Ana Sayfa


Sonbahar Logosu Ana Sayfaya Gidin Ekibimiz Forum Kuralları Arama
Geri Dön   Dostun Sayfasi > Serbest Bölge!
Yardım Takvim Bugünkü Mesajlar Arama

Serbest Bölge! Kategorize edemediğiniz her telden konuyu bu başlık altında tartışabilirsiniz.

Cevapla
 
LinkBack Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
Eski 24-04-2007, 16:12   #1
Banlanmış Üye
Üyelik Tarihi: Feb 2007
Mesajlar: 473
Tesekkür: 0
9 mesajina 10 kez tesekkür edildi
 kenan_412 isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı Allah ile aramıza girenler

Birçok insana,”gel bir mürşide bağlan, tevbe et, tasavvuf terbiyesine gir, insan tek başına terbiye olmaz, yalnız olarak din güzel yaşanmaz” dendiği zaman, hemen şu sözle karşılık verirler: “Allah ile kul arasına kimse giremez!” Bu söz, söyleniş amacına göre farklı sonuçlar doğurur.
siteadi.com - Allah ile aramıza girenler
Tasavvufa itiraz edenlerin çoğu, tasavvuf yoluna girenlerin Allah ile aralarına çeşitli kimseleri koyduğunu, bir mürşide bağlanmakla

şirk tehlikesine düştüklerini, kendilerinin ise böyle bir tehlikeden uzak olduklarını anlatmaya çalışırlar. Acaba işin gerçeği böyle midir?

“Allah ile kul arasına kimse giremez” sözünün geçek manası bilinmez ve yerinde kullanılmazsa fitne olur. Fayda değil, zarar verir. Bu zarar imana dokunur, dini zedeler, din kardeşliğini sarsar, cemaat ruhunu öldürür, edebi ortadan kaldırır.

Bu söz, söyleniş niyetine göre farklı sonuçlar doğurur. Eğer “ben Allah’a kullukta önümde kimseyi istemem, peygamber, kitap, alim, mürşid tanımam, istediğim gibi kulluk yaparım, keyfimce ibadet ederim” manasında söyleniyorsa, söyleyeni dinden çıkarır. Daha doğrusu böyle düşünen kimse küfür, isyan ve gaflet içinde kalmış demektir. O hak dine girmemiştir ki, çıkmış olsun.

Eğer, “ben Allah’a giden yolda Allah’ın Peygamberi ve Kitabı ile yetinirim, onlar ne diyorsa onu yaparım, başka kimseyi kabul etmem, alimlere bakmam, velilere bağlanmam, mezhepler beni ilgilendirmez, dini kendi anladığım gibi yaşarım” manasında söylenmişse, insanı sorumlu eder, işini zorlaştırır, sonu tehlikelidir. Çünkü arada alimler olmadan kendi başına dinin öğrenilmesi, anlaşılması ve yaşanması nasıl mümkün olacaktır?

Kur’an ve Sünnet, Allah rızası için hak yolda cemaat olmayı, cemaatın başındaki imama itaat etmeyi, topluca Allah’ın ipine sarılmayı, hep birlikte tevbe etmeyi, bilmediklerimizi alimlere sormayı, takva ve iyilikte yardımlaşmayı, bunun için Allah’ın sadık kulları ile beraber olmayı açıkça emretmektedir. Dinin hükmü bu iken, bir mümin hangi delil ve mantıkla bana bunlar gerekmez diyebilir? Dese bile bunun Allah katında ne kıymeti olabilir?

Eğer bu söz, “Allah benim her halimi görüyor, biliyor, sözümü işitiyor, niyazımı dinliyor. Ben namazda, secdede, zikirde, duada ve tevbede kalbimi Rabbim’e bağlarım, gönlüme kimseyi koymam, kimseden bir şey beklemem. Benim korkum, sevgim, niyetim, hedefim sadece Allah’tır” manasında söyleniyorsa, ne güzel! Doğrusu budur, böyle olması lazımdır. Zaten bütün peygamberler kalbi dünyadan çekip Allah’a bağlamak için gelmişlerdir. Onlara vâris olan alimlerin ve kâmil mürşidlerin işi de budur. Buna ‘Allah adamı’ olmak denir. Kalbin bütün varlıklardan çekilip sadece Yüce Allah’a bağlanması kolayca elde edilecek bir nimet değildir. O tam bir hürriyyet halidir ki, arifler o hali elde etmek için nefisleri ile bir ömür mücadele vermişlerdir.

