Ana Sayfa


Sonbahar Logosu Ana Sayfaya Gidin Ekibimiz Forum Kuralları Arama
Geri Dön   Dostun Sayfasi > Serbest Bölge!

Serbest Bölge! Kategorize edemediğiniz her telden konuyu bu başlık altında tartışabilirsiniz.

Cevapla
 
LinkBack Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
Eski 16-11-2007, 05:44   #1
Dost
HAWIN_ZEL - ait Avatar
Üyelik Tarihi: Nov 2006
Bulunduğu Yer: kimse bilmez nereli oldugunu?
Mesajlar: 1,169
Tesekkür: 0
47 mesajina 86 kez tesekkür edildi
 HAWIN_ZEL isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı 12 Eylül Kahramanları..İdamlık Veda Mektuplari..

Belki ben
siteadi.com - 12 Eylül Kahramanları..İdamlık Veda Mektuplari.. o günden
çok daha evvel,
prü başında sallanarak
bir sabah vakti gölgemi asfalta salacağım.
Belki ben
o günden
çok daha sonra ,
matruş çenemde ak bir sakalın izi
sağ kalacağım...
Ve ben
o günden
çok daha sonra:
sağ kalırsam eğer,
şehrin meydan kenarlarında yaslanıp
duvarlara
son kavgadan benim gibi sağ kalan
ihtiyarlara,
bayram akşamlarında keman
çalacağım...
Etrafta mükemmel bir gecenin
ışıklı kaldırımları
Ve yeni şarkılar söyleyen
yeni insanların
adımları...




Denizlerin, Hüseyinlerin, Yusufların küçük kardeşlerinin, darağaçlarının
gölgesinde yazdıkları mektuplar

78'li yoldaşlarımızdan mektup var. Yenileri yazılana kadar, bu mektuplar elden ele, dilden
dile dolaşsın istiyoruz.



UNUTULMASINLAR !


İşkence tezgahlarında sır vermeyip ser veren kaç arkadaşımızı hatırlıyorsunuz ?


Peki cezaevlerinde bedenlerini tutuşturan, direnen, ölen, öldürülen arkadaşlarımızı ?


Ya da idam sehpasında katillerinin yüzüne sloganlarımızı haykırıp, dimdik ölen
yoldaşlarımızı tanıyor musunuz?


ONLARI TANIYIN ve UNUTMAYIN !

Onları tanıyın ve hatırlayın ki, yaşamlarındaki tüm güzellikleri, umutları, özlemleri bizim
yanlız geçmişimiz değil, geleceğimiz olsun.

Onları tanımadan, onları hatırlamadan 12 EYLÜL'DEN ÇIKILAMAZ…


O gidenlerin ilkiydi,

Yürüyordu, iki askerin ortasında, upuzun boyu ve üzerine geçirilmiş beyaz gömlekle
yürüyordu. Elleri arkasından bağlı. Koridor, botlarının üzerine takılmış kalın zincirlerin
sesine boğulmuştu. Üç kişiydiler ama o asılacakların ilkiydi. O kavga günlerindekinden
farksızdı yürüyüşü. Başı öylesine dimdikti ve öylesine gömülmüştü bulutlu göklere. Yıl 1972
idi ve aylardan Mayıs'tı. Üçü de peşpeşe aynı koridorlardan geçtiler, aynı kara kavak
ağacının tanıklığında tekmelediler sehpalarını. Ve bir geleneği geleceğe taşıdılar. Onurla
ve direnerek ölmek…



Şimdi aylardan Ekim, yıllardan 1980, sekiz yıl sonraydı o geceden. Ve onlardan öğrendiği
gibi geçiyordu o koridorlardan Necdet ADALI.

O da gidenlerin ilkiydi kendi kuşağında…

Sehpaya kuş bakışı bakan kavak ağacı halen yaşıyordu ve tanıklık edebilecek kadar dimdikti.

