Ana Sayfa


Sonbahar Logosu Ana Sayfaya Gidin Ekibimiz Forum Kuralları Arama
Geri Dön   Dostun Sayfasi > Siyaset Kösesi

Cevapla
 
LinkBack Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
Eski 11-03-2011, 17:48   #1
Admin
MEHMETDOST - ait Avatar
Üyelik Tarihi: Jul 2009
Bulunduğu Yer: Defne / Hatay
Yaş: 54
Mesajlar: 19,967
Tesekkür: 7368
2688 mesajina 33621 kez tesekkür edildi
 MEHMETDOST isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı Size, bindiğiniz dalı kestiriyorlar, sayın başbakan!


siteadi.com - Size, bindiğiniz dalı kestiriyorlar, sayın başbakan!










Bu yazıyı, 8 Mart Kadınlar Günü’nde yazıyorum.
Türkiye’de ve dünyada her gün on binlercesi ataerkil sistemdeki erkek şiddetine ve vahşetine maruz kalan kadınların gününde!..
Töreydi, namustu, gelenekti...
Kadınlar... İşçilerle birlikte emekleri, vücutları, zamanları binlerce yıldır sömürülen bir insan çeşidi!.. Irgatlar, köleler, kullar, cariyeler, seks köleleri... Tecavüze uğrayanlar...
Ve “cadı” diye diri diri yakılanlar...
Böyle bir günde, “cadı avı” konusunda bir yazı yazmak istiyorum, bir yandan.
Diğer yandan, “Başbakan’a Açık Mektup!” başlıklı başka bir yazı geçiyor aklımdan...
Başbakan’a, “cadı avı”na “one minute” demesi için bir çağrıda bulunmak... Onun son bir-iki haftaki söylemlerinde, ses tonunda ve konuşma tarzında garip bir “yeter artık!” seziyorum çünkü... Durumu aymış olmalı... Ona, Nazım’a atıfla seslenmek istiyorum: “Size, bindiğiniz dalı kestiriyorlar, Sayın Başbakan!.. Türkiye ve kendiniz için, artık ‘one minute’ deyin bu ‘cadı avı’na!”
Sonra, kendime, “Başbakan daha büyük işlerle meşgul; senin ‘cadı avı’yla ilgili vesveselerini okuyacak vakti yoktur! Üstelik, içinde yaşamak durumunda olduğu dinci ve tarikatçi atmosfer, yani ‘sistem’, onu zaten kitleleri uyutmak üzere bulunduğu yerde tutmak ve daha ileri gitmesini engellemek yapısı ve ideolojisi üzerine kurulmuştur. Kimi kime şikayet edeceksin ki!” diyorum ve yazımı, 8 Mart Kadınlar Günü vesilesiyle, “cadı avı” konusunda yoğunlaştırmaya karar veriyorum...
*
VURUN ABALIYA!
Sevgili okurum!
“Cadı avı” konusunda yazacaklarımın çoğu sana yabancı değildir zaten; yine de bunları tekrarlamakta yarar var... Çünkü, kadın ve işçi sömürüsü üzerine kurulu insanlık tarihi, bu sömürü bitmediği için zaten hep tekrarlarla doludur... Tekrar edilip duran, güçlünün güçsüze baskısı ve bu bağlamda, Soner Yalçın’ın 8 Mart 2011 tarihli Odatv’de yayınlanan mektubunda da sözünü ettiği, “vurun abalıya” olgusudur. İnsanlık tarihi kadar eski olan bu geleneğin kökenini, Halikarnas Balıkçısı’ndan öğrenelim:
“Birçok bilginlerin ileri sürdüğüne göre Atina’da veba, kuraklık, kıtlık gibi durumlarda kurban edilebilmek üzere kast dışı kimselerin devletçe beslendiği bir olguymuş; bu kurbanlıklardan bir erkek bütün erkek yurttaşlar adına, bir kadın da dişi yurttaşlar adına kesilir veya vur-abalıya işlemine uğratılırmış.” (Bütün Eserleri 6, s. 212). “Bittabi üzerine günahlar yüklenen bir çeşit vur abalıya! Belki de bu kurbanlığa belli renkte bir giysi ya da aba giydiriliyordu ve yahut da, kurbanlık dövülerek, üzerine tükürülerek ve özellikle tahkir ve hakaret edilerek öldürülürdü. (Aynı eser, s. 204).
