Dostun Sayfasi

Dostun Sayfasi (http://www.dostunsayfasi.com/)
-   Serbest Bölge! (http://www.dostunsayfasi.com/serbest-bolge/)
-   -   1 Mayıs 1997: HAYDİ 1 MAYIS'TA MEYDANLARA, SOKAKLARA... (http://www.dostunsayfasi.com/serbest-bolge/8958-1-mayis-1997-haydi-1-mayis-ta-meydanlara-sokaklara.html)

_aytekin_ 01-05-2007 09:35

1 Mayıs 1997: HAYDİ 1 MAYIS'TA MEYDANLARA, SOKAKLARA...
 
YA BARBARLIK, YA SOSYALİZM!
HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİN; EMPERYALİZME, FAŞİZME, IRKÇILIĞA, HER TÜRLÜ GERİCİLİĞE ÖLÜM!
NE KEMALİST DİKTATÖRLÜK, NE DE DİNCİ FAŞİZM!
KURTULUŞ DEVRİMDE, HALK İKTİDARINDA, SOSYALİZMDE!
HAYDİ 1 MAYIS'TA MEYDANLARA, SOKAKLARA... 1 MAYIS'IN DEVRİMCİ GELENEĞİNİ YAŞATMAYA...
1 Mayıs... Bütün dünyada işçinin, emekçinin, ezilenlerin mücadelesinin simgesi.
1 Mayıs... Bütün dünyada işçilerin "Zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok, kazanacağımız bir dünya var!" şiarını yükselttikleri, "Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz!" şiarına aynı devrimci ruhla, eylemlerle yanıt verdikleri gün.
1 Mayıs, bütün ülkelerin işçilerinin, ezilen halklarla emperyalizme karşı birliğinin, mücadele omuzdaşlığının simgesi olan gün.
1 Mayıs, işçi sınıfının mücadele tarihinde ve geleneğinde, devrimci bir öze sahip kızıl bir gün! Bütün dünyada hakim sınıflar, 1 Mayıs'ın onun devrimci geleneğine uygun bir biçimde kutlanmasını engellemek, 1 Mayıs'ın emperyalizme karşı bir isyan bayrağı, bir ayaklanma çağrısı, devrimin güç gösterisi olmasını engellemek için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Ülkemizde olduğu gibi, bir dizi ülkede yasaklanıyor 1 Mayıs. Normal bir çalışma günü sayılıyor. 1 Mayıs gösterilerine katılan işçiler sokağa atılmakla tehdit ediliyor. Sokak gösterileri, meydan mitingleri kanla, ateşle bastırılmaya çalışılıyor. Kimi bazı ülkelerde ise, 1 Mayıs resmi tatil günü. Adına hatta "Emek Bayramı" bile diyorlar. Bu ülkelerde de 1 Mayıs'ın devrimci özü, devletle bütünleşmiş sendika ağaları marifetiyle boşaltılıyor. 1 Mayıs gösterileri, piknik gezilerine dönüştürülüyor. Zorbalıkla engelleme ve yozlaştırma, 1 Mayıs'ı devrimci özünden arındırma yöntemleri birçok halde içiçe geçiyor.
Ülkemizde hakim sınıflar, bu yıl da Newroz'u, "Nevruz"laştırarak kutlama sahtekarlığı ertesinde, 1 Mayıs konusunda da benzer tavırlar geliştirme çabaları içinde. Türk-İş, DİSK, Hak-İş, MİSK'in sendika ağaları da böyle bir gelişmenin figüranları olmaya dünden razıdırlar. Onlar için sınıf savaşını geliştirmek değil, "sosyal barış"ı tesis etmek ve korumaktır, yani işçilerin seslerini yükseltmeden barış için sömürüldükleri bir ortamı yaratmaktır görev! Bunun böyle olduğu, 1996 1 Mayıs'ında da bir kez daha yaşandı. Kadıköy'deki 1 Mayıs gösterilerinin kendi kontrollerinden çıkıp, devrimci bir temele oturmasından korkan sendika ağaları, apar topar iznini aldıkları gösteriyi bitirdiklerini ilan ettiler.
1 Mayıs'ta sınıf bilinçli işçilerin ve tüm ilerici, devrimci işçilerin ve emekçilerin görevi, onun devrimci özüne sahip çıkmak, 1 Mayıs'ı devrimci bir tarzda anmak, kutlamaktır.
1997 1 Mayıs'ında ne anlama gelir bu, nasıl yapılır?