Havalandırmanın ortasına darağacı kurulmuştu. Necdet hiç tereddüt etmedi darağacının
karşısında ve koşarak sehpaya çıktı, cellatlar ne olduğunu anlayamamış, şaşkın bakarlarken,
O gür sesiyle ;


" YAŞASIN TÜRK VE KÜRT HALKLARININ KARDEŞLİĞİ "


diye slogan attı. İp boynuna geçirilmişti, tekrar haykırdı. Ve darağacına çıktığı gibi,
tereddüt etmedi. Sandalyesini tekmeledi…



" Sevgili anneciğim ve Babacığım,

Sizleri ve ezilen halklar uğruna mücadeleyi, erken bırakmak zorunda kaldığım için üzgünüm,
ama bundan ve içinde bulunduğum durumdan dolayı hiçbir zaman pişmanlık duymadan ve şu kısa
yaşamım içersinde hiçbir şahsi çıkar gözetmeden ezilen halklar uğruna verilen mücadelede
yerimi almaya çalıştım ve bundan dolayı gurur duyuyorum.

Hürmetle ellerinizden öperim. Arkadaslara selam. Hosçakalın.

Oğlunuz,

Necdet ADALI "



Zincirini sürüyerek hücresinde spor yapan Serdar SOYERGİN, en sevdiği türkülerini söylüyor
ve idama hazırlık yapıyordu.

Gecenin bir yarısında idama kaldırıldığında o çoktan hazırdı, dostlarına mesajını hücre
arkadaşına söyledi.



"Şunu insanlara anlat. Ben güle oynaya gidiyorum. Geriye dönüp bakma gereği duymuyorum.
Çünkü geçmişimde pişmanlık duyacağım hiçbir şeyim yok. Tekrar yaşama gelsem yine bu görevi,
bu kişiliği seçerdim, bu ihtişamı tekrar yaşamak isterdim. Bunu arkadaşlarıma anlat! Böyle
bilsinler ! Yarın veya herhangi bir gün, kemiklerim dahi kalmış olsa, inançlarını taşıdığım,
düşüncelerini paylaştığım, uğruna severek idama gittiğim insanların, yanına gömülmek
istiyorum. Ben bunları devletten istemiyorum ' Ben bunları sizlerden istiyorum ! Yeri
geldiğinde, benim kemiklerimi Mahir ÇAYAN'ın yanına gömün"

dedi ve koridora çıktı, slogan atarak, yürümeye başladı.



" Yaşasın Halkın Devrimci Öncüleri ! Yaşasın Sosyalizm ! Mahir, Hüseyin, Ulaş Kurtulusa
Kadar Savas ! "

O gitti, ancak Adana cezaevi ayaktaydı artık. Cezaevindeki yoldaşları, o'nu 25 Ekim 1980
şafağına sloganlarla uğurluyorlardı.




Ölülerimiz…

İşte Serdar SOYERGİN.

Bir kahraman,

Faşistler sarmış çevresini.

Sehpada.

Boynunda ip.

Ve o son nefesiyle dalayıp ciğerini

Bir bıçak gibi vuruyor kelimeleri dişleri arasından

Haykırıyor "Ölüm nereden gelirse gelsin hoşgeldi…"




13 Aralık'tı. Erdal EREN gülümseyerek avukatına göz kırptı. Sonra çatılmış üç direğe baktı,
Tıpkı duruşmalarda durduğu gibi dimdik duruyordu, idam sehpasının karşısında. Tam bir
sessizlik vardı. Dimdik sehpaya yürüdü…Tıpkı Deniz gibi, Tıpkı hücre arkadaşı Necdet gibi…
Ne garip şeydi; Ölmek, toprak olmak… O bunları düşünmedi bile. Omuzlarında yüklendiği bir
sorumluluk vardı. Savaşmasını bildiği gibi, ölmesini de bilmeliydi. Göstermeliydi
düşmanlarına 17 yıllık ömrüne sığdırdığı 17 yüzyıllık onurunu…



Bir soğuk yel eser

Üsür ölüm bile

Anlatır akan kanı

Beyaz sesiyle

Gelip kondu bir güvercin

Ellerine o gece

Kırmızı bir çelenk oldu

Bileğinde kelepçe


Bu kış gecesinde, sessizliği Erdal'ın gür sesi yırttı ;


" Kahrolsun Faşizm ! Yaşasın TDKP ! "


13 Aralık'tı. Erdal çatılmış üç direk arasında ipte sallanırken, Denizlerin idamında duvar
çıkıntısından kanat çırpan güvercinler, kanat çırpmadılar. Üzerinden de geçmediler avlunun.
Çünkü onlar, yıllar önce Yetmişiki yılının altı Mayıs gecesi yaşadıklarından sonra, güzel
dünyalara ulaşmak üzere takılıp gitmişlerdi kanadına rüzgarın…



"Sevgili annem, babam ve kardeslerim ;

….