KURALLAR, FEODAL BEYLERİN VE PAPALARIN KURALLARIDIR
Tekrar “cadı avı”na dönelim. O bir Kilise buluşudur. 13. Yüzyıl’dan, 18. Yüzyıl’ın sonuna kadar, yüzbinlerce kadın, hâkim erkek ve Kilise sistemini sürdürme adına “cadı” diye katledilmiştir. (Öldürülen “cadı-erkek” de vardır, ancak bunlar istisna teşkil eder).
O zamanki Avrupalılar’ın/ Hıristiyanlar’ın, “cadı” deyince anladıkları, “Toplumun ahlak ve davranış kurallarına uymayanlar”dı. Kurallar, feodal beylerin ve Papaların kurallarıdır. Bu beyler ve efendiler, “cadı”lar hakkında öylesine sistematik bir propaganda/ psikolojik savaş uygulamışlardır ki, sonunda, “aydınlanmanın vatanı” olan Avrupa’da, büyüğünden küçüğüne kadar herkes “cadı”ların gerçekten var olduğuna inanmıştır.
O zamanki Papazlar ve hâkimler, Tanrı’nın insanlara yönelik şiddetini önlemek, yani Tanrıların gönlünü almak için, “fikri hür” kadınların (yani “cadı”ların) kurban edilmesi gerektiğine inanıyorlardı. Buradaki “bilinç-altı amaç“ açıktı: Ataerkil sistemin “cadı avı”ndan muradı, kendisini/ hâkimiyetini sorgulayabilecek potansiyele sahip, özellikle bekâr, evlenmek istemeyen veya dul kadınları, “toplumun ahlak ve davranış kurallarına uymuyorlar!” bahanesiyle bertaraf etmek!
TEK İSTEDİKLERİ AZ ACI ÇEKEREK ÖLDÜRÜLMEKTİ
Kadınları “cadı” diye damgalayıp tutuklatan merciler, dokunulmazlık zırhı taşıyorlardı. Çünkü onlar, “devletin ve doğru inançın taraftarı”ydılar. Hakimin basit bir şüphesi, bir kadının “cadı” diye uzun süren işkencelerle barbarca öldürülmek üzere yakalanmasına yetiyordu. “Cadı”ların hâkimlerden tek istedikleri şey, asılarak ve kılıçla, çabucak, yani az acı çekerek öldürülmekti. Bunun için her çeşit suçlamayı kabul etmeye, hatta dışardaki “cadı”lar hakkında itiraflarda bulunmaya hazırdılar...
Tutuklandıktan sonra, nadir durumlarda serbest bırakılan “cadı”lar, resmi makamlar desteğinde taraf tutan propagandacılar/ yalancılar aracılığıyla tekrar tutuklanırlardı. Yani, resmi makamlar, kendi tarafını tutanları, bu şüphelilerle ilgili önyargılı suçlamalar yapmaları konusunda teşvik ediyorlardı...
Süreç şöyle işliyordu: Önce kadınlara dava açılıyordu. Sonra tutuklanıyorlar ve ifadeleri alınıyordu. Tehdit edilerek ve işkenceyle, “cadı” olduklarını itiraf etmeleri isteniyordu. İşkenceden sağ çıkarlarsa, hüküm giyiyorlar ve çeşitli yöntemlerle öldürülüyorlardı.
“Cadı” davalarının hakimleri ve cellatları, öldürdükleri “cadı” sayısına göre maaş aldıkları için, “cadı” sayısının artması taraftarıydılar.
Bir kadında birçok “cadılık” belirtisi olabilirdi. Vücuttaki bir ben/ “işaret”, cinsel organdaki “tuhaf”lık, saç veya ten rengindeki “belirti”...
HER ÖLDÜRÜLEN KADINLA KİLİSE DAHA DA ZENGİNLEŞİYORDU