ŞOVENİZME,
MİLLİYETÇİLİĞİN HER
TÜRÜNE KARŞI PROLETER
ENTERNASYONALİZMİ!
Bu her şeyden önce, şimdi her yanda azan milliyetçiliğe, ırkçılığa karşı PROLETER ENTERNASYONALİZMİnin bayrağını yükseltmek demektir. Bugün emperyalist burjuvazi her yanda hakimiyetini sürdürebilmek için ulusal ayrılıklardan yararlanıyor. Bir dizi ulus ve ulusal azınlığa hakları verilmiyor. Hakim uluslar imtiyazlarına kıskançlıkla sahip çıkıyor. Tüm ulusların burjuvaları, kendi uluslarının üstünlükleri hakkında yalanlar anlatıyor. Vatan, millet nutuklarıyla emekçiler birbirlerine düşman edilip, birbirlerinin üzerine saldırtılıyor. Dünyanın her yanında ulusal ayrılık ve çelişmeler, emperyalizmin hakimiyetini sürdürmesi için kullandığı gerici, karşıdevrimci savaşların temel dürtülerinden biri olarak çıkıyor karşımıza! İşte Zaire! İşte Ruanda! İşte Filistin! İşte Afganistan! Ve daha onlarcası, yüzlercesi! Ve işte ülkemizde olanlar!
Yaşananı, Vietnam'la, Afganistan'la karşılaştıranlar, bizzat hakim sınıfların sözcüleridir! Onlar bu karşılaştırmayı tabii ki ne kadar az kayıp verdikleri konusunda övünmek için yapıyor. Fakat bu karşılaştırma, bizzat kendilerinin yaşananın boyutlarını savaş olarak değerlendirdiğini bir kez daha belgeliyor. Mızrak çuvala sığmıyor. Adına "Düşük Yoğunluklu" da deseler, savaşın varlığını kabul etmek zorunda kalıyorlar.
Bu savaşı sürdürebilmek için korkunç boyutlarda ırkçılığı, milliyetçiliği körüklüyor hakim sınıflar. Emekçileri kendi peşlerine takabilmek, onların gerçek düşmanlarına karşı, sermayeye karşı, emperyalizme karşı, onun uşaklarına karşı birleşmesini, mücadele etmesini engellemek için milliyetçilik en önemli ideolojik silah burjuvazinin elinde! Çok değil, bundan daha bir yıl önce, Ege'deki iki kayalık yüzünden savaş çıkarmalarına ramak kaldı. Türk ve Yunan hakim sınıfları yine kışkırttılar halkları birbirine karşı! Her iki ülkede de burjuva medyası kışkırtıcılıkta birbiriyle yarıştı! Ne için? Hakim sınıflar "vatan toprağı için" diyorlar! Peki ama vatan ne? Hangi vatan?
Hakim sınıfların vatanın, milletin çıkarı dediği, gerçekte kendilerinin ve işbirlikçiliğini yaptıkları emperyalist ağababalarının çıkarlarıdır! Onların vatan, millet nutuklarına kanıp, onların peşinde hareket etmek, işçi sınıfı ve emekçiler açısından kendi öz çıkarlarına karşı hareket etmek demektir! Onların "vatan" dediği; kârın, azami kârın, sömürünün, en fazla sömürünün; zulmün her türünün, işkencenin, köy boşaltmanın, sürgünün, faili belli cinayetlerin; milyonlar açlıktan kıvranır, çöplükten yemek ararken, milyarları yurtdışına kaçırmanın, har vurup