O'NU ANLATAN AYETLER

Yüce Allah, insanın önüne zatını tanıtacak sebepler koymuştur. Bu sebeplerin her biri bizi O’na götüren bir delil, O’ndan bize haber getiren bir ayettir. Yüce Rabbimiz varlığına bir delil ve tecellilerine ayna olsun diye kainatı yaratmıştır. Kendisine giden yolu tarif etmesi için peygamberler göndermiştir. Ayrıca emir, hüküm ve muradını öğretecek kitaplar indirmiştir. Bunların yanında insana yaratanı tanıyacak kalp, kainata ibretle bakacak göz, peygamberin davetini anlayacak akıl, kitapların hükmünü uygulayacak beden vermiştir. Bütün bunlar, Allah’a giden yolda kula yardımcı vasıtalardır.

Hz. Muhammed A.S. Efendimiz ile peygamberlik son bulmuş, fakat mükellefiyet ve ibadet devam etmektedir. Bu iş kıyamete kadar da sürecektir. Akıllı olup büluğa eren herkes, Yüce Allah’ı tanımak ve O’na güzel kulluk yapmakla yükümlüdür. Allahu Tealâ son peygamberini göremeyenleri kendi hallerine bırakmamıştır. Onları hak yola davet edecek, kendilerine bilmediklerine öğretecek, ilâhî ahlâkı yaşamada yol gösterecek, örnek olacak, destek verecek rabbanî alimler yaratmıştır.

Şimdi Allah ve Rasülü’nün bu alimleri bize nasıl tanıttığını ve onların Rabbimiz’le bizim aramızda ne görevler yaptığını görelim.

Allahu Tealâ, insanı yeryüzünde kendisini temsil edecek bir halife olarak yaratmıştır (Bakara/30, Fâtır/39). Bu halifelik vasfını hakiki manada taşıyanlar, insanlar içinde Yüce Allah’ın hükümlerini icra eden, onları yaşayan, diğer insanlara öğreten peygamberler ve kâmil insanlardır, Kâfir ve fasıklar bu şereften mahrumdurlar. Onlar Allah’ın halifesi değil, nefislerinin kölesidir. Allahu Tealâ, küfür ve isyanla nefislerine zulmedenlerin bu vazifeyi üstlenemeyeceğini bildirmiştir. (Bakara/124)

Allahu Tealâ, bilmediğimiz şeyleri alimlere sormamızı emretmektedir (Nahl/43, Enbiya/7). Rabbanî alimlerin en belirgin sıfatları, zikir ehli olmaları ve Allah’tan gerçek manada ittika etmeleridir (Nur/37, Fatır/26). Cenab-ı Hak, zikirden gafil ve edebi bozuk olan kimselere uyulmamasını emretmiştir. (Kehf/28)

Allahu Tealâ gerçek alimleri yüce varlığını, birliğini ve dinini ispat eden birer şahit yapmıştır (Âl-i İmran/18). Kendisine yönelen ve hidayet üzere giden salihlere uyulmasını istemiştir (Yasin/21, Lokman/15). Takvaya ulaşmak için sadık kulları ile beraber olmayı emretmiştir. (Tevbe/119)

Allahu Tealâ gerçek alimleri Hz. Peygamber A.S.’dan sonra “ulü’l-emr” olarak tanıtmış ve din işlerinde kendilerine uyulmasını emretmiştir (Nisa/59). Ulü’l-emr, hüküm sahibi, din işinde yetkili, sözü geçerli kimse demektir. Halkı hak üzere yöneten adil idareciler ve Allah’ın dinini ihya eden alimler ulü’l-emrdirler.

