Ana Sayfa


Sonbahar Logosu Ana Sayfaya Gidin Ekibimiz Forum Kuralları Arama
Geri Dön   Dostun Sayfasi > Serbest Bölge!

Serbest Bölge! Kategorize edemediğiniz her telden konuyu bu başlık altında tartışabilirsiniz.

Cevapla
 
LinkBack Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
Eski 22-11-2007, 20:58   #1
Dost
Daywalker - ait Avatar
Üyelik Tarihi: Oct 2006
Bulunduğu Yer: İstanbul
Yaş: 36
Mesajlar: 1,302
Tesekkür: 41
92 mesajina 265 kez tesekkür edildi
 Daywalker isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı Alevilikte tasavvuf inancı ve var oluş

Bu konuyu ele alıp işlemek yazı yazmak konuları anlayabilmek o kadar zor ki bu kısa çalışmayı hazırlamak için epeyce bir uğraşı verdim. Bazen kendime sordum acaba kitap yazanlar ne kadar zamanını bir kitap yazmaya veriyorlar? Çünkü çok meşakkatli bir iş yazı yazmak. Aleviliği çok derinden etkileyen ve Aleviliğin mayasında var olan inançlardan biriside tasavvuftur. Gerçi Alevilik her itikattan kuralları içinde barındırır. Ama tüm kurallar tüm başka itikat kavramları Alevi inanç potasında eritilerek Aleviliğe dönüştürülmüştür. En çok etkileyen itikat ise tasavvuftur. Kimi Alevi bilgeleri bunu önemsemiyor ama her Alevi ritüelinde tasavvuf etkili olmuştur. Peki, tasavvuf ne zaman hangi tarihte ortaya çıkmıştır? Tarih kaynaklarında bundan yaklaşık 3000 yıl evvel tasavvuf benzeri inançların özellikle hindistanda en eski din kitapları olan vedalarda bu kavramı bulmak mümkündür. Vedalarda ilk çağlarda ateş, hava ve güneş kutsal kabul edilen unsurlar idi. Hintliler hemen her varlığın oluşumunda bu elemanların etken olduğuna inanıyorlardı. Hintliler bu maddelerin ışığında kâinatın varlığını ortaya koyan tezler geliştirmişlerdir. Örneğin ‘’panteizm’’ diğer bir anlatımla kamu tanrıcılığı. Hint filozofları öyle bir ilahi güç tanımışlardı ki o ilahi varlık Brahma’dır. Asıl amaç Brahma’ya varmak onda kaybolmak dünya nimetlerinden el etek çekmek ve çok sefil bir hayat yaşamak gerekir ki Brahma’ya varabilesin. Sevmek âşık olmak dünyaya gönül vermek bunların hepsi boş işler idi. Aslıda ruh her an cesedi terk etmeye hazır ruh cesette mutsuzdur ruhun mutsuzluğu ancak iyi bir ahlakla dürüst bir yaşamla Brahman’a varmak ve onda kaybolmak ile anlamlı hale gelir diye düşünmekteydiler. Daha sonraları Budizm’in kurucusu olan Peygamber Buda dünyanın görüntüsü yaratıcı gücün bizzat kendisidir diye iddia ediyordu. Burada Buda ilahi gücün görünür bir hale gelmesini gerçek olmasını sağlamıştır. Öyle ki yaratıcıya ulaşmak ancak adaletli, dürüst, hak, hukuka saygılı olmak şartıyla mümkündür demekteydi. Eğer bu saydığımız kurallara insan bağlı değil ise onun Nirvanaya ulaşma şansı asla olmayacaktır. Budist felsefenin ulaşmak istediği güç Nirvanadır. Tek amaç tek istek onda kaybolmak ve fenafillâh makamını elde etmektir. Budistlere göre evrenin her noktası canlıdır. Ölüm yok olmak değil vuslata varmak demektir. Budistlerin ilahi mabudu Nirvanadır. Eski Hintliler birçok tanrıyı birleştirerek tek tanrı ismi altında Brahman olarak adlandırmışlardır. Bunların adlandırdığı bu ilahi güç bizzat tabiatın kendisidir. Gene ünlü düşünür Konfiçyus ise ilahi gücü bir krala benzetmekteydi bu düşüncesinin ışığında krala biat etmek ve dua etmek şarttır, diye söylemekteydi. Şöyle ki insanları bile sınıflara kralın ayırdığına inanmaktaydı ona göre krallar adil ve dürüst insanlar olmalıydı çünkü krallar ilahi gücü temsil ederler diye düşünüyordu. Eski Türklerde ise ilahi güç ‘’Cemal’’ olarak adlandırılırdı onlar aşk ve sevgiden bu dünya oluşmuştur, diye inanmaktaydılar.
siteadi.com - Alevilikte tasavvuf inancı ve var oluş Mısırlı, Hermes’te bu inançlara benzer uygulamalar ortaya koymuştu. Bana göre Anadolu tasavvuf felsefesine en çok etkisi olan düşünce sistemi antik çağ, Roma ve Yunan felsefeleridir. Milattan önce (m.ö) 8.y.y ile milattan sonra (m.s.) 5. y.y arası yanan bu alev hem Arap âlemini hemde Anadolu bilgelerini derinden etkilediğine inanmaktayım. Peki, neydi bu antik çağ felsefesi?

