı talimatıyla piyasaya sürüldüğü belli olmayan Deniz Baykal’ın özel hayatına ilişkin kayıtlar için “Ne özeli, kendi eşiyle mi bir şey yapıyor… Bunlar geneldir genel” demiştin ya…

Olası bir savaş durumunda sen mi, senin ailen mi, senin akrabaların mı savaşa girecek, yoksa güvenlikli sığınakları, emrinde yüzlerce koruması, polisi, ordusu olmayan bu halk mı savaşa girecek? Unutma ki, savaş da, planı da "geneldir genel". İnsanların hayatları üzerinden üretilen siyaset “özel” değildir Tayyip Erdoğan. (EKN)

__________________
Bizim paşa gönlümüzden çıkmış paylaşıyoruz kıymet bilmeyenler UTANSIN!!
‐----------‐-----‐---------‐-----
Seni her halinle niye seveyim?FENERBAHÇEmisin sen.
  Alıntı ile Cevapla
Yandaki üye(ler) bu mesajindan dolayi MEHMETDOST üyemize tesekkür ettiler
Cevapla

Tags
erdoğan’la, geçen, muhasebesi, tayyip, yılımın


Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık



Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 14:16 .
Telif Hakları vBulletin v3.8.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.

Modified by HAKANDOST

eXTReMe Tracker




Valid XHTML 1.0 Transitional


Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.1