Kur’an’da bazı insanlar “imam” vasfıyla tanıtılmışlardır. İmam, kendisine uyulan insan demektir. Bu imamlar, peygamberlerin dışındaki salih insanlardır. Onlar, Allah yolunda güzel kulluk yapmaya sabretmelerinin bereketine imam yapılmışlar ve Allah’ın izniyle insanları doğru yola sevk etme derecesine ulaşmışlardır. (Secde/24)

Görüldüğü gibi, Allahu Tealâ, peygamberlerden başka bazı kullarını diğer kullarına imam ve rehber yapmıştır. Onlar, Allah ile kullar arasında çok ciddi bir görev yapmaktadır. Allah dostları insanlara yeni bir din getirdiklerini söylemiyorlar ki, tehlikeli olsunlar. Onlar, gerçek İslâm nasıl yaşanır, onun derdindeler. Derdi dünya olanlar zaten bizim konumuz dışındadır. Böyle İnsanlar kendilerine uyulacak rehberler değil, hallerine ağlanacak manevi hastalardır.

Hadislere baktığımızda, önümüze yine gerçek din alimleri çıkmaktadır. Rasulullah A.S. Efendimiz, kendisinden sonra ümmetinin sevk ve terbiyesini üstlenen halifelerin bulunacağını, bunların adetlerinin çok olacağını, kıyamete kadar bu işin devam edeceğini, her devirde dini canlandıracak, insanlara örnek olacak bir grubun mevcut olacağını bildirmiştir. Ayrıca ümmetini tek başına kalmaktan sakındırmış, Allah yolunda cemaat olmayı ve cemaatın önlerindeki imama samimi olarak tabi olmayı şiddetle tavsiye etmiştir. Bu konudaki haber ve emirler, sahih hadis kitaplarında genişçe yer almaktadır. Efendimiz A.S., özellikle namazda en alim ve salih olanların cemaata imam olmasını emretmiş ve sebebini şöyle açıklamıştır;

“Şüphesiz alimler, sizin ile Rabbiniz arasında elçilik görevi yapmaktadırlar.” (Hakim, Tebaranî, Heysemî). Hadis, açıkça Allah ile kullar arasına alimlerin girdiğini ve önemli görev yaptığını ifade etmektedir.

Bütün bunlardan şunu anlıyoruz; Allahu Tealâ kendisi ile aramıza peygamberlerini ve alimleri koymuştur. Bunu kendi ihtiyacından değil, insanlara merhametinden yapmıştır. Böylece insanların Yüce Allah’a giden kulluk yolu açılmış, işleri kolaylaşmıştır.

Kâmil mürşidler yeryüzünde Allah’ın halifesi, dostu, davetçisi ve dininin bekçileridir, Onlar, Hz. Muhammed A.S. Efendimiz ile kainata gönderilen rahmete, ilme, edebe ve ilâhî sevgiye vâris olmuşlardır. Onlar insanları terbiye işinde ulü’l-emrdirler, takva yolunda imamdırlar, zikirde rehberdirler, tevbede şahittirler, güzel ahlâkta örnektirler. Onlar, insanları kendilerine değil, Allah’a davet ederler; nefislerini değil, Mevlâ’yı yüceltirler. İrşad yetkisini halktan değil, Hak’tan alırlar.

Kâmil mürşid, kendisine tabi olan kimseyi Allah’a yaklaştıracak ve sevdirecek amellere sevk eder. Onu gerçek imana, ihlâsa, ibadete, zikre, tevekküle, kaza ve kadere teslimiyete, sünnet üzere amele ve hizmete yönlendirir. Kendisi bu yolda örnek olur, destek verir. Hiçbir zaman, hiçbir halde mürşide ibadet edilmez, sadece Allah yolunda itaat edilir.