Antik çağ felsefesi Yunan ve Roma felsefeleridir. Klasik ilk çağ felsefesini dile getirdiği için bu isimle anılır. Bu felsefenin özelliği ,” bilmek için bilmek “niteliğini taşımasıdır. Hint, Mısır felsefeleri ise” kullanmak için bilmek” özelliğini taşır. Antik çağ bilginleri tabiat olaylarını , mevcut her şeyi inceledikten sonra her varlığın kaynağının bir öze bağlı olduğuna inanmaya çalışmışlardı. İlk felsefeci sayılan Thales her mevcudun, her şeyin sudan oluştuğuna inanıyordu. Ona göre susuz hiçbir şey oluşamazdı. Thales’e göre su canlıdır. Her varlık suyun çeşitli şekiller almasıyla ancak oluşmuştur. Su olmasaydı evren var olamazdı. Ona göre suyun bir özü olmalıydı. Su bahsedilen bu özden meydana gelir. Thales’in bu görüşlerine katılmak mümkündür. Özellikle tüm canlıların sudan ya da su türü özelliklere sahip maddelerden oluştuğu günümüzde de kabul edilmektedir. Örnek olarak insan bedeni meni ve yumurtadan oluşur.İnsan bedeninin 4/3 te sudur. Bir takım balıklar yumurtadan meydana gelir.Gezegenemizin de 4/3 sudur. Örnekleri artırmak mümkündür.
Thalesten sonra bu savlara yeni ilaveler yaparak devam ettiren felsefecilere canlı “Özdekçiler” denmiştir. Miletliler grubundan olan Anaksimandros varlıkların sonsuz çeşitliliğini dikkate alarak her şeyin sadece sudan oluşmadığını ileri sürmüştür.Daha sonra varlıkları oluşturan Özün sonsuz, sınırsız, belirsiz olması gerektiğini varsaymıştır. Bu savına ise (ape iron) demiştir. Bu özdek aynı zamanda zıtlıklarıda içinde barındırmalıydı.Anaksimandros ‘ a göre zıtlıklar varlıkların oluş sebebidir.
Onun talebesi olan Aneksimenes ise somut bir varlık olan havanın varlığın özü olduğunu, her var olanın oluşumunda havanın etkili olduğunu, havanın sıkışması ve seyrekleşmesiyle evrenin oluştuğunu iddia etmekteydi. Aneksimenese göre hava canlıydı nasıl ki hava olmadan canlılar yaşayamıyorsa dünyada havasız olamazdı. Aneksimenes bu teziyle havayı yaratıcı öz olarak kabul ederek aynı zamanda ruh düşüncesini de ortaya atmıştır. Daha sonraki asırlarda bu yaratıcı öz düşüncesi , ilahi güç inancına dönüşmüştür.Özelikle Tasavvuf düşünce mensupları bu inancı daha da geliştirerek vahi inancıyla bütünleştirmişlerdir. Doğacı olan Aneksimenes acaba bunu böyle mi varsaymıştır ? bu tam bilinemez. Aneksimenes bu düşünce metodu kanımca oldukça gerçeksidir. Havasız bir canlının yaşamasına olanak olmadığı bir hakikattir. Canlı varlıkların tümü hava olarak bilinen elle tutulamayan gözle görülemeyen ya da çok zor görülebilen şekilsiz gaz halinde bulunan bu maddeden beslenir. Hayvanlar oksijenden bitkiler ise karbondioksitten yararlanır. Hayvanların çıkardığı karbondioksit gazı bitkilerin yaşaması için gerekli olan bir madde iken onların fotosentez yoluyla dışarıya attıkları oksijen hayvanların yaşamasında etkili olan bir maddedir. Bu durumda birbirine zıt olan iki element aynı zamanda kendi varlıklarının yaratıcısıdır. Aneksimenes dünyanın her yanı canlıdır demekteydi

Aneksimenes’ten sonra gelen Herakleitos ise “bu evreni ne Allah ne İnsan yaratmıştır” demiştir. Ona göre ateş daha büyük devinime sahiptir. Devinim: Hareket, intikal, cereyan.(Almanca bewegung.)Her türlü değişme. Herakleitos’a göre ateş başı sonu olmayan tek yaratıcıdır. O yandıkça evren var olmaya devam edecektir. Doğa olayları kendi karşıtlarına dönüşürler diye inanmaktaydı. Karşıtlar bir ve aynı şeylerdir. Biri değişerek ötekisi olur bunada (Yu-Harmonia) en güzel uyum denir. Ateşin var edici olduğuna inanan Herakleitos ruhunda ateşten meydana geldiğine inanıyordu. Ateş gerçekten yaratıcı gücü olan bir elemandır. Hemen her canlının oluşumunda ateş etkendir. Isının olmaması halinde canlıların hareket etmesi olanaksız gibidir. Mesela insanın vücut ısısı 37,5 celsıustur. Isı bu düzeyden yukarı ya da aşağıda olursa vücut normal görevlerini asla yerine getiremez. Velhasıl kelam ateşsiz bir dünya düşünülemez, bu tez oldukça gerçekçidir.
Şimdi toprağın önemini ortaya koyan diğer antikçağ filozofu Empdokles’in tezinide açıklayarak bu konuya bir nokta koyalım. Ona göre bitkiler toprak olmadan ne gelişebilir nede yaşayabilir.Üç(hava,su,ateş) element yalnız başına bir şey ifade edemez toprağında yaratıcı güç olduğuna inanmak gerekirdi.Dört öz bulunmayan bu kâinatın var olması mümkün olamazdı. Bizden yaklaşık 2000-2500 yıl önce yaşayan filozoflar yoğun gözlemler yaparak tabiat olaylarına göre bu sonuçlara varmışlardır. Bu felsefenin Aleviliği ne kadar etkilediğini Yunus Emreden şu şiirle taçlandırmak gerekir;
Nitelüğüm soran işit hikayet
Su vü toprak od’u yıl oldu surêt
Muhâlif çâr unsurdan vücudum
Sâzkar eyledi virdi kerâmet.
Yunus Emre insanın dört zıttan oluştuğunu ortaya koymaya çalışıyor.
Padişehler padişehi ol gân’i
Emr ile viribidi bize can’ı
Od’u su vü toprağı yıli bile
Anun ile bûnyâd eyledi teni.
Burada antikçağ inancı ile kutsal var oluş itikadı karma hale getirilmiş. Yunus bu tezini ortaya koyarken, yaratılmışların yaratıldığına inanıyor; ama varlıkların genede dört unsurdan meydana geldiğini kabul ediyor.
Ünlü ozanımız Kul Himmette vücudunu dört nesneden halk etti demektedir.
Gene başka bir ozanımız Caferoğlu bakın ne yazmış.
Bu anasır dört güruhtur
Dördünden biridir İnsan
Bu sırrı duyan ariftir
Hep değil yarıdır İnsan.

