Ana Sayfa


Sonbahar Logosu Ana Sayfaya Gidin Ekibimiz Forum Kuralları Arama
Geri Dön   Dostun Sayfasi > Serbest Bölge!
Yardım Takvim Bugünkü Mesajlar Arama

Serbest Bölge! Kategorize edemediğiniz her telden konuyu bu başlık altında tartışabilirsiniz.

Cevapla
 
LinkBack Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
Eski 06-05-2010, 11:26   #1
Onursal Dost
Lavinia - ait Avatar
Üyelik Tarihi: Jan 2009
Yaş: 35
Mesajlar: 696
Tesekkür: 958
563 mesajina 4998 kez tesekkür edildi
 Lavinia isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı Deniz benim gençliğim, çocukluğum...

Deniz benim gençliğim, çocukluğum...
siteadi.com - Deniz benim gençliğim, çocukluğum...


Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan. Ölümü beklerken.



06/05/2010 02:00
Önce dağlarda, kentlerde öldürdüler. Sonra Denizleri astılar. Siyasete bir kez daha kan girdi. Askeri darbenin ne olduğunu bir kez daha anladık. Demirel, arkadaşları Denizlerin idamı için öyle istekliydi ki, bazıları oylamada iki ellerini birden kaldırıyordu





ORAL ÇALIŞLAR
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan 6 Mayıs sabaha karşı Mamak Askeri Cezaevi’ndeki hücrelerinden alınarak Ankara Ulucanlar Kapalı Cezaevi’ne götürüldüler. Ayakları elleri zincirlerle bağlıydı.
Biz onların yanı başındaki bir koğuştaydık. Cezaevinin çevresinde olağanüstü bir hareketlilik yaşandığını fark ettiğimizde, Denizleri almaya geldiklerini anladık. Biraz sonra cezaevi koridorlarındaki gürültüler arttı. Zincirli kapılar şakırtılar içinde açılıyor, içeriye birtakım üniformalılar giriyor ve kapılar yeniden kapanıyordu.
İnfazların Ulucanlar Cezaevi’nde yapılacağını biliyorduk. Bu hazırlıkların da onun için olduğunu tahmin etmemiz zor değildi. Koridora bakan demir kapılar akşam sayımlarından sonra kapanıp, zincirlendiği için Denizleri görmemiz mümkün değildi.
Denizleri götürüyorlardı. Deniz’in, ‘Eyvallah arkadaşlar’ dediğini duyduk. Onun sesini son kez dinlemiştik. Bizlere veda ediyordu. Yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Arkadaşlarımızı yanı başımızdan alıp idama götürüyorlardı. Koğuşta hepimiz birbirimize bakıyorduk ve sesimiz çıkmıyordu. Götürdüler onları...
Radyodan idam edildiklerine dair Sıkıyönetim bildirisini dinledik. Sabah oldu. Sayım yapıldı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Havalandırma kapısı açıldı. Sessizce dışarıya çıktık. Yine kimse konuşmuyordu. Sert adımlarla atılan volta sesleri dışında çıt çıkmıyordu.
