Ana Sayfa


Sonbahar Logosu Ana Sayfaya Gidin Ekibimiz Forum Kuralları Arama
Geri Dön   Dostun Sayfasi > Serbest Bölge!
Yardım Takvim Bugünkü Mesajlar Arama

Serbest Bölge! Kategorize edemediğiniz her telden konuyu bu başlık altında tartışabilirsiniz.

Cevapla
 
LinkBack Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
Eski 01-10-2010, 20:05   #1
Onursal Dost
Lavinia - ait Avatar
Üyelik Tarihi: Jan 2009
Yaş: 35
Mesajlar: 696
Tesekkür: 958
563 mesajina 4997 kez tesekkür edildi
 Lavinia isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı Bir söylence ve 'esmer Kürt'ün öyküsü

Bir söylence ve 'esmer Kürt'ün öyküsü
siteadi.com - Bir söylence ve 'esmer Kürt'ün öyküsü


YUSUF BARAN BEYİ


Radikal/ Tartışı-Yorum / 29/09/2010


Bu ülkede Kürtlerin yaşadığı her acının yanına, Alevi ve gayrı Müslimlerin yaşadıklarını koyduğumuzda, bu coğrafyada nasıl bir hayatın dizayn edilmeye çalışıldığını görebiliriz.
Bir söylencedir kulaktan kulağa yayılıp giden “Hz. Muhammed bir gün, kabilelerin önderlerini huzuruna davet eder. Gecikmeli olarak gelen ve hayli iri yarı olan Kürt, Hz. Muhammed’e secde etmeden, arka tarafa bir yere geçer oturur. Bunu gören Hz. Muhammed, hayli içerlenir. Toplantının sonunda herkesin huzurunda kendisine biat etmeyen Kürt’e dönerek, ‘Hiçbir zaman birliğiniz ve dirliğiniz olmasın’ diye beddua eder. ”Rivayet odur ki ondan bu yana hiçbir zaman Kürtlerin birliği ve dirliği olmamış.
Ancak bu söylence kuvvetle ihtimaldir ki, baştan beri bazı hâkim güçler tarafından hazırlanmış ve bir daha asla silinmeyecek kara bir yazgıya dönüştürülmüştür. Baktığımızda bu söylencenin yazılması, beddua ile başlayan bir yazgı değil, içi acı ve yas dolu bir hayatın tarifine uygun, uydurulmuş ve bu halka yaşatılması gereken fiili bir durumun senaryosu olduğunu, bugün rahatlıkla anlayabiliyoruz.
Erdemli bir kültürle terbiye edildiğini iddia eden Müslümanlar, İslamiyet’e bağlılığı yüksek olan Kürt’ün kanını, hangi gerekçe ile döktüklerini anlayabilmek için, İslami coğrafyaya bakmak yeterlidir. Ancak, Pan-Türkist ideolojinin devlet yapılanmasında, Sünni İslam ittifakının temelleri atılırken, vebalı caiz bu katliamların yapılacağı, o günden belliydi. Tek dil, tek din ve tek bayrak anlayışı üzerinde inşa edilen bir devlet yapılanması, kaçınılmaz olarak, bu acı ve ağır sonuçların doğuracağı da bilinen bir gerçek. Ayrıca gelişmekte olan 3. Dünya ülkelerinin toplumlarına yaşatılan bu acıların sebebi, ulusalcı ve üniter devlet yapılanmasının bir sonucu olduğunu söylersem, günah işlemiş sayılmam.
O kadar fazla gerilere gitmeye gerek yok, 85 yıllık geçmiş bir tarihe göz attığımızda, Sünni İslam’la ittifakını kuran Ulusalcı Türkçülüğün ikbali için, bu coğrafyada yaşanan olaylara bakmak yeterlidir. Başlangıçta tarihe geçen Türk-İslam adı, bugün İslam-Türk ismi öncelenerek, ibraz edilmeye çalışılıyor. İslami-Türkist bir teoriye uygun olarak, bir devlet yapılanmasını hayata geçiren ve o yapıdan gücünü alan, bir sistemin gazabı değil midir, bu coğrafyayı kanla kırmızıya boyayan?
Bu Ülkede Kürtlerin yaşadığı her acının yanına, Alevi ve gayrı Müslimlerin yaşadıklarını koyduğumuzda, bu coğrafyada nasıl bir hayatın dizayn edilmeye çalışıldığını görebiliriz. Bugün sistemin tek egemeni olan Milliyetçilik ve Kökten dincilik anlayış ortaklığı, Kürtleri bu coğrafyanın ebedi zencileri olarak görmeye çalışıyor. Ancak bu kanlı süreç, kurbanlık koçlar gibi kucağımızdaki çocuklarımızı alıp alıp götürüyor. Bir bütün olarak yaşadığımız onca acıdan sonra, Ramazan ve referandum nedeniyle, Kürt demokratik Hareketinin, hayata geçirdiği çatışmasızlık kararı, anlaşılıyor ki daha yeni Ilımlı İslamcıların vicdanında ancak karşılık buluyor. Oysa Kürtlerin İslami geleneğinde, şayet barış söz konusuysa, taraflar silah ile barış sofrasına oturmazlar. Ancak barış masasına oturan iktidar, kurumlarıyla bir bütün olarak, elini tetikten çekmesi gerekirken, bu temel ve geçerli kuralı görmezden gelip, hâlâ bir günah keçisi arıyor. Hakkâri’de yola döşenen bir mayınla sivillerin öldürülmesi olayına karşı hükümetin tutumu, çok manidardır. Ancak bu kurala tek taraflı uyulduğu için, her defasında barış görüşmeleri sekteye uğruyor. Temennim odur ki bu kez öyle olmaz.