harman savurmanın, yiyiciliğin, rüşvetin bir başka adıdır! Onların "vatan" dediği, Susurluk'taki kazanın bir kez daha gösterdiği gerçeklerdir. Mafyalaşmış devlet, devletleşmiş mafyadır onların "vatan" dediği! Hayır, bu "vatan" işçilerin, köylülerin, emekçilerin vatanı değildir. Bilimsel Sosyalizmin, Komünizmin kurucuları Marx ve Engels'in Komünist Manifesto'da belirttikleri gibi, işçilerin vatanı yoktur! İşçiler, emekçiler ancak kendi iktidarlarını kurduklarında, sömürü imparatorluğuna son verip, emek egemenliğini kurduklarında "Bizim vatanımız budur!" diyebilecektir!
1 Mayıs'ta sınıf bilinçli işçiler, tam da bu temel gerçeği haykırmalıdır: Biz öncelikle Türk, Kürt, Çerkez, Ermeni, Rum değiliz! Biz öncelikle Türkiyeli, Almanyalı, Japonyalı, Amerikalı, Rusyalı... vb. değiliz! Biz öncelikle müslüman, hıristiyan, budist, katolik, protestan, alevi, sünni vb. vb. değiliz! Biz öncelikle kadın, ya da öncelikle erkek değiliz! Biz; cinsiyetimiz, dinimiz, milliyetimiz, ülkemiz, mezhebimiz, rengimiz ne olursa olsun, öncelikle İŞÇİyiz, EMEKÇİyiz, KÖYLÜyüz! Biz öncelikle SÖMÜRÜLEN ve EZİLENleriz!
Bizim aramızdaki birlik noktaları, bizi ayıran özelliklerden çok daha derin ve sağlamdır. Bizim düşmanımız birdir. Kurtuluşumuz birlikte olacaktır! Biz, hakim sınıfların bizi ayırmak için kullandığı farklılıklarımızı, kendi sömürüsüz düzenimizde kavganın değil, ortak zenginliğimizin aracı yapacağız! Hakim sınıflar bizim farklılıklarımızı kullanıyor. Bizi birbirimize kırdırıyor! Biz işçiler, emekçiler hakim sınıfların oyununa gelmemeliyiz. Milliyetçilik zehirinin panzehirine, PROLETER ENTERNASYONALİZMİNE sıkıca sarılmalıyız.
Proleter enternasyonalizmine sarılmak, her türlü üstün millet teorisini reddetmek, tüm ezilen ulusların ayrılma hakkını ve tüm milliyetlere tam hak eşitliğini kayıtsız koşulsuz savunmak demektir! Proleter enternasyonalizmi, eşit haklara sahip ulus ve milliyetlerin gönüllü birliğini savunmak demektir. Bu, ancak her türlü zoraki birliğe karşı çıkmakla, her türlü imtiyazı reddetmekle olur. Sadece ulusal sorunda değil, emekçileri bölmek için kullanılan bütün farklılıklarda, imtiyaz sahibi olanların imtiyazına, ezilenlerin ezilmesine, haksızlığa uğrayanların haksızlığa uğramasına karşı çıkmak, emekçilerin gönüllü birliğini sağlayabilmenin tek yoludur.
Kadın cinsinin erkek cinsi tarafından ezilmesine karşı çıkıp, gerçek eşitliği savunmak ve sağlamak, her türlü dini ve mezhepsel imtiyaz ve baskıya karşı çıkıp, tam eşitliği savunmak ve sağlamak görevdir. 1 Mayıs, bu bilinçle kutlanmalı ve bu bilinç 1 Mayıs'ta emekçilere taşınmalıdır!