Ozanımız burada dört unsur inancını gizemli bir şekilde dile getiriyor. Bu koşukta insanın eşit özlerden oluştuğu vurgulanmıştır. Varoluş inancına daha sonraki asırlarda nasıl bakıldığını inceleyelim.
İSLAM DİNİNİN ETKİLİ OLDUĞU ÜLKELERDE ORTAYA ÇIKAN VAROLUŞ TEORİLERİHUKEMA TEORİSİ)
Özellikle İslam peygamberi Hz.Muhammed’in m.s. 632 yılında hakka yürümesinden sonra meydana gelen hilafet ve devleti yönetmek için yapılan kavgalar sonucu Emevilerin 661 yılında iktidara gelişleri.750 yılında Abbasilerin ayaklanmasıyla Emevilerin ortadan kaldırılması.Bu iki hanedan iktidarların uygulamaları birbirine benzer.İki hanedanda İslamı temsil ettiklerini ileri sürmüştür. İslam adına yaptıkları savaşlarda işgal ettikleri ülkelerde diğer milletlere acımasız davranmışlardır. İslam adı altında sistemlerini tamamen zorba, dayatmacı anlayışa dayandırdıkları için emri altındaki milletlerin ileri gelenlerini yeni arayışlara sürüklemiştir. Bu dönemlerde mezhepler ortaya çıkar ve birçok dinsel tarikatlarda onların saltanatı esnasında türer.
Abbasiler zamanında bizim itikadımızı da etkileyen Hukema felsefecileri adlı din bilginleri türer. Bu din adamları dört dinin kabul ettiği kutsal var oluş teorisine alternatif var oluş teorisi ortaya koymuşlardır.
Hukemacılar ilahi varlığın aktif ve pasif iki kabiliyete haiz olduğunu, aktif güce külli akıl(tüm akıl) ,pasif kabiliyete ise külli nefis(tüm nefis) demişlerdi. Aktif güç ile ondan , onunla birlikte pasif güç ya da nefsi küll oluşur.(Tüm nefis)
Bu oluşum mecburidir ne emirle nede telkinle olacak bir şey değildir.Bu iki kabiliyetten gökler ve onların cisimleri olan yıldızlar meydana gelir. Yıldızların dönüşleri kendi istekleriyle zorunlu bir dönüştür. Bu dönüşten dört unsur oluşmuştur. Sırayla su, hava, ateş ve toprak’tır. Bu elemanların özellikleride gezegenlerin kendi etrafında dönüşlerinden meydana gelmiştir. Yedi gezegenin bulunduğu yedi gök ve göğü kaplayan yıldızlar, burçlar, göğü ile bunu kaplamış olan ve içinde hiçbir şey bulunmayan dokuzuncu gök (atlas göğü) ve dört unsur birleşerek yeryüzündeki canlıları cansızları ve bitkileri meydana getirir. Arapça üç doğmuş çocuk anlamına gelen (Mevalide Selase) diye anılan cansızlar, bitkiler ve canlılara oranla dokuz gök yüce babalar olarak adlandırılmıştır. Yüce babalar olarak adlandırılan dokuz gök diğer bir tanımla “ab’ayı ulviye “olarak tanımlanmıştır. Dört unsur ise daha alt kademede bulunduğundan “ummehatı süfliye “ olarak adlandırılmıştır. Yaratanın yaratıcılığı gereklilik arz ettiğinden, evren yaratılmakla beraber yaratanla birliktedir, onunla var olup, onunla var olmaya devam eder.
Evreni ilahi güç yaratmıştır ama genede evren onunla hep birlikte olacaktır ve hep onunla birlikte idi. Evren ne onun önünde ne de sonunda yer alır. Onunla bir bütünlük içindedir. İnsanın yaradılışı ise şu şekilde tanımlanmıştır;
İnsan yaratıcı kudretin aktif ve pasif kabiliyetinden (yeteneğinden) gökler ve unsurlar alemine onların birleşmesinden cansızlar, bitkiler ve canlılar dünyasına gelmiş babasının yediği içtiği cansız bitki ve canlılardan baba belinde meni, ana rahminde yumurta şeklini almıştır. Baba ile Annenin cinsel birleşiminden bu evrene doğmuştur. İnsan hakka yürüdükten sonra, ceset gene toprağa ruhta hakka yürür.(hak katına çıkar.) Hukemacılar sadece hakla birlik olmak için iyi ahlak ve dürüst olmak gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Onlara göre bir kişi kötülük içinde yüzmüş ise kötü felli bir hayat geçirmiş ise, onun hakka yürümesinden sonra ruhunun hak ile birleşmesi mümkün değildir. Ancak kişi yeryüzünde herhangi bir varlıkta çile çekerek hakka yakın bir duruma gelince tekrardan göğe uçarak hak ile hak olma şansına sahiptir. Birçok tarikat ve inançta olduğu gibi Hukemacılar da ruh göçüne bu şekilde inanmaktaydılar. Alevilikte ruh göçüde buna benzer. Yunus Emre’nin bu felsefecilerden etkilendiği şu dizelerden açıkca anlaşılmaktadır.

Ummi benem Yunus benem
Tokuz atam dört anam

Hukema felsefecileri diğer birtakım akımlara da bu düşünceleriyle de öncülük etmişlerdir. Bugün “Batınilik” olarak adlandırdığımız inanç bu felsefecilerin yardımlarıyla ortaya çıkmıştır. Birçok tarikat bu sistemi yani “Batıniliği” bir dini kural olarak olmazsa olmaz olarak kabul eder.

BATINİLİK İNANCI VE ANLAMI :
Batin: İç anlam, giz sır. Duyu organlarıyla algılanan nesnel varlık alanı değil içe kapanık düşünme ile kavranılan görünmeyen gerçek varlık.demektir.
Ansiklopedi: Biri görünen(zahir) diğeri görünmeyen (batin) olmak üzere iki alan vardır. Görünen alan zahir görünmeyen alanın batın bir yansıması durumundadır. Bu sebeple gerçek alan görünmeyen alandır. Ve tanrısal ortam burasıdır. Yalnızca duyu organlarının algılamasıyla yetinen yüzeysel bilgili insanlar, nesnel alanın görünüşüne aldanır ve tanrısal gerçekliğe ulaşamazlar. Batınilik ilk kez Abbasiler döneminde ortaya çıkmıştır.Ehl-i sünnet yorumlara alternatif olmuştur. Şii inançlı, Şia dan ayrılan tüm siyasi, felsefi akımların uyguladıkları bu itikat, daha sonra tasavvufçu birçok tarikatça da kabul edilmiştir. Batınilikte, Hakikat’i hak kavrama aracı talimdir. Doğrunun ölçütü birlik(vahdet) yanlışın ölçütü çokluktur.(kesret) Hakikati öğreten masum imamdır. Çünkü doğrunun kaynağı masum olan imamın talimidir. Sünni inanışta ise sadece peygamber ve peygamberler masumdur yani onlar asla hata yapmamışlardır. Batınilikte ise peygamberle birlikte Hz. Ali ve imam olan Hz. Ali evlatlarıda masum kabul edilmiştir. Kur anın içsel Batıni anlamı tek olan gerçeğin kendisidir. Kur an Cebrail’in getirdiği bir vahiy değil Hz. Peygamberin kendi sözleridir. Buna göre Peygamber konuşan durumundadır. Yani natık’tır. Ona karşı olan samit (sessiz) olan imamın talimi ile ortaya çıkar. Hz. Muhammed’in Samiti Hz. Ali’dir. Hadisleri ve ayetleri ancak imamlar anlayıp yorumlayabilir. Onların yorumlarına uymak gerekir.(kaynakça Esat Korkmaz Alevilik Bektaşilik Terimleri Sözlüğü adlı kitap) Batıniler bana göre kutsal kitaba tam inanamadıklarından asıl kendi inançlarını uygulamaya devam etmişlerdir. Tarihte Batıni yıldızları birçok savaşın çıkmasına sebep olmuştur. Aslında batıni anlayışlarıyla egemen güçlere karşı mücadele etmeyi yeğlemişlerdir. Hukema inancını biraz değiştirerek, özellikle Abbasiler döneminde (ilk zamanlarında), tasavvuf adlı itikadın gelişmesini sağlayan “Sufiler “ ortaya çıkmışlardır.