ALLAH İLE KUL ARASINDAKİ GERÇEK ENGELLER

Hak yolunda kulun en büyük engeli kendi nefsidir. Manevi kirlerden temizlenmeyen nefis, Yüce Allah’tan perdelidir, taattan uzaktır, ilâhî sevgiden mahrumdur. Bu hüküm her devirde geçerlidir. Azgın nefis insanı öyle esir alır ki, Yüce Allah’ı bıraktırır kendisine kulluk yaptırır “hevasını kendisine ilâh edinen kimseyi görmedin mi?” (Casiye/23) ayeti, nefsin ne derece azdığını ve onun elindeki insanın ne kadar alçaldığını göstermektedir. İnsan imanı ve dini için korkacaksa, kendi nefsinden korkmalıdır. Bütün ömrünü nefsi ıslah etmek için harcayan Allah dostlarını Allah yolunda perde görmek veya göstermek de, bu azgın nefsin bir vesvesesi, şeytanın hilesidir. Çünkü mürşid, kötülüğü emreden nefis ve şeytanın düşmanıdır.

Nefsin en kötü huyu benliktir. İnsanı şirke düşüren nefsidir. Şirki nefse güzel gösteren şeytandır. Şirk, yaratılmış varlıkları Yüce Allah’a ortak görmektir. Şirk Allah için yapılacak bir ibadeti başkası için yapmaktır. Şirk, Allah’a ait yetki ve sıfatları kullara vermektir, Şirk, tevbe edilmezse affedilmeyen bir günahtır.

Riya, Allah için yapılacak bir ibadeti veya işi insanlar görsün, sevsin ve övsün diye yapmaktır. Allah Rasulü A.S., bu ümmetin güneşe, aya, puta, taşa, insana tapmayacağını, fakat Allah rızasını unutup, insanlar için amel ederek dinlerini mahvedeceklerini bildirmiştir. (Hakim, İbnu Mace)

İnsan ile Rabbi’nin arasındaki en büyük perdelerden birisi de kibirdir. Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse, ondan temizlenmeden cennete giremeyecektir

Bir diğer perde hasettir. Haset, insanda hayır bırakmayan bir hastalıktır. Ateşin kuru odunları yakıp kül ettiği gibi, haset de insanın yaptığı hayırlı amelleri yakmaktadır. Dünya sevgisi, gaflet, yalan, ibadetine güvenme, tevbeyi terk, Allah’ın takdirine karşı gelme gibi nefsin öyle hastalıkları vardır ki, her birisi hak yolunda ayrı bir yol kesicidir, perdedir, tehlikedir. Kesin tevbe edilmeyen bütün günahlar, Allah ile aramıza girmiş düşmanlardır.

Allah ile insanlar arasına girip hak yolu tıkayanlardan birisi de dini dünyaya alet eden, menfaati için ayet ve hadislerin kesin hükümlerini değiştiren din adamlarıdır. Din adına korkulacak en tehlikeli insanlar bunlardır, insanın Allah’a giden yolunu kesen de onlardır. Ehli olmadığı halde şeyh gözüken sahtekârlar da bu gruba girerler.

Allah ile kulların arasını açanların birisi de kötü arkadaştır. İnsan suretinde gözüken öyle şeytanlar vardır ki, insanı dinden imandan ederler. Hadiste belirtildiği gibi, her insan sevdiklerinin gidişatı üzere hareket eder. Öyleyse herkes kimleri sevdiğine iyi bakmalıdır.

Benzer Konular
      Alıntı ile Cevapla
    Cevapla

    Tags
    allah, aramıza, girenler, ile


    Yetkileriniz
    You may not post new threads
    You may not post replies
    You may not post attachments
    You may not edit your posts

    BB code is Açık
    Smileler Açık
    [IMG] Kodları Açık
    HTML-Kodları Kapalı
    Trackbacks are Açık
    Pingbacks are Açık
    Refbacks are Açık



    Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 02:30 .
    Telif Hakları vBulletin v3.8.4 © 2000-2024, ve
    Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.

    Modified by HAKANDOST

    eXTReMe Tracker




    Valid XHTML 1.0 Transitional


    Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.1