ÇÖZÜM DEVRİMDE,
SOSYALİZM'DE!
1 Mayıs 1997'de, 1 Mayıs'ı, onun devrimci özüne, ruhuna uygun bir biçimde anmak, kutlamak, DEVRİM için mücadeleyi tüm mücadelenin merkezine koymakla olur. Nedir bugün dünyada durum? Emperyalizm ve gericilik, sosyal-emperyalist, revizyonist kampın çöküşünden bu yana utanmazca "Komünizmin ölümü"nü(!) kutluyor. Ölen, çöken Komünizm filan değil gerçekte! Onursuzca çöken, kapitalizmin sosyalizm maskeli bir türü, revizyonist hainlerin başını çektiği bürokrat devlet kapitalizmi. Buna rağmen, emekçi yığınların önemli bir bölümü için de Sosyalizm, Komünizm yüzyılın başında olduğu gibi ve ölçüde, ya da 60'lı yılların sonlarında olduğu gibi ve ölçüde alternatif olarak görülüp, kavranmıyor. Bunun suçlusu ve sorumlusu, kuşkusuz, sosyalizm adına onu yozlaştıran revizyonistlerdir.
Öyle ya da böyle, emperyalist sistem bugün kendisini alternatifsiz görmekte, göstermektedir. Kitlesel boyutlara ulaşan tüm alternatifler, düzen içi, emperyalist sistemi, sömürü sistemini gerçekte soru işareti yapmayan reformist alternatiflerdir. Emperyalist düzenin alternatifiymiş gibi ve yeni, "adil" bir düzen söylemiyle ortaya çıkan islamcı, dinci alternatif de, gerçekte kandımacadan başka bir şey değildir. Sömürünün, çok daha ilkel yöntemlerle örgütlenmesinden başka bir projesi yoktur islamcı, dinci alternatifin.
Bütün dünyada, evet sömürüye ve baskıya karşı bugün de işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin mücadeleleri, yer yer silahlı mücadelelere, evet savaş boyutlarına varan mücadeleleri vardır. Fakat anda bu mücadelelerin çok büyük bir bölümü, burjuvazinin çeşitli kesimlerinin önderliğinde düzen içi mücadele olarak kalmaktadır. Dünyadaki bu gelişmeler ülkemize de yansımaktadır.
İşçi sınıfının mücadelesi, kitlelerin bu mücadeleye katılması bağlamında yer yer oldukça önemli boyutlara ulaşmasına rağmen, sendika ağalarının önderliğinde reform taleplerini aşamamakta, hakim sınıfların kendi aralarındaki iktidar dalaşında birbirlerine karşı hâlâ kullanabildikleri bir silah işlevini görmektedir. Köylülerin mücadelesi, milli çelişmeler temelinde geliştiği alanda savaş boyutlarında olmasına rağmen, milliyetçi önderlik sayesinde, emperyalizmin sınırları dışına çıkmamaktadır. Diğer alanlar da gayet geridir. Reform sınırları içindedir.
Son dönemde gelişen öğrenci gençlik hareketi, 1980 sonrasında bu alandaki sessizliği yırtan, buzu kıran hareketler olarak olumlu olmasına rağmen, bu hareketin de düzen sınırları içinde kalması için her şey yapılmaktadır. Yine kitle katılımı açısından oldukça büyük boyutlara varan memur hareketi de düzen içi hareket konumundadır. Ufku, bu hareketin de başını çeken reformistler, sendika ağaları sayesinde, reform talepleriyle sınırlıdır.
1980 sonrasında kıpırdanan ilk toplumsal hareketlerden biri olan kadın hareketi de, geneli itibariyle düzen sınırları içine sıkışıp kalmıştır. Düzeni biraz daha yaşanır hale getirmek için ileri sürülen reform talepleri ve bunlar için mücadele, bu hareketin merkezinde durmaktadır.
Devrim, gerçekte önemli ölçüde kitleden kopuk birçok Sosyalist, Marksist-Leninist söylemli grup tarafından laf düzeyinde propaganda edilmesine rağmen, bu grupların pek çoğu, somut pratik siyasi faaliyette, legalist reformcu konumlarda durmaktadır. İşçi sınıfının büyük çoğunluğu ve geniş emekçi kitleler açısından devrim, Sosyalizm, Komünizm, en iyi halde ulaşılması mümkün olmayan bir ütopya olarak görülmektedir.
Kötüler içinde daha az kötü olanı seçmek, ilericilik olarak görülmekte, buna karşı çıkanlar "gerçekçi" olmamakla suçlanmaktadır. Ortam, karşıdevrimin hakim olduğu, rüzgarın hâlâ "işçiden, emekçiden yana değil"; "devrimden, sosyalizmden yana değil", "gericilikten, karşıdevrimcilikten", en iyimser halde "reformizmden" yana estiği bir ortamdır.
Bir dizi legal reformist partinin (İşçi Partisi, Emeğin Partisi, Özgürlük ve Demokrasi Partisi vb.) ve bir dizi illegal oportünist partinin (MLKP, TKP/ML'nin çeşitli kanatları vb.) taraftarlarına moral verme amacıyla yaptıkları palavracı "tahliller"e rağmen, gerçek durum budur. Devrimin yükseldiği, yüzbinlerle, milyonlarla emekçinin devrim ve Sosyalizm için ayağa kalktığı bir ortamda, devrimin, Sosyalizmin moda olduğu bir ortamda, devrimcilik, Sosyalistlik kolaydır. Zor olan, devrimin moda olmadığı ortamlarda da devrimci olabilmek, devrimci kalabilmektir.