Teğmen Burhan Poturna ve doktor Yüzbaşı Metin Denli, bize nispet verircesine keyifle koridorlarda dolaşıyorlardı. ‘Bak astık işte’ diyor gibiydiler. (Daha sonra onları terfi ettirdiler. Metin Denli general oldu, Genelkurmay Başkanlığı Sağlık Dairesi Başkanlığı’na getirildi.)
6 Mayıs 1972 günü gerçekleştirilen idamlar, bir askeri darbenin son ürünlerinden birisiydi. Önce dağlarda kentlerde 68 kuşağının en parlak olanlarını öldürdüler. Kızıldere’de Mahir Çayan ve arkadaşlarını imha ettiler. Sonunda da Denizleri astılar.
Siyasete bir kez daha kan girdi. Askeri darbenin ne demek olduğunu bir kez daha anladık. Süleyman Demirel ve arkadaşları Denizlerin idamı için öylesine istekliydiler ki, bazıları Meclis’teki oylamada iki ellerini birden kaldırıyorlardı.
68 kuşağının bir anlamda ‘intihar’ sayılabilecek eylemlerinin psikolojik altyapısını uzun uzun tartışabiliriz. O dönemdeki gençliğin sonuç vermeyecek yollar izlediğini, yanlış sebep-sonuç ilişkileri kurarak hareket ettiğini bugün çok daha net bir şekilde görebiliyoruz, konuyu daha sağlıklı analizlerle inceleyebiliyoruz.
Ama insaf ile söyleyelim, bu devlete yön veren irade, darbelere meraklı militaristler, gençleri köşeye sıkıştırmak, onların özgürlük ve değişim taleplerini kanla bastırmak konusunda en küçük bir kararsızlık gösterdiler mi? Gençlerin, devletin örgütlediği silahlı çetelerin saldırısına uğradıkça, köşeye sıkıştıkça, sonu bilinen silahlı eylemlere yöneldiklerini biliyoruz.
9 Mart 1971 tarihinde bazı solcu grupların bir darbe girişiminin parçası haline gelmiş olmaları, solun darbeci olduğu yönündeki toptancı yorumun temellendirmesi için kullanılan en temel argümanlardan biri.
O dönemde de bugün de solun bazı kesimlerinin darbecilere akraba olduklarını bilmeyen kalmadı. Ancak 6 Mayıs 1972 tarihinde darbecilerle işbirliği yapıp Denizlerin idamlarının gerçekleşmesini sağlayanlar sağcılardı: Başta Süleyman Demirel ve Alparslan Türkeş olmak üzere AP’liler ve MHP’lilerdi. İdam cezaları onların oylarıyla onaylandı, onların çabalarıyla komisyonlardan yıldırım hızıyla geçti.
6 Mayıs 1972’de Denizleri idam edenler darbecilerdi, işbirlikçileri de sağcılardı. Bunu objektif bir tarih bilgisi olarak akılda tutmakta büyük yarar var.
Denizlerin idamı, Mendereslerin idamından sonra siyasete ikinci kez kanın girmesiydi, siyasetin kanlanmasıydı. Bunu diğer cinayetler ve darbeler izledi.
Bizler ise hâlâ gözünü kan bürümüş darbecilerin aramızdan aldığı arkadaşlarımızın yasını tutuyoruz.
Deniz benim gençliğim, çocukluğum...
Onu hatırladıkça, gözlerim doluyor, hep genç kalan fotoğraflarına bakıyorum, yaşlandığımı hissediyorum...