Tasavvufçularda Batıniliği kabul etmişlerdir. Özellikle bizim Alevilik Bektaşilik yolu bu itikadı tam bir inanç kuralı haline getirmiştir. Batıniler Kuran’ı farklı yorumlararak Kuranın bir görünüş şekli (zahiri) bir de içselleştirilmiş, görülmeyen iç anlamı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Asıl önemli olan konu Kur an’ın Batıni yanını anlamak olmalıdır. Bence bu akım mensupları aslında takıyye yaparak mevcut inancı reddetmeye çalışmışlardır. Yoksa inancın farklılığını ortaya koymak farklı algılamak mümkün müdür? Bana göre asıl amaç kendi eski itikatlarını devam ettirmektir. O sebeple yeni bir yorumla güçleri yetmediği için kendi inançlarını devam ettirmeye çalışmışlardır. İsmailiye mezhebi hukemacı ve Batınilerin düşünceleri ışığında ortaya çıkmıştır.
Tasavvufçular hukemacıların görüşlerini biraz daha değiştirerek tasavvufta yeni bir uygulama ortaya koymuşlardır. Şöyle ki; Tasavvuf sözcüğü Yunancadan Arapçaya geçen (sofos) kelimesinden türediği; sufi kelimesinin de aynen sofos sözcüğünden türetildiği anlaşılır. Kelam sözcüğüde (logos) kelimesinin Arapça tercümesi olduğu yazılı kaynaklarda mevcuttur. ( kaynakça: Abdulbaki Gölpınarlı islamda şia mezhepleri)Tasavvuf islam ülkelerinde basit ibadetle başlamış dünya işlerinden el etek çekilmesi ve yalnız Allaha yönelme olarak algılanmıştır. Tasavvuf sözcüğü bu mesleği seçenlerin sof yani yünlü kaba elbise giydiklerinden yoksulluğu, yokluğu kabul ettiklerinden, saf itikatlı temiz, kötülükten uzak kaldıklarından Allaha yakın olmak istediklerinden sof, suffe, safve, sıfva, kırda biten sufane çiçeği gibi, tertemiz çiçeklerden geldiklerine inananlar olduklarına inanılırdı. Tasavvuf felsefesini en çok İrani halklar, Türkler ve Anadolu insanları önemsemiştir. Gerçi Arap aleminde yetişen ünlü sofiler vardır. Onların en ünlüsü tasavvuf felsefesinde masum kabul edilen, Hüseyin Oğlu Hallac-ı Mansur’dur. Mansur m.s. 859 yılında doğmuş ve 922 yılında şeriat mahkemesince yargılanmış düşüncelerinden ötürü idama mahkûm edilmiş ardından el ve ayakları kesilerek idam cezası infaz edildikten sonra uzunca zaman cesedi darağacında bırakıldıktan sonra bir müridi tarafından kurumuş ceset indirilip yakılmıştır. Daha sonra külleri Dicle nehrine atılmıştır. Hallac-ı Mansur hakkı kendisinde kabul eden onunla birlikteliğini savunan Enel Hak’çı bir sofudur. Bir şiirinde ‘Ey dileyen kişinin dilediği senin yüzündende şaşırmışım, kendimede şaşmadayım. Beni kendine öyle yaklaştırdın ki seni ben sandım vecitte kendine öyle yaklaştırdın ki beni kendinde yok ettin.(Louis massignon basımı jurnal asiatigue janvieer mars 1931 sayfa 30) Ben seninle hep birlikteyim senden hiç ayrı olmadım ve de değildim bazen aşka geldiğimde seni bende kendimi sende kaybolmuş görüyorum o sebeple ben senim sende bensin’. Arapçayla ‘ENE EL HAK’ yani ben hakkım sonucuna varmıştır. Bugün en yüce dar duruş şekline Mansur dar’ı deriz. Mansur bizim yol göstericimiz itikadımızın ana sembolüdür. Her ikrar töreninde ve ayrıca görgü cemlerinde pirin huzurunda durulan dardaki duruş hallerinden ayaktaki duruşun hali. Onun ikrarını ve düşüncesinden ödün vermediğini simgeler. Bizdeki anlamı onun gibi sözüne sadık itikadına sadık durmak, yani verdiğin sözden geri asla geri dönmemektir.
Tasavvuf inancı altın çağını ise M.s. 1000- 1300 yıllarında yakalar. Bu dönemlerde çok ünlü tasavvufçular yetişir. Feriddin Attar, Beyazıd Bistanî, Farabi, Hallac-ı Mansur, Muhiddin Arabi, Pir Ahmet Yesevi, Mevlana Celaleddin Rumi, Ahi Evran, Pir Hacı Bektaşi Veli ve daha nice pirler bu dönemlerde ilim ve irfan ile yeryüzünü aydınlatmaya çalışmışlardır.
Tasavvuf inancı anadoluda kurulan tüm tarikatların kabul ettiği bir itikattır. Yalnız bu tarikatların uygulamalarına baktığımızda hemen birçoğu (yani sunni tarikatlar) üç aşağı beş yukarı aynı özelliklere sahip iken, Alevi Bektaşi tarikatı ise apayrıdır. Birçok sunni tarikat piri, ehl-i sunnet yorumunu aynen kabul etmiştir. Ve bunu ritüellerine yansıtmıştır. Ama Bektaşi ve Alevi tarikatı, ehl-i sunnet yorumlarını devre dışı bırakarak kendi uygulamalarını öne çıkarmıştır. Zaten farklı oluşu dışlanmışlığı da bu yüzdendir. Bana göre bizim pirler İslami değerleri bir örtü olarak kabul etmiş fakat ritüellerine yansıtmamaya çalışmışlardır. Kutsal kitabımız İmam Cafer Buyruğunda on iki erkândan birisi küfr iman eylemektir. Bu sözcüğün karşılığı sözlükte şöyle açıklanır;
Gizlemek, örtmek farklı görünüp farklı yaşayıp, farklı inanmak.
İslam ansiklopedisinde ise, bu sözcüğün anlamı Allaha karşı gelmek ve yalancı olmak, Allaha eş koşmak demektir.
Şimdi tasavvuf ilmine göre var olan her şey hakkın görüntüsü ve bu görünen varlıkların birlikteliğine de hak denmelidir. Bunu da varlığın birliği, Mutlak’ı vücud inancıyla açıklamaya çalışmışlardır. Vahdet’i vücud inancına göre yaratan ile yaratılan aynıdır yaratma ya da yaratılma yoktan değil, gizlilikten açığa çıkmadır. Yani bilinmeyen ( sır olan ) tanrı görünüş alanına çıkınca bilinen, evrene dönüşmüştür. Görünen her varlık bir bütünlük içinde hakta görünür.
Tasavvuf inancına göre, tüm evren hak ile özdeştir. Aslında evren ile hak ayrı ayrı varlıklar değildir. Tek varlıktır. Hakkın varlığı evrenin kendi tecellisidir. Görünen var olan ne var ise o’dur. İnsan da o düzen içerisinde yer aldığından Allahtan bir parçadır. Ve hak insanın kalbinde mevcuttur. Bu düşüncenin ışığında insan tanrısal bir niteliğe sahiptir. Burada karşımıza şu durum çıkıyor yoktan var etme kutsal var oluş inancı, ister istemez dışlanmış edilmiş oluyor. Zira kutsal semavi dört din Allah her şeyi yoktan var etmiştir şeklinde yazar. Tasavvuf ise buna alternatiftir. Var oluş teorisini daha değişik bir açıdan ortaya koymaya çalışmıştır. Bana göre bu iki inanç, bu farklılıklarından dolayı biri birisinin aynısı değil alternatifidirler. Evet, tasavvuf var olmayı hakkın özünde fışkırma şeklinde tanımlar iken, bu oluşumun belli zaman dilimleri içerisinde olduğunu da iddia eder. Görünüş alanına çıkan hak, varlıkların en olgunu olan insanda daha belirgin bir halde kendisini ortaya koyar. Evet, insan bu inanç gereği neredeyse tüm tanrısal özellikleri içerisinde, üzerinde taşır.
Mesela bu özellikleri sıralayacak olur isek;
1)İnsan Hakkın konuşan dili, söyleyen ağzıdır. Eski değimle insan kelamullah’ı natık’tır. Bundan dolayı insan konuşan haktır.(Tanrıdır)
2)İnsanda bulunan düşünme ve yargılama yetenekleri ilahi niteliklidir.
3)Var olan her şey hak için geçerlidir. Var olanlarla tanrı tektir. Varlıkları ayrı ayrı sınıflandırmak hakkın mevcudiyetini reddetmektir. Var olan her şey onun birliğine tanıktır.
4)Alevi Bektaşi İnancı insan kavramı üzerine kurulmuştur. İnsan, gövde ve ruh ikilisinden kurulu bir bütündür. Onun bir yanı tanrıya bir yanı da dünyaya bağlıdır. (Gövde dünyaya ruh ise tanrıya bağlıdır.)
Tasavvuf inancı gereği ruh tanrısaldır. O vücudu döndürür. Bakın Yunus bu konu hakkında ne yazıyor.