1968'in güzel bir şiarı vardı: "Gerçekçi ol! İmkansız olanı (görüneni) iste!" Bugün, işçi sınıfı ve tüm emekçiler, kendilerine gerçekçilik adına reformist talepleriyle gelenleri bu şiarla karşılamalı; biz, "Dünyayı istiyoruz, daha azını değil! Dünyayı mutlaka kazanacağız! Dünyayı sömürüden temizleyeceğiz, kızıl yapacağız!" demelidir!
Bugün devrim, Sosyalizm ne kadar "imkansız" görünse de, gerçekte emperyalist barbarlığın tek alternatifi odur. Ya sosyalizm, ya da barbarlık içinde yok olup gitme! Gerçek alternatifler bunlardır. Kuşkusuz işçiler, emekçiler demokratik haklarını korumak ve genişletmek için, ekonomik durumlarını düzeltmek, yaşama ve mücadele şartlarını düzeltmek için gerçek reform talepleri için de mücadele etmelidir, ediyor, edecektir. Ancak hiçbir zaman, reform için mücadele her şey olarak görülemez, mücadele reform talepleri için mücadeleyle sınırlanamaz, sınırlandırılmamalıdır.
Bunun da ötesinde, reform talepleri için mücadele her zaman temel mücadeleye, sömürü imparatorluğunu yıkmak için devrim mücadelesine tabi kılınarak yürütülmek zorundadır. Örnek vermek gerekirse: Bugün hemen herkes, ülkemizde demokrasinin eksikliğinden, kusurlu olduğundan vb. bahsedip, "demokrasi" için mücadele edilmesini savunuyor. Demokrasiyi "ilerletmek", "genişletmek" vb. iddiasında olanlar arasında hakim sınıfların çeşitli partileri de var! Biz tabii ki, burjuva anlamda da olsa demokrasinin genişlemesini isteriz! Bunun için, şu ya da bu faşist yasanın kaldırılması vb. işçi sınıfının ve emekçilerin yaşama ve mücadele şartlarında iyileşmeler sağlayabilir. Biz şu ya da bu faşist yasanın kaldırılmasını talep edebiliriz. Örneğin "Terörle Mücadele Yasası" adlı faşist yasanın kaldırılması talebi yanlış bir talep değildir.
Ancak bu talep iki türlü savunulabilir: Reformist tarzda ve devrimci tarzda! Bu talebin reformist savunusu, bu talebin gerçekleşmesini demokrasi yönünde atılmış önemli bir adım vb. olarak propaganda eden, bu talep için mücadeleyi, sınırlamasız demokrasi için mücadele olarak görüp gösteren tarzda bir savunudur. Bu talebin devrimci savunusu ise şöyle olur: Biz bu yasanın kaldırılmasını istiyoruz, bunun için mücadele ediyoruz. Ve fakat bu mücadele içinde en baştan biliyoruz ki, bu yasa değişse de, ülkemizde demokrasi kazanılmış olmayacaktır. Bu yasa ve onlarca yasa da değişse, burjuvazinin hakim olduğu şartlarda kazanılabilecek en ileri demokrasi, burjuva demokrasisidir. Burjuva demokrasisi, özde burjuvazinin işçiler, köylüler üzerindeki diktatörlüğü, yani özde burjuvazi için demokrasi, işçiler, köylüler için diktatörlüktür.
Kaldı ki, çağımızda en ileri burjuva demokrasisi bile, iyice gericidir ve faşist tedbirlerle içiçe yürür. Ülkemizde gerçek demokrasi ancak işçilerin, köylülerin iktidarı şartlarında mümkündür. Ancak işçi-köylü demokratik devrimiyle mümkündür. Bu yüzden ülkemizde gerçek demokrasi mücadelesi, emperyalizmin işbirlikçisi hakim sınıfların iktidarını devrimle yıkma mücadelesidir. İşçiler, emekçiler bu amaç uğruna seferber olmalı, bunun için örgütlenmeli, bunun için mücadele etmelidir.
Ya da bir başka örnek:
Burjuvazi, şimdi emperyalist ağababalarının direktifleri doğrultusunda bir "özelleştirme" siyaseti yürütüyor. Bu özelleştirme siyaseti, kısa sürede yüzbinlerce işçi açısından işsizliğe itilme sonucunu, daha da yoksullaşma sonucunu verecektir. Burjuvazinin özelleştirme siyaseti, gerçekte sermayenin işçi sınıfına saldırısını yoğunlaştırma siyasetidir. Bu siyasete karşı da iki türlü mücadele edilebilir.
Reformist tarzda: Bugün devlet kapitalisti işletmeleri "halkın mülkü" olarak görüp, göstererek, "halkın mülkünü yağma ediyorlar" yaygarası, "gavura peşkeş çekiyorlar" milliyetçi demagojisiyle (bunu en açık biçimde İP yapıyor), devlet kapitalizmini, özel kapitalizme karşı savunma bazında!
Devrimci tarzda: Ne devlet kapitalizmi, ne özel kapitalizm! Her türlü emek sömürüsüne hayır! Herkese iş! Herkese sosyal sigorta hakkı! şiarlarıyla. Birincisi, var olan faşist devleti savunan bir pozisyondur, ikincisi onu yıkma hedefine işçileri, emekçileri yakınlaştırmaya çalışan bir pozisyondur.