Bene veya meme ucuna iğne batırılır, kanamazsa ve kadın ağlamazsa, bu “cadı”lığın belirtisi sayılırdı. İşkence sırasında az gözyaşı akıtan kadınların “cadı”lığı böylece ispat edilmiş olurdu. (Şiddetli işkencenin ağlamayı önlediği bilinmiyordu; bilinse de, kimse bu gerçeği söylemeye cesaret edemiyordu). Vücuduna ağırlık bağlanarak göle atılan kadın, eğer yüzerek su üstünde kalmayı başarırsa, bu yetenek, “cadı”lığın belirtisi sayılıyordu...
Ha, bu arada: “Sistem”, “cadı” diye öldürülen kadınların mülklerinin Kilise’ye kalması üzerine kurulmuştu. Kilise, her öldürülen kadınla biraz daha zenginleşiyordu...
Evet, Kilise’yle bütünleşmiş “sistem”in yürüttüğü “cadı avı”nın küçücük bir resmi işte böyle...
Ve o öyle bir Kilise’dir ki, yüzyıllar boyunca “cadı” diye damgalayıp katlettiği kadınlardan nihayet birkaç yıl önce, o da yarım ağızla özür dileyebildi! Ama aynı Kilise (ruhu) bugün, dünyadaki (vücudu olan) emperyalizmi, ellerini oğuşturarak, ağzının suyu akarak kutsuyor ve seyrediyor. Aynı ruh bugün, kadınları, işçileri, mazlum milletleri sömürenlerin; kadınları, işçileri, mazlum milletleri savunan aydınları vuranların silahlarına ideolojik kılıflar dokumakla, sömürülenlere direnebilecek müridleri tütsüleyerek uyutmakla meşgul...
*
İşte böyle...
“Cadı avı”, sadece Dünya Kadınlar Günü’nde değil, otoriter sömürü sisteminin hüküm sürdüğü her yerde, her zaman hayati bir konudur. Çünkü “cadı avı”, burada bir semboldür ve benzer “av”lar, dünyanın her yerinde başka adlarla yapılmıştır, yapılmaktadır...
“Batı”, “cadı avı”nı aştıktan sonra, “vurun abalıya” zihniyetinden (bugüne kadar) asla vaz geçmemiştir. Daha sonra, “Yahudi avı”na, “komünist avı”na, “Müslüman terörist avı”na çıkmıştır... Sonuncusunu bugün de ideoloji bayrağına yazmıştır ve vahşetle sürdürmektedir...
Hepisinin özü aynıdır. Sömürü sistemini ayakta tutmak için düşman ve korku yaratma ideolojileridir bunlar. Hitler, “Yahudiler olmasaydı, onları icat etmek gerekirdi!” demişti. Hakim güçler, sistemlerini sürdürebilmek için, hep, “düşman öteki” yaratmışlar, böylece halkın, kendilerine karşı yöneltebileceği tepkinin hedefini şaşırtmışlar, halkı, ellerindeki politik ve ideolojik aygıtlarıyla şekillendirdikleri bir “günah keçisi”ne karşı kışkırtmışlardır.
*
“CADI AVI” HİÇ DEĞİŞMEDİ
Batı’da Kilise’nin “cadı avı” vardı da, onunla içiçe yaşayan ve benzer ekonomik ve politik sistemi paylaşan Türkiye’nin “cadı av(lar)ı”yok mu(ydu)?
“Cadı”ya verilen adlar değişti tarih boyunca, ama “cadı avı” değişmedi: Kimi zaman “namussuz”/ “şerefsiz” dendi ona, kimi zaman “dinsiz”, kimi zaman “komünist”/ “anarşist”, kimi zaman “Kızılbaş”, kimi zaman “Şeriatçı”, kim zaman “terörist”... Şimdi de “darbe niyetlisi”, (“Gladyocu/ Ergenekoncu/ Çeteci” denmesi “sistem”i rahatsız ettiği için) “Darbeci Ergenekoncu” deniyor...
Bu yapılırken de, tıpkı Kilise’nin ve diğerlerinin “cadı avı” dönemlerinde olduğu gibi, “kanun”dan söz ediliyor tabii. Tevfik Fikret onlara yüz sene öncesinden şöyle seslenmişti:
“Bir devr-i şeamet, yine çiğnendi yeminler
Çiğnendi, yazık, milletin ümmid-i bülendi
Kanun diye topraklara sürtündü cebinler,
Kanun diye, kanun diye kanun tepelendi.
Bihude figanlar yine, bihude eninler...”
*
Biliyorum ki, hâkim sistem, benim bu eleştirimi de içinde eritecek iki (veya daha fazla) yüzlülüktedir. Kalemimi kırsam da “amenna” diyecektir, ucunu sivriltsem de. Çünkü kendisi yoktur ortada. “Çatışma” üzerine kurduğu düzenini, kukla tiyatrosundaki gibi, bimbolarını/ temsilcilerini çarpıştırarak yürütmenin rahatlığı içindedir; bu çatışma ona zevk vermektedir. Bir gün bir kuklayı kullanır, yarın diğerini; bazen ikisini birden... Beni de (anti)kuklalarından biri olarak görüyordur, olsa olsa. Sisteminin bir parçası, yani... Ben bağırdıkça gülüyor, sesimden çok rahatsız olunca, sadık entel kuklalarını ve nihayet “hukuk”çularını salıyor üstüme... İnsanlıktan bahsedenin karşısına “hukuk”çusunu çıkararak “cadı avı” yapan “sistem”le karşı karşıyayız burada...
Olsun...
Dünya tarihi, “cadı avı”na canları pahasına direnenlerin (de) tarihidir.
Sokrates onlardan biriydi.
Jeanne d’Arc, Babeuf, Sacco ile Vanzetti, Che Guevara ve diğerleri...
Coğrafyamızdan da, şimdiye dek “cadı avı”na, köleliğe ve sömürüye onurluca direnen birçok yiğit çıkmıştır, bundan sonra da çıkacaktır...
“Her biri, vazgeçilmez, cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası...” (Ahmet Arif).
Spartaküs Truvalıydı.
Erkek şiddetine “yeter gayri” diyen Amazonlar, Termeliydiler...
Şeyh Bedrettin bu coğrafyadan çıkmıştır...
Sütçü İmam da, Mustafa Kemal de...
Nazım Hikmet de, Aziz Nesin de...
Deniz Gezmiş de, Harun Karadeniz de, Mahir Çayan da...
12 Mart ve 12 Eylül’de ve bunların öncesinde ve sonrasında “bizim oğlan”ların “cadı avı”na kurban edilen onlarca onurlu genç de...
Uğur Mumcu da, Necip Hablemitoğlu da...
Olup bitenler, sömürgecilerle ve onların kuklalarının yarattığı karanlıkla/ karartma faaliyetleriyle mücadeleden başka birşey değildir.
Ve bu mücadele, insan denen onurlu varlık, “Yarin yanağından gayrı, her yerde, her şeyde, hep beraber!” diyene, yani, sömürü sisteminin çanına ot tıkayana kadar sürecektir...
Mehmet Şekeroğlu
Odatv.com

__________________
Bizim paşa gönlümüzden çıkmış paylaşıyoruz kıymet bilmeyenler UTANSIN!!
‐----------‐-----‐---------‐-----
Seni her halinle niye seveyim?FENERBAHÇEmisin sen.
  Alıntı ile Cevapla
Yandaki üye(ler) bu mesajindan dolayi MEHMETDOST üyemize tesekkür ettiler
Corumlu (11-03-2011)
Cevapla

Tags
başbakan, bindiğiniz, dali, dalı, kestiriyorlar, sayın, size

Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş arama yap
Modları Göster

Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık



Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 22:21 .
Telif Hakları vBulletin v3.8.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.

Modified by HAKANDOST

eXTReMe Tracker




Valid XHTML 1.0 Transitional


Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.1