Ruhum dan kimesne haber viremez
Emr dür kadirliği virür hareket.

Burada ozanımız ruhun akıbetini kimsenin bilmediğini nereden gelip nereye gideceğini tespit etmenin zor olduğunu çok açık bir şekilde anlatmaya çalışıyor.

Çarhı felek yoğudi canlarımız variken
Hiçbir şey yok iken ruhlarımız var idi diyor koca Yunus.

Evvel benem ahir benem canlara can veren benem.
Yunus insanın öncül ( kadim ) olduğunu, başlangıçta var olduğu gibi, var olmaya devam edeceğini, insanın ölümsüzlüğüne de bu beytinde işaret etmeye çalışıyor.

O kadiri kûn feyekûn
Rahman benem.

Burada hak ile insan birdir denmekte insanın tanrısal öz ile donatılmış olduğu varsayılır.
Evvel kadim ondan sonra zevali yok
Sultan benem
Yunus burada insanın ölümsüzlüğüne inanmakta, şeriatın ileri sürdüğü gibi bir başlangıç ve sonun olamayacağı düşüncesini ortaya koymaktadır.

Hakkı ister isen ademde ara
Irakta mekkede hacda değil.

Kaygusuz Abdal, Hakkın insanın özünde olduğunu burada vurgulamaya çalışıyor.

Yine alevi ozanı şiir’i;
Cihan var olmadan ketm’i ademde
Hak ile birlikte yektaş idim, ben
Yarattı bu mülkü çünkü o demde
Yaptım tasvirini nakkaş idim ben

Burada ozanımız evren yok iken ben Allahla birlikteydim demeye çalışır.

19. y.y. ozanı Edip Harabı bakın ne yazmış;

Yoğ iken Ademle Havva alem de
Hak ile hak idik sırrı mübhemde

Sırrı mübhem: Karanlıkta üstü örtülü sır âlemi.

Edip Harabı bu dizelerde Adem ve Havva yok iken biz Hakkın sırrında mevcut idik. Onda bilinmeyen bir şekilde varlığımız var idi demeye çalışıyor.
İnsanoğlunda daha birçok marifet vardır. Bugün insanoğlu beyninin çok az bir kısmını kullanabiliyor. Ya hepsini kullanabilse? Acaba neler yapamaz ki? Bunu şu an kestirmek çok zordur. Eski çağ ile bugünkü dönemi karşılaştırdığımızda her şey bütün çıplaklığıyla ortadadır.

Saydığımız kuralların ışığında insanın özellikleri tanrısaldır, diyebiliriz. Şimdi birazda diğer ozanlarımızın dizelerine yer verelim, tasavvufun ışığında bakalım neler yazmışlar.

Ali Hilmi dede:

Tuttum aynayı yüzüme
Ali göründü gözüme
Nazar eyledim özüme
Ali göründü gözüme.