NE KEMALİST DİKTATÖRLÜK, NE DİNCİ FAŞİZM!
Ya da örnek olarak son dönemdeki kavgalara, darbe tehditlerine vb. bakalım: İşçi sınıfını ve emekçileri "ehven-i şer"i (kötünün iyisini) tercihe zorlama siyasetinin son dönemdeki en açık görüntüsü, "şeriat / laik devlet"çatışmasında ortaya çıkmaktadır. Şimdi ülkemizde hakim sınıflar arasında kıyasıya bir iktidar dalaşı yaşanıyor. Geleneksel kemalist devlet, din temeli üzerine kurulu bir devlet alternatifi tarafından tehdit ediliyor. Bu alternatifin savunucusu RP, şimdi DYP ile koalisyon içinde hükümette. O, programını tam olarak uygulayamıyor. Kemalist devletin anayasasına bağlılık yeminleri ediyor. Orduyla uyum içinde olunduğuna dair açıklamalar birbirini kovalıyor. MGK'nın kararları, hükümete verilen direktifler olarak kabul ediliyor. Fakat bunlara rağmen, geleneksel kemalist iktidar odakları, en başta da ordu, RP'ye inanmıyor ve onun siyasi iktidardan uzaklaştırılmasını istiyor. Bunun parlamentoda yapılamaması şartlarında, askeri darbe tehditi açıkça seslendiriliyor. Ortaya çıkan resim ne?
* Bir yanda, geleneksel kemalist iktidar odakları var. Bunlar "laik, demokratik cumhuriyet" savunucuları olarak ortaya çıkıyor, yığınları "şeriat" dedikleri din temeline dayalı devlet tehlikesine karşı korumaya çağırıyor! Ve biraz ilerici düşünceli işçiler, emekçiler, toplum katmanları, bu çağrıya uyuyor. Toplumun bütün kesimlerinde, özellikle Susurluk ertesinde, devlete karşı yönelen tepkiler ve "Temiz Toplum" istemleri doğrultusundaki eylemler, ustaca, var olan devletin savunulması, kemalist diktatörlüğün savunulması eylemlerine dönüştürülüyor.
Susurluk ertesinde biraz hareketlenen toplumsal muhalefet, "laik devleti şeriat tehlikesine karşı koruma" cenderesi içine sıkıştırılıyor. "Temiz Toplum" şiarları, yerini "Türkiye laiktir, laik kalacak" şiarlarına, Türk bayraklarına, Atatürk posterlerine vb. bırakıyor. İşçiler, emekçiler açısından din temeline dayalı bir devlet, kuşkusuz bugünkü kemalist devlete göre de bir geri gidiştir. Kazanılmış bir dizi hakkın yitirilmesi anlamına gelecektir.
İran örneği, din temeline dayalı bir devletin işçi ve emekçiler açısından ne olduğunu açıkça göstermektedir. Din temeline dayalı bir devlete karşı mücadele işçilerin, emekçilerin görevidir. Ve fakat bu mücadelede alternatif, bugünkü devletin savunulması olamaz. Emekçi yığınların korumasına çağrılan kemalist devlet, gerçekte ne laik, ne de demokratiktir. Bu devlet, dini, kişinin özel işi sayan bir devlet değil, dini bizzat kendi kontrolüne alıp, kendi kullanan, "Diyanet İşleri" adlı kurum üzerinden kendi din yorumunu yapan ve bu resmi devlet dinini yaygınlaştıran bir devlettir.
Bu devlet demokratik de değildir! Hiçbir zaman demokratik olmamıştır. Kemalizm, ülkemizde her zaman açık terörcü bir diktatörlüğün, faşizmin adı olagelmiştir. Kemalist ordu, ister doğrudan kendi idareye el koysun, isterse şimdi olduğu gibi parlamenter demokrasi maskesi takınılmış olsun, her zaman gerçek iktidar odağı olagelmiştir. Din devleti tehditine karşı, mücadelenin bugünkü kemalist devletin savunulması mücadelesi olarak yürütülmesi, faşizmin bir türüne (dinci faşizm) karşı, bir diğer türünün savunulması temelinde bir mücadeledir. Böyle bir mücadele, hakim sınıfların iktidar dalaşında onların kuyruğuna takılan bir mücadeledir. Böyle bir mücadelenin demokrasi savunuculuğu olarak gösterilmesi büyük bir sahtekarlıktır. Reddedilmelidir...