Zavallı ve çaresiz biriymişim gibi ardımdan ağlamanız beni yaralar. Bu konuda ne kadar
güçlü, ne kadar cesur olursanız, beni o kadar mutlu edersiniz.

Hepinize özgür ve mutlu yatam dilerim.

Devrimci selamlar…

Oğlunuz Erdal




Kimse uyumamıştı. Koğuştakiler, hücredekiler hepsi ayaktaydı. Bütün Antep'i kapsayan bir
hareketlilik ve önlem vardı. Buna rağmen bir sessizlik hakimdi koca kente… 10 Haziran'dan
artık dakikalar sayılıyordu. Koğuşlarda nefesler durmuş, yürek vuruşları duvarlarda bir
şeyler anlatır gibi, yankılanıp duruyordu. Koca cezaevinde sanki bir kişi yaşıyordu;
Veysel'in türküleri, hücrelerden gelip Cezaevinin sessizliğinin ortasına düşüyordu. Oradan
tüm kente yayılıyor, duymak isteyen kulaklara ulaşıyordu.



Türkü söyleyerek yürüdü sehpaya Veysel ve haykırdı olanca gücüyle;

" Kahrolsun Fasizm ! Kahrolsun Fasist Diktatörlük ! "

Mektup yazmadı, elleri deysin , gözleri görsün istememişti…



Cellatların yüreğine öylesine korku salmıştı ki, Cenazesini bile ailesine vermediler, bir
kuytuluğa gömdüler, sessizce...



Demir kapı açılıp, Ahmet SANER'in gerilla marşını okuyarak kürsüye doğru yürüdüğünde,
25 Haziran şafağıydı. Kavgadaşı Kadir TANDOĞAN Ahmet'in marşına eşlik ediyordu hücresinden ve
yoldaşıyla yakamozlarda asılmak istiyordu yan yana. Şimdi ancak sloganlarla onu
yolculuyordu. Ve dakikalar sonra onunla buluşmanın garip heyecanını yaşıyordu. Ahmet, Ağır
vakur adımlarla kürsüye yürüdü… Geldi marşını bitirdi… Ve sandalyeye çıktı.

" Katil Oligarşi ! Katil Oligarşi !" diye slogan attı ve sandalyeyi tekmeledi.

Sandalye yere deydiğinde Paşakapısı Cezaevinin üzerinde bir çift kanat, Marmara denizinden
aldığı yakamozları oraya taşıyordu.

Güvercin süzüldü, darağacına yaklaştı ve bir kanat çırptı, ortalığı yakamoz içinde bıraktı.
Bu bir işaretti sanki, bir gerilla marşı daha başladı.

Kadir TANDOĞAN aynı dik yürüyüşle kürsüye yürüyordu. O da Ahmet gibi gülümsüyordu.

Sandalye'ye çıktı. Sandalyeye sıkıca bastı ve haykırdı.



"Katil Oligarsi ! Katil Oligarsi !" Yer gök inliyordu. Ve Kadir sandalyeye pat diye vurdu.
Sandalye bir tekme de Kadirden yemisti.




Binlerce gözüm var

Binlerce safak halindeyim

Anlamak istediğim şeyin karşısında

Çünkü anlamak zorundayım;

Her sevinç kolayca ele geçmez

Insan her acının sahibi değildir;

Gökyüzü ve nehirler olmasa toprak da anlaşılmaz

Ve hayatın kararı kesin;

Son ana kadar onuru koruyanlar yatayacak

Söylenecek son söz kahramanca olmalı…




Anahtar Mustafa ÖZENÇ'in hücresinin kapısında çevrildiğinde, 20 Ağustos 1980'den eskitilen
sadece dakikalardı. Sesle, Mustafa yatağından doğruldu. Hazırlıklıydı …