Aynayı yüzüne tutan postnişin Ali Hilmi dede Ali’nin yüzünü yüzünde gördüğünü ve onun varlığının kendisinde mevcut olduğunu anlatır. Alevi inancına göre Ali de Allahın tüm sıfatları mevcuttur. Tanrı, Ali sıfatında, Allahın bizatihi kendisidir. Ayrıca bu dizelerde insanın ölümsüzlüğüde işlenmiştir. İnanç gereği insan ölmez ancak don değiştirir. Alevi inancında can aynı zamanda ruhun bizzat kendisidir.

Canlar canını buldum bu canım yağma olsun

Burada candan kasıt Tanrı’dır.(Hak’tır)

İnsan denen varlık iki ayrı özden oluşmuştur. Bu özlerden biri gövde öteki, niteliği belli olmayan ruh’tur. Yani candır. Gövde kural gereği madde olduğundan tekrar maddeye dönüşür, yani toprak olur. Ruh ise tanrısal olduğundan dolayı kendi kaynağı olan hakka döner. Bu inanç aynı zamanda ruh göçünü de ortaya koyması açısından çok ilginçtir. Yunus’tan örneklere devam edelim;

Hakkı emri geleceğiz bu gövdede can neylesün
Can gövdeden ayrılacak tamarlarda kan neylesün Etüm sünüğüm çürüye tamarlarda kan kuruya
Görmez misin ölenleri sözümde yalan neylesün.


Yunus bu şiirinde canın gövdeden ayrıldıktan sonra vücudun ne hale geldiğini, anlatıyor. Ruhsuz gövdenin bir işe yaramadığı çok açık bir şekilde ifade ediliyor.
Yunus aynı zamanda insanın bir sevgi yumağı olduğunu da vurgular. Ona göre aşk iki türlüdür biri hak aşkı, ötekisi insanların birbirlerine olan sevgisidir. Temelde aşk tanrısal nitelikte olup, illaki hak aşkı en kutsal aşktır.

Tecelli eyledi, Ali den zati
Cemalinden gördüm ef’al sıfatı.

Basri baba burada Allahın özelliklerini Ali’de gördüm der.

Görünen kendinsin bil yoktur ağyar
Anasır donunda kulsun hem mabud.

Ozanımıza göre yeryüzünde görende görünende, insan biçimine giren haktır.

Kutsal kitabımız Buyrukta ise kâinatın varlığı şu şekilde tanımlanıyor.

Daha on sekiz bin âlem yoğ iken Muhammet ile Alinin Nur’u Arşta, Hak katında yeşil kuduret kandilinde asılı durur iken, Allahın onlara olan aşkından dolayı aralarında yel şeklinde görünür ve bu kâinat onların nurundan (ruhundan) oluşur.

Cihan var olmadan evvel yaradan ehl-i beyt’in nurlarını (Ruhlarını) yaratıp fezada yeşil bir kandilde asmıştır. Hak Muhammet Ali arasında görülmüş ve bu aşk sırrından evren doğmuştur.

Burada çok açık bir şekilde Aleviliğin Bektaşiliğin tasavvuftan etkilendiğini görmekteyiz. Gerçi biraz değişikliğe uğramış gibi görünüyor ise de temelde bir fark oluşmamıştır.
Pirimiz Hacı Bektaşi Veli bu ilmin ışığında hakka varışın ancak marifetle, çeşitli aşamalardan geçtikten sonra, hakla buluşulabileceğini ve bunu bir sisteme dönüştürdüğünü görüyoruz.
Pirimize göre hak ile hak olmanın yolu ilk etapta ayn’en yakıyn, ilm’el yakıyn, hakk’el yakıyn aşamalarından geçilmelidir.
Tasavvuf inancı Pir Hacı Bektaşi Veli ve ondan sonra onun ekolünü sürdüren erenler tarafından daha da olgunlaştırılarak doruk noktasına çıkarılmıştır. Öyle ki insanı sevmek, onu yüceltmek, tasavvufun olmazsa olmaz kuralı haline getirilmiştir. İnsan sevgisi öyle bir hal almıştır ki her kim ki insanı önemsemiyorsa, ona hürmet etmiyor ise hakkın birliğine varamaz. Bu düşüncenin ışığında kötü insanın yani sevgiden uzak olanın, ehli Kâmil sıfata erişmesi imkânsız olur.

Bu yolun amacı insanı severek hakkın sırrına erişilebilmesi olanağını elde etmektir. İnsan nefsini terbiye ederse yolun kurallarını hayatına uygularsa gideceği son nokta sırrı hakikat âlemidir.
Pirimiz Hacı Bektaşi Veli ve yol erenleri insanın hakla hak olmasını ilk etapta üç aşamaya bağlamışlardır. Daha önce açıkladığımız gibi bu aşamalar sırasıyla aşağıda anlatılmıştır.
*Birincisi ayn’el yakıyn: ayn’el yakıyn aşamasında, kişi görerek duyarak tanıma, anlama olup bitenleri kavrama, gerçekleri gözle, kendi bütünlükleri içerisinde görme aşamasıdır.
*İkinci aşama ilm’el yakıyn aşamasıdır. Kişi bilgi edinerek bilerek, bilim ve fen yoluyla öğrenip tanıma, anlama noktasında olmalıdır.
*Üçüncü aşama hakk’el yakıyn aşamasıdır. Bu durumda kişi gerçeğe ulaşır, bütün olayları, evrenin, yaradılışın, oluşum gizliliklerini görme, tanıma sırrına erir. Kısaca bu aşamada insan yüksek derecede algılama gücüne erişmiş, artık her şeyi değerlendirebilecek konuma gelmiştir.
Bunun dışında Pirimiz Hacı Bektaşi Veli insanın hak ile hak olabilmesi için, Dört Kapı Kırk Makam denilen sistemleri de hayatına uygulayarak sırrı hakikat yoluna erişebilir. Bu makamlara sırasıyla şeriat, tarikat, marifet ve sırrı hakikat denmiştir. Her kapının on kuralı vardır. Bu kuralların tümünü burada açıklamaya gerek yoktur. Burada özellikle şeriat kapısıyla ilgili görüşlerimi sunmak istiyorum. Şeriat sözcüğü kuranın ayetlerinin uygulanması anlamını içeriyor olmasına rağmen burada kastedilen şeriat sözcüğü (makamı) Alevi yol ve kurallarını anlatmak için kullanılır. Kısaca şeriat kapısı bana göre Alevi – Bektaşi inancı gereği yolda yapılması gereken ibadet ve diğer dini uygulamaları ifade etmek içindir. Alevi yol erkânı dini motifleri şeriat ilmiyle uzaktan yakından alakadar değildir. Sadece örnek olması açısından kısaca kapılarla ilgili bir misal verecek olur isek şeriat kapısı insanın çocukluk dönemlerini, tarikat kapısı gençlik, marifet kapısı orta yaş, sırrı hakikat kapısı ise insanın yaşlılık devrelerini kapsar. Dört kapı kırk makam kurallarını, (gereklerini) yerine getiren bir insan en sonunda ehl’i kâmil bir sıfata erişir. Artık bu aşamaya gelen kişi ile hak arasında olan perde kalkmıştır. İnsan bu evrede artık yüreğiyle görür. İnsan bu haliyle fenafillâh makamına erişmiş olup tanrılaşmıştır. Allah ile kendi arasında olan fark artık kalmamıştır. Senlik benlik ortadan kalkmış insan ile Tanrı tekleşmiştir. Yalnız bu aşamaya yol gereği ancak Erenler ulaşabilirler. Bununda nasıl ve ne şekilde olacağı bilinemez.
Alevi Bektaşi itikadında ehl’i kâmil sıfata uyan imam Ali’dir. Onda hakkın ruhu hakkın varlığı mevcuttur. O birçok ozanımızca bizzat yaradan ilah olarak kabul edilmiştir. Bu algılama tasavvuf felsefesine de çok uygundur.