* Diğer yanda, RP'nin toplum alternatifi vardır. Onun toplum alternatifi, RP, bunu bugün taktik olarak açıkça dillendirmese de, dine dayalı bir toplum/devlet örgütlenmesidir. RP, bunu süreç içinde halk oyuna dayanarak gerçekleştirme planları içindedir. Halkoyu bazında büyüyen parti olduğundan, hakim sınıfların diğer kesimlerine karşı şu anda "demokrasi" savunucusu olarak ortaya çıkmaktadır. Askeri cunta tehditleri karşısında da, sivil toplum savunucusu ve parlamento, demokrasi vb. savunucusu olarak ortaya çıkmaktadır.
Geleneksel kemalist bürokrasinin iktidarını kırabilmek için, görünürde "seçilmişlerin atanmışlara üstünlüğü"nü savunmaktadır. Bunlar da iktidar dalaşında hem islam adına, hem de demokrasi adına, askeri faşist cunta tehditlerine karşı parlamentoyu, demokrasiyi vb. savunma adına, destek aramaktadırlar. Fakat bunların demokrasi savunuculuğu da en az kemalistlerin demokrasi savunuculuğu kadar sahtekarcadır. Bunların kemalist diktatörlük karşısındaki gerçek alternatifleri, dinci faşist bir diktatörlüktür.
Görüldüğü gibi, hakim sınıfların önümüze koyduğu alternatifler işçiler, emekçiler açısından gerçekte kötüler arasında tercih yapmaya zorlayan, bize adeta kırk katır mı/kırk satır mı istediğimizi soran alternatiflerdir. Bunların hepsine hayır demek, hakim sınıfların iktidar dalaşında, onların şu veya bu kesiminin kuyruğuna takılmamak, kendi bağımsız demokrasi mücadelemizi yürütmektir görev!
Ülkemizde demokrasiyi kazanmanın yolu, işçi sınıfı önderliğinde demokratik halk devriminden geçmektedir. İşçilerin, emekçilerin kendi iktidarları: Demokrasinin biricik yolu budur! Ve ülkemizde demokrasi, devrimle er geç kazanılacaktır! Yeter ki, hakim sınıfların iktidar dalaşının yedeği olarak hareket etmekten çıkalım, kendi iktidarımızı kendi ellerimizle kazanalım!
Kısacası: 1 Mayıs 1997'de de, her şeye, bütün olumsuz şartlara rağmen, DEVRİM şiarını, devrim taleplerini merkeze koymalıyız! Reform talepleri uğruna mücadeleyi değil, reformist tarzda mücadeleyi kökten reddetmeliyiz!
O zaman, 1 Mayıs'ı onun devrimci geleneğine uygun olarak anmış, kutlamış oluruz. O zaman, High Market katliamında ölen Şikagolu onlarca yiğit işçi, o zaman August Spiess, George Engel, Albert Parsons, Adolph Fischer'ler bizimle birlikte 1 Mayıs alanlarında olurlar. O zaman, ülkemizde ve bütün dünyada, 1 Mayıs'ın devrimci bayrağını yükseklere kaldırmak için döğüşürken ölenler, bizim mücadelemizde bizimle birlikte olur. O zaman, döğüşürken ölenlerin kanı yerde kalmaz! O zaman, biz geleceğin bizim ellerimizle kurulacağını göstermiş oluruz dosta düşmana!
Haydi devrimci 1 Mayıs'a!
Haydi 1 Mayıs'ta kızıl bayrakları yükseltmeye