‘Daha iyi bir ayakkabım vardı, fırsat vermediler ayağıma geçirmeye...’

1969, Malatya TİP’in önü, seçim çalışmaları. Oral Çalışlar (ayakta, soldan üçüncü), 1997’de vefat eden İMKB Başkanı Tuncay Artun (ayakta, sağdan dördüncü), Cengiz Çandar (ön sıra, soldan üçüncü) ve Hacı Tonak (ön sıra, sağ başta).
HACI TONAK

6 Mayıs’tan dört yahut beş gün önceydi. Deniz, Hüseyin ve Yusuf’la son kez (Mamak Askeri Cezaevi) Ön Hücreler’de bir araya geldik.
Darbecilerin, 1961 Anayasası’nı yerle bir etmeyi hedefleyen anayasa değişikliği girişimini protesto için bir süredir açlık grevindeydiler. Bunun, ‘Kuğunun son seslenişi’ olduğunu biliyorduk. Ne yemek, ne su kabul ediyorlardı.
Görünüşleri korkutucuydu. Açlık grevini su içmeden yürütmenin ne demek olduğuna ilk kez o gün, o görüşmemizde tanık oldum. 38 yıldır gözlerimin önünden gitmez o görüntüleri. Anlatılamaz bir durumdu. Ayakta durabilen, güçlükle de olsa konuşabilen mumyalar gibiydiler. Gözleri kocaman kocamandı. Kolları, bacakları uzamıştı. Tenleri balmumu renginde ve gergindi. Boyunları incelmiş, elmacık kemikleri dışarı fırlamıştı. Kaşları, kirpikleri yapma gibiydi. Tanımakta güçlük çekmiştik. Tanıdığımız Deniz, Hüseyin, Yusuf değillerdi.
Dediler ki: Açlık grevinden vazgeçmeyi düşünüyoruz. Çünkü öldürüme birden karar verebilirler. O zaman da, bu durumumuzla, hakkımızda rivayet çıkarırlar: “Korktular... Sehpaya zorla biz çıkardık...” derler... Ne diyorsunuz?
Ne diyebilirdik?
Sarılıp kucakladık, omuzlarına dokunduk, ellerini tuttuk, “Ne iyi yaptınız, çok sevindik Deniz; çok sevindik Hüseyin; çok sevindik Yusuf” dedik.
Yanılmıyorsam 12’nci gününde bırakmıştık biz, açlık grevini. “Siz bırakın, ama biz sürdürelim” demişlerdi çünkü. Oysa onların sürdürmesini de istemiyorduk.
Şöyle demiştik biz: O halde birlikte yürütelim, olmaz diyorsanız siz de bırakın!
Ne var ki, çok şiddetli ve caydırıcı olabilecek kararlılıkta olamamıştı bu itirazımız. Bir Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nin onlara ilişkin hükmü Askeri Yargıtay’ca onaylanmıştı. Söze, itiraza fazla yer bırakmayan bir durum söz konusuydu. Belki son günlerini yaşıyorlardı. O günleri ne yapacaklarına biz nasıl karar verebilirdik?
O gün, açlık grevini bırakmalarına, bedensel anlamda o kadar tükenmiş görünüyorlardı ki, aslında sevinemedik bile. Yalnızca biraz ümitlendik. ‘Bakalım, yarın ne getirir’ derler ya; öylesi bir ümitlenme!
Sırt sırta dizili hücrelere bir dolu, bir boş olmak üzere çapraz yerleştirilmiştik; haberleşme olmasın, ya da güç olsun diye. Deniz’in hücresi, benim hücremin arkasındaki hücrenin sağındaydı. Açlık grevinin son döneminde ve sonrasındaki dört ya da beş gün boyunca nefesimi tutup ondan gelecek her tıkırtıya, her gürültüye kulak verdim. Biliyordum ki, herkes en yakındaki hücrede kim varsa, ondan bekliyordu aynı gürültüyü.
Birbirimize seslenmiyor, birbirimizle konuşmuyorduk; yas içinde, keder içindeydik. Sadece bekliyorduk...

Cuma, bir hıdrellez günüMamak’tan alınıp götürüldüklerinde sanıyorum, gece yarısını biraz geçiyordu. ‘Bugün cuma, bugün ayrıca Hıdırellez!’ diye düşündüğümü hatırlıyorum. Cuma ve Hıdırellez, Müslümanların iki kutsal günü. Gelenek, zorunlu olmadıkça can almayı yasaklıyor egemenlere böylesi günlerde. O gece, nereden geldiyse, bunlar geldi aklıma. Belki avundum da, bir süre. Küçük, umarsız, yoksul bir sevinç!
Gazeteler, birkaç saat sonra gerçeği çarptı yüzümüze. Ondan önce de, radyo... Radyo, yalan da söyleyebilir gibi görünüyordu. Yabancı bir nesne; dokunamıyor, göremiyorsun. Açma kapama düğmesi de başkasının elinde. Gazeteler öyle mi? Hücreden içeriye atıverdiler birer ikişer. Bakmaya, okumaya korktum diyemem, ama bakmadım, okumadım. O ‘yalan söyleyebilir radyo’, 13.00 bültenine kadar saat başı yineledi :
“....Ankara Merkez Cezaevi’nde idam edildiler... Dizlerinin titrediği görüldü...”
Ama işte hepsi o kadar: Yatsıya daha çok olmasına karşın, 13.00 bülteninde, yalan söyleyebilir radyonun mumu söndü. Başka, başka yalanlar bulması gerekti sonraki saat başları için...