Yeri göğü arşı kürsü yaradan
Men Ali'den başka Tanrı görmedim
Yaradub kulunun kısmetin veren
Men Ali'den başka Tanrı görmedim

Bin bir ismi vardır bir ismi Allah
Eğer inanmazsan hem vallah billah
Ademi görmüşüm elhamdülillah
Men Ali'den başka Tanrı görmedim

Cennet-i alanın altundur taşı
Her ne görür isen hikmettir işi
Yüz yiğirmi dört bin nebiler başı
Men Ali'den başka Tanrı görmedim

Ali gibi er gelmedi cihane
Ana da buldular dürlü bahane
Yedi kez uğradım ulu divane
Men Ali'den başka Tanrı görmedim

Derviş Ali'm bu ikrara beli dir
Dilim söyler ama kendim delidir
Allah bir Muhammed Tanrı Ali'dir
Men Ali'den başka Tanrı görmedim…

Okunduğu üzere tasavvufun kurallarına uygun itikat içinde olan şairimiz inancımızı bu şiirinde çok iyi temsil etmektedir.
Bizim tasavvuf inancımız ademperestliktir. Her şeyi onda mevcut bilen onu hak seviyesine koyan, tüm evreni kardeş kabul eden. Her varlığı olduğu gibi koruyan küçümsemeyen, onu yücelten gelişmesini sağlayan ve bunu amaç edinen bir itikattır tasavvuf. Bizim inancımızın kıblesi insan, dini sevgidir.
Tasavvuf çok etkin bir şekilde M.s. onuncu yüzyıldan sonra uygulanmıştır. Yunus Emre bizim inancımızın ilahiyatçısıdır. Özellikle Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre dönemleri ılımlı ve insancıl iken, sonraki yıllarda tasavvuf felsefesi mensuplarının, daha mücadeleci bir anlayışa sahip olduklarını görüyoruz. Mesela Şah İsmail ve Pir Sultan Abdal dönemleri gibi.
Bugün bile tasavvuf özünden bir şey kaybetmeden bizlerce uygulanır. Hala tüm Aleviler, Bektaşiler evrene kardeş gözüyle bakarlar, öyle de inanırlar. Meşhur kuralımız olan yetmiş iki millet birdir bizim için inancı tasavvuf öğretisinin ışığında oluşmuştur. Doğayı, hayvanları, koruyan onların gelişmesini, yaşamasını sağlayan kural ve kavramların takipçisi olan, gönlü sevgi, menzili barış olan yaşama, inanma, insan için gerekli olan bütün kural ve kavramları içinde barındıran bu itikat biz Alevilerce yaşatılmaya çalışılıyor.
Tasavvuf itikadı insan aşığı bu aşkı, sevgiyi hakla birleşmek olarak algılayan, tertemiz adaletli, hak, hukuk, eşitlik, özgürlük, evrensel hümaniter değerlere saygı duyan, o değerleri önemseyen tüm güzellikleri içerisinde barındıran birazda mistik bir ruh anlayışına sahip olan itikat biçimidir. Bizim emelimiz bu inancı anlaşılır hale getirerek tüm dünyaya özünden koparmadan anlatmak öğretmek uygulatmak ve uygulamak olmalıdır.
Gelecek nesillere bir ışık olarak sunacağımız Alevi inancı, umarım tüm dünyanın uhrevî ve dünyevî ihtiyaçlarına cevap verebilir. Tüm dünyanın bu nur’a ihtiyacı vardır. Hem de çok… Belki kinler savaşlar bu inanç sayesinde sona erer belki yarınki dünya inancımızın ışığında şekillenir. Tüm insanlığa Alevilere esenlik mutluluk dolu yıllar ancak barışla mümkün olabilir. Barış olmadan hiçbir zaman huzur olmayacaktır. Huzurun kaynağı insan sevgisidir.
Tezimi ve inancımızı çok açık bir şekilde ortaya koyan ünlü ozanımız Edip Harabi’nin 28 ayetten oluşan şiiriyle taçlandırmak istiyorum. Çünkü sırrımız bu beyitlerde saklıdır.


Daha Allah ile cihan yok iken
Biz ani var edip ilan eyledik
Hakk'a hiçbir layik mekan yok iken
Hanemize aldik mihman eyledik

Kendisinin ismi henüz yok idi
Ismi söyle dursun cismi yok idi
Hiçbir kiyafeti resmi yok idi
Sekil verip tipki insan eyledik

Allah ile burda birlestik
Nokta-i amaya girdik birlestik
Sirr-i Küntü kenzi orda söylestik
Ismi serifini Rahman eyledik

Asikar olunca zat ü sifati
Kûn dedik var ettik bu semavati
Birlikte yarattik hep kainati
Nam ü nisanini cihan eyledik

Yerleri gökleri yaptik yedi kat
Alti günde tamam oldu kainat
Yarattik içinde bunca mahlûkat
Erzakini verdik ihsan eyledik

Asilsiz fasilsiz yaptik cenneti
Huri gilmanlara verdik ziyneti
Türlü vaidlerle her bir milleti
Sevindirip sad ü handan eyledik

Bir cehennem kazdik gayetle derin
Laf atesi ile eyledik tezyin
Kildan gayet ince kiliçtan keskin
Üstüne bir köprü mizan eyledik