En az 1999’dan bu yana, Kürtlerin sağladığı barış ve ateşkes süreçleri, hep tek taraflı bir şekilde heba edildi. Heba edilen sadece süreç ve fırsatlar değil, her biri yüreğimizin bir parçası olan çocuklarımızın çift taraflı yok oluşudur. Yıllardan beridir, bir merkezden pompalanan milliyetçi kin ve öfkenin oluşturduğu bariyerleri yıkmadan kazasız belasız yol alınamayacağı bilinmelidir. Her şeyden önce, yıllardır Türklerde oluşturulan bu koyu şovenist dalga, öncelikle inceltilip esnetilmeli. Onun için , barış sürecinin yoluna, döşenmiş olan şoven algı mayınları, toplumsal bir mühendislikle, itinayla temizlenmelidir.
Bu savaşın durması ve barış görüşmelerinin hayata geçirilmesi için, çift taraflı bir ateşkesin hayata geçirilmesi, artık kaçınılmaz bir durum olmuştur. Yoksa, ırkçı ve şovenist ateşe attığımız gençlerimizin hazin ölümleri son bulmayacaktır. Genç çocuklarımızı, orta çağdan kalma köhnemiş değerlere kurban ettikçe, ‘kanla kırmızı arasında’ kalmış, kara bir hayatın sendromundan, toplum olarak kurtulamayacağız.
Geriye doğru uzanıp, tarihin tozlu raflarına değil, kanlı ve canlı laboratuarına girdiğimizde, yok etme ve asimilasyon sonucu, esmer Kürt’ün kara toprağa gömüleceği zannediliyordu. Bugün varlığı ve dili kabul edilen Kürt’ün kanlı tarihsel dili, bunu bize böyle tercüme ediyor. Ancak Kürt ve Kürtçülük mefhumun, kökleri yeterince kurutulmadığı için, Kürdolog denilen o ‘arsız’ ağaç, filizlenip esmer çocuklar için, bir dilek ağacına dönüştü. Ve bir söylenceyle başlayan Kürt’ün gerçek o hayat öyküsü, şöyle biter. “Derken kart kurt biçiminde dağda gezinen, o acayip kuyruklu mahlukat, anlaşılmaz bir şekilde insanların arasına karışır. Ancak Allah’ın mümtaz kulu olan Beyaz Türk, dili olmayan bir mahlukatla karşı karşıya kalır. Onun içindir ki toprağa gömülen, ancak sonraları bir şekilde ortaya çıkan o mahlukata, eşkıya ve terörist sıfatı yüklenir. Ve bu kuyruklu yaratıkla, yıllarca boğuşup durur Türk. Fakat dağdan ovaya inen Kürt, ovada insan muamelesi görmediği için, tekrar dağa çıkmak zorunda kalır. Derken dağa çıkan Kürt’e ‘eşkıyasın’ diyen Beyaz Türk, esmer Kürt’ü topa tüfeğe tutar. Çokça kan dökülür ve ağır acılar yaşanır. Sonra anlaşılır ki, Kürt bir insanmış. Meğer esmer Kürt’ün dili de varmış. Ama Beyaz Türk, bunu bir türlü anlamak istememiş. Çok kan döküleceğini anlayan Beyaz Türk’ün aklı, çok sonraları başına gelir ve ‘istersen kardeş olalım, amaaa!’ der. ” Ve ‘Ama’ vurgusuyla ol hikayenin ömrü her ne kadar bitmemiş görünse de esmer Kürt, yaratmış olduğu destanın seceresini dağlara yazmaya hazırlanır. Ancak yine de Mürekkebinin Sosyalist Türk Solundan olmasını çok arzular.


Yusuf Baran Beyi: Eğitimci

  Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Tags
bir, esmer, kürtün, söylence, öyküsü


Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık



Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 07:18 .
Telif Hakları vBulletin v3.8.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.

Modified by HAKANDOST

eXTReMe Tracker




Valid XHTML 1.0 Transitional


Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.1