Hapishaneden hapishaneye...
Yanılmıyorsam, bir hafta geçmemişti ki, Halit bey geldi cezaevine. Cezaevi komutanının sıkı göz hapsinde ve bir manga askerin arasından, çift camın arkasındaki bana o gece ve o sabah olup bitenleri, ne olmuşsa tüm ayrıntısıyla, soluksuz ve sözcüğü, sözcüğüne, sevgili avukatımız Mükerrem Erdoğan’ın o anların gerçek haliyle saptanmasına katkısını vurgulamayı da unutmadan, aktardı. Önce Deniz’i, sonra Hüseyin’i, sonra Yusuf’u anlattı.
Nasıl çıktılar hücrelerinden? Nasıl yürüdüler? Neler söylediler? Nasıl öldüler?..
Dönüp arkadaşlarıma aktardım Halit beyin anlattıklarını. Sonra da, bir kâğıda yazıp kalın bir cilt tutan Lahiya’nın kapağı içine gizledim. Bir süre, oradan oraya dolaştı benimle o son anların bir tutanak da sayılabilecek öyküsü; ve hapishaneden hapishaneye de yankılandı.
O öyküden özellikle küçük bir ayrıntı hiç çıkmadı aklımdan. O yiğitliğin, o kocaman yürekliliğin, o gümbür gümbür sözlerin sahiplerinin, yaşamları bitirilirken ayakkabılarının eskiliği yahut bağcıksızlığı üzerine geride kalanlara gerekçe sunma uğraşıları... Daha iyi ayakkabım vardı, fırsat vermediler ayağıma geçirmeye!..
Çok sık değil, ama konuşurduk, bir idam hükümlüsünü neyin beklediğini; o son anda nelerin olduğunu veya olacağını... İrade veya istem, nereye kadar söz geçirir bedene? Sonrasında ne olur? Çamaşırlar çok mu kirlenir?..
Denizler’in, hâlâ çok zalimce bulduğum son açlık grevinde, kuşku duymuyorum ki bu kaygıları büyük pay sahibidir.
Ama Allahaşkına; kim duyar bu kaygıyı? Kirlenmiş bir çamaşırın, geride kalanların acısını artıracağını, katmerleyeceğini kim düşünür, kim dert eder kendine?
Kuşkusuz yaşamın baharındakiler... Çocukluktan çıkmamış çocuklar... Çocuk büyütmemiş çocuklar...
...
O süreçte, üzerinde hemen hiç durulmayan bir olay var ki, sürecin tüm özelliklerini açıklıyor: CHP ve İsmet İnönü’nün Meclis’in, Denizler’in idamını onama kararına karşı Anayasa Mahkemesi’ne gitmelerinden söz ediyorum. ‘Yüksek katlar’dan gelecek sevabı günahtan ayırmayan, oralardan hiçbir hayırlı kararın çıkmayacağına neredeyse iman ettiği bilinen Hüseyin bile, CHP’nin başvurusu üzerine; “Bu iş burada biter arkadaşlar!” demişti, inançla...
Sonra ne oldu? Ankara Sıkıyönetim Komutanı, açıkça İnönü’yü hedef alan sert, kaba, tehdit dolu bir bildiri yayımladı. CHP Genel Başkanı İnönü, Sıkıyönetim’in bu saldırısını yanıtsız bıraktı; daha doğrusu, Anayasa Mahkemesi’ne ikinci kez gitmeyerek yanıtladı. Aslında ‘ikinci kez’ demek de doğru değil, çünkü ilk başvuru idamlara onay kararının hem usul hem de esas yönünden incelenmesine içkindi. Anayasa Mahkemesi, konuyu usul yönünden kusurlu bulup iade ettiği için esası incelememişti. Bu yüzden, ikinci başvuru CHP için bir zorunluluk, ilk başvurusundan doğan bir yükümlülüktü. ‘Devletin aklı’ İsmet Paşa, bu yükümlülükten kaçarak, ‘dünkü çocuk’ Sıkıyönetim komutanına boyun eğdi. Neden acaba? Olasılıkla, askeri bürokrasi içinde birbirlerinin ayağını kaydırma savaşımı yürüten kliklerden biri ile çatışıp ötekinin yanında yer almak istemedi. Yahut, Semih Sancar’ın kaba pervasızlığının, o tarihlerde hükümet olmadan hükümet eden Demirel’in çevresindeki cuntanın bir kışkırtması olduğunu düşündü...
Öyle veya böyle; devlet mühim meselelerle karşı karşıya idi! Bu kadar mühim meselelerinin yanında üç devrimci gencin yaşamının lafı mı olurdu? Olmadı...
Bu olay; Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un yürürlükteki yasalara göre olmaktan çok, yürürlükteki siyasete göre yargılandıklarının ve ona bağlı olarak da yaşamlarına son verildiğinin açık kanıtlarından biridir.
Bugünden bakıldığında Denizler’in, soğukkanlılıkla ve ince ince planlanmış bir devlet cinayetinin kurbanı oldukları açık görünüyor. Sıkıyönetim mahkemesindeki yargılamanın bir komediden başka bir şey olduğunu savunan, yazan tek hukukçu çıkmadı. Bundan sonra çıkacağı da çok şüpheli...