pınar09 01-05-2007 10:13

ellerine emeğine sağlık dostum,güzel paylaşım.

HAWIN_ZEL 01-05-2007 10:35

emegine saglik dost paylasimin icin

mnoocalan 01-05-2007 10:40

emeğine yüreğine sağlık güzel bir paylaşım ama meydanlarda bizi rahat bırakmıyorlarki kışkırtıp duruyorlar şimdi tv de izledim böyle olmaz ki

_aytekin_ 01-05-2007 11:07

olmaz tabi dostum ama ne yapalım önümüze hep engel olarak ıkıyorlar umarım birgün bu engelleride asarız.....bugunden sonra sıra 6 mayısta..ankarada

mnoocalan 01-05-2007 11:10

biz bütün engelleri aşarız zorlada olsa

yaman7777 01-05-2007 11:44

aytekin bu yaziyi sanirim sende okumadan koymussun ve yahutta;devrimci gelenegin,devrimci direnisin,marksisit-leninist durus pratiginin (özellikle 12 eylül fasizminin en agir kosullarinda)kimler tarafindan ortaya kondugunu bilmiyorsun.senin alinti yaptigin (ki 1997 1 mayisindan bahsediyor)anlayisin teorik temellerini ve pratigini arastirmani öneririm.
radikal söylemlerle,varolan gerceklik degistirilemez,tarih en büyük yargictir.
özgürlük ancak isci sinifinin iktidarinda mümkündür; buna katiliyorum,ama bunu yapacak olan öncü parti kesinlikle ve kesinlikle anti leninist-anti stalinist,emperyalizmin isbirlikcisi trockist parti olmayacaktir.


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 22:34 .

Telif Hakları vBulletin v3.8.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.


Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.1