Gerçi Kün emriyle var oldu cihan
Ars-i Kürsü gezdik durduk bir zaman
Bos kalmasin diye bu kevnü mekan
Ademin halkini ferman eyledik

Irfan olan bilir sirri müphemi
Izhar etmek için ism-i azami
Çamurdan yogurduk yaptik ademi
Ruhumuzdan bir ruh revan eyledik

Adem ile Havva birlik idiler
Ne güzek bir mekan bulduk dediler
Cennetin içinde bugday yediler
Sürdük bir tarafa puyan eyledik

Adem ile Havvadan geldi çok insan
Nebiler Veliler oldu mümayan
Yüzbin kerre doldu bosaldi cihan
Nuh Naciyullah'a tufan eyledik

Salihe bir deve eyledik Ihsan
Kayanin içinden çikti nagehan
Pek çoklari buna etmedi iman
Anlari hak ile yeksan eyledik

Bir zaman Eshabikefhi uyuttuk
Hazreti Musa'yi Tur'da okuttuk
Siti çulha yaptik bezler dokuttuk
Idris'e biçtirip kaftan eyledik

Süleyman'i dehre sultan eyledik
Eyyub'a acidik derman eyledik
Yakub'u aglattik nalan eyledik
Musa'yi Suayb'a çoban eyledik

Yusuf'u kuyuya attirmis idik
Misir'da kul diye sattirmis idik
Zeliha'yi ona çattirmis idik
Zellesinden bendi zindan eyledik

Davut peygambere çattirdik udu
Kazadan kurtardik Lût ile Hûd'u
Bak ne hale koyduk nar-i Nemrud'u
Ibrahim'e bag u bostan eyledik

Ismail'e bedel cennetten kurban
Gönderdik sad oldu Halilürrahman
Baligin karnini bir hayli zaman
Yunus peygambere mekan eyledik

Bir mescide soktuk Meryen Anayi
Pedersiz dogurttuk orda Isa'yi
Bir Agaç içinde Zekeriyya'yi
Biçtirip kanina rizan eyledik

Beytimukaddeste Kudüs sehrinde
Nehri Seria'da Erden nehrinde
Tathir etmek için günün birinde
Yahya'yi 'Isa'yı uryan eyledik

Böyle cilvelerle vakit geçirdik
Bu enbiya ile çok is bitirdik
Baska bir Nebiyi zişan getirdik
Anin her nutkunu Kur'an eyledik

Kuffari Kureysi ettik bahane
Mehmet Mustafa geldi cihane
Halki davet etmek için imane
Murtaza'yi ona ihvan eyledik

Ana kiyas olmaz asla bir nebi
Nebiler sahidir Hakk'in habibi
Biz ani Nebiyyi-ihsan eyledik

Hak Muhammed Ali ile birlesti
Hep beraber kabekavseyne gittik
O makamda pek çok muhabbet ettik
Leylerelesrayi seyran eyledik

Bu sözleri sanma her insan anlar
Kus dilidir bunu Süleyman anlar
Bu sirri müphemi arifan anlar
Çünkü cahillerden pinhan eyledik

Hak ile hak idik biz ezeliden
Ta ruz-i Elestte Kalubelide
Mekan-i Hüda'da bezm-i celide
Cemalini gördük iman eyledik

Vahdet alemini bilmeyen insan
Insan suretinde kaldi bir hayvan
Bizden ayri degil Hazreti Süphan
Bunu Kur'an ile ayan eyledik

Sözlerimiz bizim pek muhakkaktir
Dogan ölen yapan bozan hep Haktir
Her nereye baksan Hakki mutlaktir
Ahval-i vahdeti beyan eyledik

Vahdet sarayina giren için
Hakki heykelyakin görenler için
Bu sirri Harabi bilenler için
Birlik meydaninda cevlan eyledik



ALINTI DEĞİLDİR!

Benzer Konular
      Alıntı ile Cevapla
    Yandaki üye(ler) bu mesajindan dolayi Daywalker üyemize tesekkür ettiler
    igoigo (11-01-2016), Malik DOSTELi (10-10-2020)
    Eski 22-11-2007, 21:00   #2
    Dost
    Daywalker - ait Avatar
    Üyelik Tarihi: Oct 2006
    Bulunduğu Yer: İstanbul
    Yaş: 36
    Mesajlar: 1,302
    Tesekkür: 41
    92 mesajina 265 kez tesekkür edildi
     Daywalker isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
    Tanımlı 2. bölüm

    Arkadaşlar alıntı değildir cümlelerde düşüklükler olusmus olabilir ama kusura bakmıyacağınızı sanıyorum. Tamamen okumadan yorum yapmayınız. Gerçekten bulunması zor bilgilerdir emeklerime değeceğine inam ediyorum.

      Alıntı ile Cevapla
    Eski 06-02-2008, 15:55   #3
    Dost
    Daywalker - ait Avatar
    Üyelik Tarihi: Oct 2006
    Bulunduğu Yer: İstanbul
    Yaş: 36
    Mesajlar: 1,302
    Tesekkür: 41
    92 mesajina 265 kez tesekkür edildi
     Daywalker isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
    Tanımlı

    Gerekli ilgi gösterilmediği taktirde geri dönüşüm kutusuna taşınacaktır.

      Alıntı ile Cevapla
    Eski 06-02-2008, 18:17   #4
    gz_antepli
    Guest
    Mesajlar: n/a
    Tesekkür:
    mesajina kez tesekkür edildi
     
    Tanımlı

    Sevgili daywalker

    İnanki bana muhtaşem bir yazı yazmışsın
    Birazda beni şaşırttın
    (Çünkü Güldüren genç,felsefe yapmıştı)

    Harikasın çok güzel bilgiler hazırlamışsın
    Ellerin dert görmesin
    Yüreğine sağlık sevgili dostum

      Alıntı ile Cevapla
    Cevapla

    Tags
    alevilikte, inancı, oluş, tasavvuf, var

    Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
    Bu Konuda Ara:

    Gelişmiş arama yap
    Modları Göster

    Yetkileriniz
    You may not post new threads
    You may not post replies
    You may not post attachments
    You may not edit your posts

    BB code is Açık
    Smileler Açık
    [IMG] Kodları Açık
    HTML-Kodları Kapalı
    Trackbacks are Açık
    Pingbacks are Açık
    Refbacks are Açık



    Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 04:10 .
    Telif Hakları vBulletin v3.8.4 © 2000-2024, ve
    Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.

    Modified by HAKANDOST

    eXTReMe Tracker




    Valid XHTML 1.0 Transitional


    Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.1