Hacı Tonak: 1971 Mayıs ayında, Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan’ın yaşamını yitirdiği Nurhak’taki çatışmada yakalandı. Müebbet hapse mahkûm oldu. İki yıllık bir ara hariç, 1987 yılına kadar cezaevinde kaldı. Bursa Hakimiyet gazetesi ile AS TV’de çalıştı. Bursa Gazeteciler Cemiyeti’nin BURSA DEFTERİ ile cemiyeti’nin yayın organı ‘BGC’ dergisinde editör olarak görev aldı. Bu işini sürdürmekte...




Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği

Gülay Ü. Özdeş (sağda), Denizleri evinde saklayan Sevim Onursal ile. Ve 6 Şubat 1972’de yakalandığında (kupürde, solda).
GÜLAY ÜNÜVAR ÖZDEŞ
Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idam edilmeleri üzerinden 38 yıl geçti. Geçen bu süre içinde birçok anma töreni düzenlendi, toplantılar yapıldı, onlarla ilgili bir çok yazı, kitap yayımlandı. Buna rağmen hâlâ açıklık kazanmayan sorunlar var. Ben gazetenizin sağladığı olanaktan yararlanarak, çok önemli bulduğum sorunlardan birine, yoldaşlarımızın son sözlerine değinmek istiyorum.
İdamlardan hemen sonra, herkesin bildiği nedenlerle, son sözlerini tam olarak yayımlamak olanaksızdı. Bazı bölümleri ‘......’ bırakılarak yayımlandı.
Deniz’in son sözlerinin nokta nokta olarak bırakılan bölümlerini çeşitli çevreler ve kişiler diledikleri gibi doldurmaya başladılar. Ya da ‘Yaşasın Marksizm-Leninizmin Yüce İdeolojisi!’, ‘Yaşasın Türk ve Kürt Halklarının Kardeşliği!’ gibi bölümleri dışlamayı yeğlediler. İşin ilginç yanı bu değişiklikleri yapanların çoğunun Deniz’in anısına saygı duydukları iddiasında olan kişi ve çevreler oluşudur.
Tanık olduğum örneklerden biri de Hüseyin’in son sözlerinin çarpıtılmasıdır. Geçen yıl 6 Mayıs’ da bile Hüseyin’in mezarı başına asılan bandrolde doğrusu ‘... bu bayrağı Türkiye halkına emanet ediyorum’ olması gereken bölüm ‘... bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum...’ biçiminde değiştirilmişti. Başka yayımlarda da yapılan bu çarpıtmadan yola çıkan bazı kişilerin Hüseyin’in ‘Türk şovenisti’ olduğu doğrultusunda saçma sapan çıkarmalar yaptığını bile duydum.
Yoldaşlarımızın idam sehpasına yürürken haykırdıkları sözler onların yaşamının anlamı ve içeriğidir, ne uğruna mücadele ettiklerinin, ne uğruna can verdiklerinin en özlü ifadesidir. Hiç kimsenin ama hiç kimsenin onların son sözlerini değiştirmeye ve çarpıtmaya hakkı yoktur. Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in anısına gerçekten saygı duyanları bu konuda duyarlı davranmaya çağırırken son sözlerini bir kez daha yayınlamanın gerekli olduğunu düşünüyorum.
Deniz Gezmiş:
“Yaşasın Türkiye halkının bağımsızlığı! Yaşasın Marksizm Leninizmin yüce ideolojisi! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının Kardeşliği! Kahrolsun emperyalizm!”
Yusuf Arslan:
“Ben halkımın bağımsızlığı ve mutluluği için bir defa ölüyorum. Sizler, bizi asanlar, şerefsizliğinizle her gün öleceksiniz. Biz halkımızın hizmetindeyiz. Sizler Amerika’nın hizmetindesiniz. Yaşasın devrimciler, kahrolsun faşizm!”
Hüseyin İnan:
“Ben şahsi hiçbir çıkar gözetmeden, halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türkiye halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler, kahrolsun faşizm!”