Geceleri yatağına aldığı, ayağına bağlı demir gülleyi yere bıraktı. Ve ayağa dikildi. O anın
geldiğini anladı ve slogana başladı;



"Kahrolsun Askeri Cunta ! Tek Yol Devrim !"

dipten gelen dalga gibi derinden gelmişti ve yavaşca tüm cezaevini sarmıştı, sloganı. Adana
cezaevi tek yürek olmuş bağırıyorlardı. Başını göğe kaldırdı, yoldaşlarının sloganları
arasında, kürsüye doğru uzun süredir, ilk kez zincirleri ve güllesi olmadan özgürce yürüdü.
Beklemeksizin sandalyenin üzerine çıktı.




Adana cezaevinde sloganlar durmuyordu. Mustafa etrafına bakındı, arkadaşları ile bütünleşti.

Darağacına çıktı, Toroslara çıkmış da yoldaşları ile buluşmuş gibi, gülümsedi…

"Kahrolsun Faşizm !" diye bağırdı, boyun damarlarını şişirerek. Ve tekmeledi sandalyeyi…



O büyük gün geldiğinde,

Ben, kimbilir kaç yıldan beri,

Ebedi yatağımda, toprağın derinliklerinde

Sonsuz bir uykuda uyuyor olacağım.

*****

Ve milyonları saran o tarifsiz sevince,

Ben de sessizce ortak olacağım.

Mevsim ilkbahar, sıcak bir yaz da olsa,

Gece gündüz farketmez, ben her zaman hazırım

Adımın yazıldığı taş bile yıkılsa da,

Kalmamış da olsa

Şu dünyada mezarım,

Hatırlayıp tek canlı gelmese başucuma,

O müjdeyi ben doğadan alacağım.

Nasırlı ellerle yaratılan o görkemli bayrama

Hiç kimse farketmeden ben de katılacağım."



Mustafa ÖZENÇ'in Adana cezaevinde yazdığı bu şiire İzmir'den 3 nefes, bir ilmekte son kez
alınarak selam yollandı. İbrahim Ethem COŞKUN, Seyit KONUK, Necati VARDAR.

12 Mart 1982 günü henüz bitmiş, 13 mart henüz başlamıştı. Cezaevi bütünüyle sessizliğini
koruyordu. Bir çok göz uykuya yatmamıştı. Tüm devlet görevlileri, bir manga askerin
öncülüğünde üç genç işçinin bulunduğu hücrelerin önüne geldiler.




"Geç kaldınız beyler ! Sizleri daha erken bekliyorduk. Biz kendimizi çoktan hazırladık.
Kutsal davamız adına partimizi ve devrimi kucaklıyor, devrimcileri selamlıyorum… Kahrolsun
Faşizm !" diye karşıladı onları Seyit.

Savcı ve diğer görevliler geri çekildiler. Üç genç işçiye kalem ve kağıtlar verildi son
mektupları yazsınlar diye. Onlar da ailelerine, dostlarına son bir sesleniş olsun diye
yazdılar mektuplarını. Ama egemenler bunu bile onlara çok gördüler, sakıncalı buldular
mektupları ve imha ettiler. Zarfa konmuş son nefeslerine bile tahammülleri yoktu, onları da
boğdular.



Önce İbrahim'in kapısı açıldı. Sonra Necati'nin. En sonunda da Seyit'in. Yan yana hücrelerde
kalıyorlardı. Herbiri çıktığında kalanlarla vedalaştı. Kapıları açtıramadılar, onlar da
parmaklıkları aralarına alıp sarıldılar birbirlerine, tıpkı bir mitingte kolkola yürür gibi…

Ve birbirlerine ;

"Biz bu davaya baş koyduk, başımız devrime, halkımıza ve partimize feda olsun" dediler.



İbrahim ;

"Kahrolsun fasizm ! Yasasın Kürt-Türk halklarının Mücadele Birliği !" sloganlarını o yüksek
ve gür sesi ile haykırdı.

Üçünün yüreklerinde tıpkı aynı zaman mekanında ayarlanmış bir saat gibi vurdu, bu slogan.
Tüm cezaevinin sessizliği bu vuruşla bozuldu. Buca cezaevi ayağa kalkmış, sloganlarla
dostlarını uğurluyorlardı.