Gülay Ünüvar Özdeş: 68 kuşağından, ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü üyesi, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu üyesi

__________________



heyhat..! yaşıyoruz.





  Alıntı ile Cevapla
Yandaki üye(ler) bu mesajindan dolayi Lavinia üyemize tesekkür ettiler
Abudeniz (06-05-2010), Ayşe (10-05-2010), Corumlu (06-05-2010), DEDE KARTAL (07-05-2010), IZA (06-05-2010), marksis (07-05-2010), sati (06-05-2010), sebnemce (06-05-2010), Selami (06-05-2010), Sisi (06-05-2010)
Eski 06-05-2010, 12:03   #2
Dost
sebnemce - ait Avatar
Üyelik Tarihi: Dec 2009
Bulunduğu Yer: verviers
Yaş: 44
Mesajlar: 80
Tesekkür: 116
70 mesajina 270 kez tesekkür edildi
 sebnemce isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı

Büyük aşklar yolculuklarla başlar
ve serüvenciler düşer bu yollara ancak

Onlar ki dünyanın son umudu
soyları tükenen birer çılgındırlar

Ne bir adresleri vardı onların yeryüzünde
ne de aşktan başka bir sığınakları

Ama yaşarlar dünyanın dört bir yayında
Ölümle alay ederler sanki

Nerede beklenirse oradaydılar
bir kez bile gecikmediler ömür boyu

Neydi onları ordan oraya
savurup duran şey

Onları daima yalnız kılan
neydi bu yaşam denilen gürültüde

Her dilden bir adları vardı onların
ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar

Sarışındılar belki de esmer
yani birçok yüzün bileşkesi

Ne altın arayıcısıydılar
ne de aylak bir gezgin

Vurulup düşseler de her kuşatmada
serüvencidir onlar ve hiç ölmezler

Ki onlar hep yalnızdır ve her nasılsa
Bulurlar heder olmanın bir yolunu

Onlar ki bu dünyada
kahraman olmaya mahkumdurlar

Sislenen anılar kaldı bize onlardan
renkleri bozlulup duran solgun anılar

Nasıl yazmalı ki silinip gitmesin
bulutlar gibi çekilmesin gök boşluğuna

Bileği güçlü ve gözüpek avcılar mıydı
onları kuşatıp yeryüzü cennetinden atan

Yoksa kendini tüketen hüzünler miydi
vurulup düştükçe ışığını karartan

O serüvenlerin günlüğü tutulmadı
yazılmadı o insanların destan şiiri

Parça parça ettirilseler bir kartala
(ki sanırım böyle oldu sonları)

Fışkırır yüreklerinden
başarısız ihtilallerin yangınları...

__________________
İnsanım Çünkü: Nerede Bir Yalnızlık Görsem, Ucundan Alırım Bir Parça, Sahibine Ağır Gelmesin Diye..
  Alıntı ile Cevapla
Yandaki üye(ler) bu mesajindan dolayi sebnemce üyemize tesekkür ettiler
Abudeniz (06-05-2010), Corumlu (06-05-2010), DEDE KARTAL (07-05-2010), IZA (06-05-2010), Lavinia (06-05-2010), Selami (06-05-2010), Sisi (06-05-2010)
Eski 06-05-2010, 17:39   #3
IZA
Onursal Dost
IZA - ait Avatar
Üyelik Tarihi: May 2007
Bulunduğu Yer: Kizlarimin yanindayim en degerli varliklarim
Yaş: 47
Mesajlar: 832
Tesekkür: 704
507 mesajina 1243 kez tesekkür edildi
 IZA isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı

Duygulanmamak mümkün degil,isyan etmemekte mümkün degil neydi onlarin günahi...çocugami tecavüz ettiler!!!! devletimi dolandirdilar!!!sapiklik yaptigi insani öldürüp dorayip bi kenarami attilar!!!! seri katilmi oldular !!!! T.C' de bunlardan dolu bu aralar

Vallah pisipisine gittiler onlari asanda 80 kaç yasinda geberdi bogazina yemek kaçarak bu mu illahi adalet !!!!

Yazik çok üzücü....
Ellerinize saglik Lavi ve Sebnemce

__________________
мυтℓυ єтмι¢єкѕєη мєѕgυℓ∂є єтмι¢єкѕιη, νє∂αℓαя кσуѕα∂α вαzєη gιтмєк gєяєкιя...
  Alıntı ile Cevapla
Yandaki üye(ler) bu mesajindan dolayi IZA üyemize tesekkür ettiler
Abudeniz (06-05-2010), Ayşe (10-05-2010), Corumlu (06-05-2010), DEDE KARTAL (07-05-2010), Lavinia (06-05-2010), sati (06-05-2010), sebnemce (07-05-2010), Selami (06-05-2010), Sisi (06-05-2010)
Eski 06-05-2010, 18:53   #4
Dost
Selami - ait Avatar
Üyelik Tarihi: Jul 2009
Mesajlar: 298
Tesekkür: 489
163 mesajina 473 kez tesekkür edildi
 Selami isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı

dar kaldı ağaç kendine,daraldı,dardaydı,ip geçirilince ince boynuna ,dar ağaç olduğuna utandı,üç yaprak düşürünce dibine, şömine odunu olmadığına yandı,o şafak mayıs'tı ve 6 mayıs utanç kaldı ...

insanlık için adanmış üç insan onlar gibi yaşamak ve ölümsüzleşmek her insana nasip olmaz,selam olsun devrim şehitlerine unutmayacak vede unutturmayacagiz..
yüreklerinize sağlık Lavinia ve Sebnemce...

__________________
Kavganın ortasında yapayalnız kalsan da
Yılgınlığa kapılıp köreltme yüreğini
Sen tarihin oğlusun yaşadın onbin yıldır
Yitirip inancını kaybetme direncini

Spartaküs`ün köle ordusunda neferdin
Paris barikatında umut oldun direndin
Afrika`da zenciydin, Panço Villa`yla köylü
Ernesto`yla Castro`nun bağımsız Küba düşü...
  Alıntı ile Cevapla
Yandaki üye(ler) bu mesajindan dolayi Selami üyemize tesekkür ettiler
Abudeniz (06-05-2010), Corumlu (06-05-2010), DEDE KARTAL (07-05-2010), IZA (06-05-2010), sebnemce (07-05-2010), Sisi (06-05-2010)
Eski 06-05-2010, 22:50   #5
Dost
Üyelik Tarihi: Mar 2007
Yaş: 50
Mesajlar: 1,485
Tesekkür: 1366
808 mesajina 26425 kez tesekkür edildi
 Abudeniz isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı

Uc fidani unutmadik,unutmayacagiz,unutturmayacagiz....
Yureginize saglik dostlar....

__________________
,,,BiLmeyen Ne BiLsin Bizi, BiLenLere SeLam oLsun,,,
  Alıntı ile Cevapla
Yandaki üye(ler) bu mesajindan dolayi Abudeniz üyemize tesekkür ettiler
Ayşe (10-05-2010), DEDE KARTAL (07-05-2010), sebnemce (07-05-2010), Selami (06-05-2010)
Eski 07-05-2010, 02:18   #6
Dede Admin
DEDE KARTAL - ait Avatar
Üyelik Tarihi: Jan 2007
Bulunduğu Yer: BEŞiKTAŞIN OLDUGU HER YER
Mesajlar: 21,400
Tesekkür: 3794
7792 mesajina 236277 kez tesekkür edildi
  DEDE KARTAL isimli üye çevrimiçidir (Online)
Tanımlı

Dar agacina saldik üc fidani
Korkuyu tanimazdi yürekleri
Onlara idam veren serefsizin
Yemek SIKTI girtlagini

__________________



UYARI:
Paylaştığım Mp3 ve Albümler tanıtım amaçlı olup , indirenler tarafından 24 saat içerisinde silinmelidir.
Aksi bir durumda www.dostunsayfasi.com ve şahsım sorumlu tutulamaz.
  Alıntı ile Cevapla
Yandaki üye(ler) bu mesajindan dolayi DEDE KARTAL üyemize tesekkür ettiler
Ayşe (10-05-2010), Lavinia (07-05-2010), sebnemce (07-05-2010)
Cevapla

Tags
benim, Çocukluğum, deniz, gençliğim


Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık



Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 22:23 .
Telif Hakları vBulletin v3.8.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.

Modified by HAKANDOST

eXTReMe Tracker




Valid XHTML 1.0 Transitional


Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.1