Üstlerinde beyaz uzun idam önlükleri vardı. Elleri arkadan bağlanmıştı. Sanki cephede düşen
arkadaşının yerini doldururcasına sırayla sehpaya çıktılar.


Cellat, uyandı yatağında bir gece
"Tanrım" dedi. "Bu ne zor bilmece:
Öldükçe çoğalıyor adamlar
Ben tükenmekteyim öldürdükçe..."


Cellatlar tükenmişti. Ama emir almışlardı. Son gayretlerini toplayıp, olanca öfkeleri ile 3
yoldaşı astılar. İbrahim, Necati ve Seyit, ilerde bir randevuda buluşacaklarmış gibi, yan
yana yatıyorlardı soğuk cezaevi avlusunda.

" Kahrolsun Faşizm ! Yaşasın Sosyalizm ! Yaşasın TKEP ! "

Geride bıraktıkları en son sesti bu. Duvarlara çarpa çarpa döndü, bu ses cezaevinin üstünde.
Kulaklara çarpa çarpa yüzyıllık bir korku olarak indi cellatların yüreğine…



Adana Kapalı Cezaevine üçüncü darağacı kurulmuştu. Gün devrilmiş 23 Ocak 1983 henüz
başlamıştı. Zemheri ayı olmasına rağmen, Adana güzden kalma ılık bir günü yaşamaya adaydı…



23 Ocak ; Ali AKTAŞ için önemli bir gündü. Böyle bir 23 Ocak günü doğmuştu. Köyünde ki ılık
esintileri düşünüyordu. Portakal ve limon ağaçları henüz yüklerini boşaltmamış, bu ılık
esinti altında, dallarını aşağıya sarkıtmış usulca hareket ediyorlardır diye düşündü.
Yatağında dönerken.

Tam da doğduğu gün, faşizm onun yaşamına son vermek için tüm hazırlığını tamamlamıştı. Bir
avluda üç tane ağaç çatılmıştı ve ilmek edilmiş bir ip gelmekteydi, eski bir ağaç
sandalyenin üstüne…

Portakal ve limon ağaçları çok uzaklarda, köyünde kalmıştı. Onlar doğumlara şahitlik yapmak
istiyorlardı, Akdenizin ılık esintisiyle. Ölümlere değil …


Ali çağrıldığını duyunca, uyandı. Hücresinde ayağa kalktı ve arkadaşları ile slogan atarak
vedalaştı.

Ayağında bot, beyaz önlüğünün içinde elleri kelepçeliydi. Öylece yürüdü. Sarı ampulün
aydınlatamadığı avludan, asker ve gardiyanların arasından geçerek ve sehpaya çıktı.

" Ben insanların mutluluğu için çalıştım, mutluluğu için de ölüyorum…!

"Kahrolsun Askeri Fatist Diktatörlük !"

"Yaşasın devrim / Yaşasın Sosyalizm !"

Bütün söylecekleri bu kadardı. Sonra bir kuğu gibi başını uzattı ipe. Kimse sandalyesine
yönelmeden, ayağıyla sandalyeye vurdu. İp sarktı. Darağacı gıcırdadı. Avlu, Çukurova, Adana,
İskenderun ve tüm portakal ağaçları susmuştu…


Ömer YAZGAN, Ramazan YUKARIGÖZ, Erdoğan YAZGAN ve Mehmet KAMBUR.

17 Ocak 1981'de yakalandılar. 30 Mart 1981'de iddianameleri hazırlandı. Dördü için idam
isteniyordu. Herşey 20 günde bitti. 20 Nisan'da kalemler kırılmıştı jet hızı ile.

Cunta yine kan istiyordu. Ömer ve arkadaşları, kavgaya gider gibi idama hazırlanıyorlardı.
Gece nöbetlerine daha dikkatle kalkıyorlardı. Bu arada organlarını bağışladılar. Faşizm
onların yaşamasına izin vermiyordu. Bari, başka insanlar yaşasındı. Yaşamaya bir tutkunluk,
bir insan sevgisiydi bu…



Gölcük Cezaevi, diğer zamanlardaki gibi sakin ve sessiz bir gecenin kucağında kıyıya demir
atmış bekleyen gemileri andırıyordu. Gece yarısı henüz olmuştu. Çok sayıda askeri araç,
cezaevinin önüne sıralandılar. İçlerinden inen askerler çevreye mevzilendiler. İçeriye
girenlerden bir manga hemen idamlıkların hücrelerine yöneldi.

Uyanmışlardı. Elbiselerini giydiler ve slogan atmaya başladılar. Marşlar ve şiirlerle tüm
cezaevi ayağa kalktı.

Fazla değil, yarım saat önce durgun sulara demir atmış gemi suskunluğunda olan cezaevi
inliyordu. Yürekler, sesler birbirine çarpıyordu.

Kapı açılmadan birbirleri ile vedalaştılar. Dört yürek bir oldu. Kapı açıldığında
sloganlarına devam ediyorlardı. Önce Ömer çıkarıldı, sonra diğerleri. Yumruklar tekmeler
arasında sloganlarını haykırıyorlardı.

"Kahrolsun Faşizm ! Yaşasın Mücadelemiz !"

Ayrı ayrı arabalara bindirilerek İzmit cezaevine getirildiler. Cezaevinin demir kapısı
açıldı, tek tek içeri alındılar. Ardlarından demir kapı kapandı. Küçük bir cezaeviydi.
Avukatlarına da haber vermemişti cellatlar…

Gecenin soğuğu insanın içine işliyordu. Demir kapı, bütün şeylerin üstünü örtmüştü. Onlar
ölümün soğuk yüzünü hergün yaşamışlardı. Bu nedenle içeride neler olduğu bilinmese de,
bilinen, onların ölümü eskittikleriydi…


29 Ocak 1983 şafağında, ayrı ayrı tekmelediler sandalyeyi cellatların yüzlerine karşı.

Dört devrimci yanyana uzanmışlardı. Sanki sessizce konuşuyorlardı. Ömer Polatlıda, diğerleri
İstanbulda toprakla bütünleşeceklerdi. Ömeri üç yoldaşı tabutlarının içinde yatariken
uğurladılar, Polatlıya.

Ömer ve arkadaşlarının yazdıkları mektuplar ailelerine verilmedi.


Buca cezaevinde 7 Ekim 1984 henüz başlamıştı. Koridor kapısının açılması ile İlyas HAS,
hücresinde hazırlandı. Beklediği andı. Önceden planladığı gibi slogan atmaya başladı. İşte o
anda tüm cezaevi ayaklandı. Tüm koğuşlar siperlerinden fırlamıştı. Sloganları mermi yapıp
yoldaşlarını asmaya götürenlere atıyorlardı. Buca cezaevi, İlyasla birlikte sehpaya
yürüyordu.

İlyas mektubunu yazdı, avukatı ile vedalaştı. Sloganlara devam ederek sehpaya doğru yürüdü.


Elleri arkadan kelepçeliydi. Avlunun ortasına üç kuru ağaç parçası çatılmıştı. Ağaçlar
suskundu. Yanında ve arkasından gelenler de ağaçlar kadar suskundu.

Sehpaya kendisi çıktı. İlmek boynuna geçirildi. Slogan atmaya başladı. Yukarı doğru zıpladı
ve vücudunu boşluğa bıraktı.

Buca sustu, gökyüzü sustu. Yazdan kalan güz esintileri bir daha geçmemek üzere Buca'dan,
durdular...


Burdur cezaevindeki İdamlıkların en neşelisi Hıdır'dı. Ölümle alay edercesine durmadan
mektuplar, şiirler yazıyor, türküler söylüyordu. Hele yeni idamlıklar geldiğinde, ağzını
mazgal deliğine dayayıp; "Hele Ulaş'a, Ulaş'a" yı söylemesi. Herkese güç veriyordu.


Saat beş'e geliyordu. Üç gardiyan sessizce Hıdır'ın hücresine geldiler. Hıdır kalktı ve
Giyindi. Hücre arkadaşları "Ne oluyor " diye sorduklarında. "Galiba öbür tarafa gidiyorum
"diye espri yaptı.

Hücrelerdeki idamlıklar, slogan atmaya başlamışlardı. Hıdır ailesine ve dışardayken gönlünü
verdiği kız arkadaşına yazdığı mektupları, bitirmek üzere iken sloganları, derinden derine
duydu. Gülümsedi. O bu sesleri ve o çırpınışları, patlayan bir volkan şiddetiyle duvarlara
çarpan yürekleri, bir bir biliyordu, hepsini tanıyordu.

Beyaz gömleği giydi. Müdürün odasından çıkar çıkmaz, var gücüyle sloganlarını haykırdı.
Hücrelerden gelen sloganlarla, sloganları buluştu.


Karşısındakiler pürdikkat içinde Hıdır'ı izliyorlardı. Günün soğuk ayazı çökmüştü havaya.
Dışarıdaki otlar kırağıya boğulmuşlardı. Yüksek dağlar güneşin ışınlarını almak üzereydiler.

Ve ipi boğazına geçirdikten sonra sandalyeye bir tekme'de Hıdır attı…

Bütün gardiyanların, askerlerin ellerinden kan damlıyordu. Vücutları, göz akları, saç
telleri katlettikleri insanların kanlarıyla doluydu.

12 Eylül darağacından beslenmesini, Hıdır ile geçici durdurmuştu. 7000 genç daha idam ile
yargılanmıştı. 517'si idam cezası almıştı ve cezaevindeki günleri darağacının gölgesinde
geçirmişlerdi.

Sanılmasın unutuldular,

Sanılmasın hatırlamıyoruz,


Onlar 78 Şafağının atlıları;

Onlar bir çiçek gibi arı, taze ve renkliydiler. İnsan olmaktı suçları ve insanları sevmek.

Baskısız, sömürüsüz, özgür bir dünya istediler.

Özgürlüğün doyumsuz tohumları gibi düştüler toprağa. Bire bin verdi başakları.

Kaldırın yattığınız yerden başınızı kaldırın.

Bakın !

Bıraktığınız yerde yürüyor yoldaşlarınız…

Kim demis ölüm var diye bize ?

Kardes kardes atan bu yürekler bizim…

Selam Olsun sizlere… Selam olsun… And olsun…

__________________
SENI ANLAMAK YASMAKTIR
SENI YASAMAK
AMANSIZLIGA KAVGA VE POSTAL SESLERI ARASINDA
DIRENGENLIGE DURMAKTIR
SENI BILMEK YASAMI BILMEK
SILAH OMZUNDA TOPRAGA DUSMEKTIR
SENI ANLATMAK EYLULU GUNLERI GECMISE YOLAMAKTIR`



BANA MAVI ETIKETLI BIR RAKI GETIR
DIYARBAKIR’DAN BIR AVUC TOPRAK
BİTLİS’TEN BIR TUTAM TÜTÜN
AVUCLARINDAN İÇECEGİM
BIR TAS SU GETIR MUNZUR’DAN
BANA ISTANUL’DAN BIRAZ LODOS
MALATYA’DAN SARI KAYISILAR GETIR
BANA KENDINIDE GETIR MEMLEKETIMDEN
SENINLE BIRLIKTE GETIR MEMLEKETIMI
..
  Alıntı ile Cevapla
Eski 16-11-2007, 15:07   #2
Aktif Üye
Üyelik Tarihi: Jun 2007
Bulunduğu Yer: ankara
Yaş: 45
Mesajlar: 209
Tesekkür: 0
10 mesajina 11 kez tesekkür edildi
 crazydark isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı emeğine sağlık

haklısın can anmak lazım devrim şehitlerimizi ne için öldüklerini kavramak lazım bizden sonrakilere devredeceksek acımızı anlayabilmek lazım yaşadıklarını yaptıklarını emeğine sağlık ruhları şad bıraktıkları daim olsun tüm devrimcilerimizin

  Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Tags
eylül, kahramanlarıİdamlık, mektuplari, veda

Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş arama yap
Modları Göster

Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık



Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 00:23 .
Telif Hakları vBulletin v3.8.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.

Modified by HAKANDOST

eXTReMe Tracker




Valid XHTML 1.0 Transitional


Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.1