Ana Sayfa


Sonbahar Logosu Ana Sayfaya Gidin Ekibimiz Forum Kuralları Arama
Geri Dön   Dostun Sayfasi > Tarih > Tarihe Imzasini Atanlar

Cevapla
 
LinkBack Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
Eski 26-05-2019, 14:36   #1
Can Dost
Üyelik Tarihi: Apr 2010
Mesajlar: 1,058
Tesekkür: 1044
237 mesajina 847 kez tesekkür edildi
 murican isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı Aşık Mahzuni Şerif ile Söyleşi


siteadi.com - Aşık Mahzuni Şerif ile Söyleşi


Türkiye’nin önde gelen halk ozanlarından birisiniz. Sevgili Mahzuni Şerif, bize yaşamınızdan bahsedebilir misiniz?

Ben bilindiği şekliyle 1960’lı yıllarda gündeme gelen bir halk ozanıyım. 1939’da Kahramanmaraş iline bağlı Afşin Kazası Berçenek Köyü’nde doğmuşum. Dedelerim Elbistan ovasına 18. yüzyılda Hatay’dan gelmişler. Hatay da, Tunceli Hozat’tan gelmiş bir Horasan köküdür.

1960’ta ordudan ayrıldıktan sonra, Türk halk şiirine ve halk sanatına gönül verdim. Özellikle Pir Sultan Abdal halk ozanlığı işlevimde öz misyonumu teşkil etmiştir. Onun halktan yana kavgası, ezilmişler için duyduğu ilgi, aynı kıvançta beni de sarmıştır.

1950’li yıllarda başladığım saza, cemlerde ve görgü ya da muhabbet anlarında edindiğim engin öğretileri de katarak halk ozanları safına girmiş oldum. Ve dediğim gibi tarihi halk ozanlığı misyonuna duyduğum bozulmaz saygı zaman zaman, çağımızda kendini gösteren halkçı ve demokratik kavgayı da (devrimciliği) düşüncelerime taşımış oldu. Yaklaşık kırk yıldır saz çalar, deyişler söylerim.

Sizce halk ozanlığı nedir?

Halk ozanlığı, yaşamış ve tarihte kalmış halkların, genel yaşamında var olan olumlu ya da olumsuz bütün teferruata vakıf olmanın, bu incelikte bir yapıyı teşhir etmenin bir sanat ve bilge kişiliğidir. Türkler’in tarihinde ozanlık, özellikle Türklerin Müslüman olmadan önceki yaşantılarında da, Oğuzlar, Memlüklüler, Kırım ve Karahan Türklerinde de kendini gösteren bir halk bilgeliğidir.

Bilgeliğin yanında o gün bu gündür halk ozanlığı işlevi aynı zamanda halk tasavvuf ve edebi sanatının da önemli bir kaynağıdır. Ancak söylediklerimin tümü bir halk ozanı için geçerli tanımlardır. Zira icraatında halkçı renk olmayan ozan ozan değil, eskiden kalan tanımları itibariyle (Baksı) ya da gönül eğlendirici kişilik taşıyan (Eşk-ü menü) Azeri tanımla aşık adamı (eğlendirici ya da üzücü) sanatçı karşılığıdır.

Halk ozanlığının günümüzdeki durumunu nasıl değerlen- diriyorsunuz?

Yukarıda söylediğim gibi halk ozanlığının bugünkü yapısı, başlangıcında, halktan yana bir ince kavgayı sürdüren çok önemli bir ekolün imrentisi, özentisi içinde seyretmektedir. Buna bir yüzdeyle bakmak gerekirse, bugünkü halk ozanlığının yüzde doksanbeşi hemen hemen taklit ve özentinin eseridir. Elbette ki Anadolu halk ozanlığının bugün yaşayan ve yakında aramızdan ayrılan ciddi ozanları da yok değildir.

Halk ozanlarıyla ilgili çeşitli derneklerde de görevler yaptınız ve yapıyorsunuz sanırım. Bu derneklerin faaliyetleri hakkında bize bilgi verebilir misiniz?

Üzülerek söylemek isterim ki, başlangıçda çok değerli ozanlarla ve önemli gayretlerle kurulan halk ozanları derneklerinde bugün elle tutulacak ozanlar kalmamıştır.

Kalmamıştır derken, Anadolu geleneği ile yaşayan ozanların çoğunluğu 1940 ya da 60 kuşağı olduğundan söz konusu derneklerde görev üstlenmemişlerdir. Haliyle derneklerde genç yeteneklerimiz, daha doğrusu saz öğrenmeye gelen lirik karakterde ozanlıktan daha ziyade sanatçı olma özelliğinde gençlerimiz kalmıştır. Bunun da sebebi devletin halk ozanları örgütlerine hiçbir şekilde el kol olmayışından kaynak bulmuştur.

“Akşam oldu gene hapis kitlendi / Demir perdeleri çekme gardiyan / Ne güzelden haber var, ne mektup salan, / Bir de belimi bükme gardiyan. ”… Siz yıllarca “Emperyalizm, sömürü”ye karşı mücadele verip bu uğurda hapis yatmış birisi olarak, geçmiş günleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Günümüzdeki yaşam nasıl bir değişimi simgeliyor sizce?

Hiçbir geçmiş günün iyiliğinden bahsedilemez. Hele de acılarla geçmiş günler hatırlanmak bile istenmez. Ben mapus yıllarımı hayatımın en zor günleri olarak anımsıyorum ama, bunun yanında çok önemli bir misyonun görevi içinde olduğum için, o günleri birer şeref ve onur belgem olarak muhafaza etmekteyim. Çünkü zulme ve baskıya kafa tutan her düşünce kutsaldır.

Buna biraz daha diyalekt olarak bakarsak, her yeni gün gelecekler için daha devingendir. İnsanların hayatında umutlar ne kadar güzel geleceklere gebeyse, zulüm ve kötülükler de aynı oranda gelecekte daha kötü olmak için bir devinim gösterirler.

Bu nedenle, bugün ya da dünler için aktif yaşamda değişen her hadiseyi olağan karşılıyorum.

Geçmişte genellikle sol ve sosyalizim sempatizanı olan halk ozanları yanında; günümüzün aşırı milliyetçi ve ‘dinci’ ozanların artmalarını neye bağlıyorsunuz?

Biraz önce söylediğim gibi, zıtlar kendi doğrularında ilerlemek ister. Bu gerçekçiliğin hüviyetine münhasır bir olgudur. Günümüz dünyasında, özünde bir bulgur tanesi kadar bile insan aşkı ve insan sevgisi olan bir insan ozan da olsa, imam da olsa, sağcı olamaz. Çünkü sağ düşünce içinde başı çeken tekelci anlayış ve paylaşımcılığı reddeden sermaye acımasızlığı yatar. Bu çizgiyi onaylayan ozan ya da başka kişiler halkı sevmiyor demektir.

Az gelişmiş toplumda iki önemli faktör at oynatır. Din ve sermaye. Bir ağa nasıl ki kendi kölelerine, işçilerine ileride hayatlar vaad ederek onları bir ömür boyu bir umutla çalıştırıp tek emekle işi idare ederse, bir dinci çıkar, sermayedarla el ele vererek çalışan insanları dünyadan daha çok ahirette hayata kavuşturma sözüyle avutur. Bu sakatlığın önüne çıkan tek güç bilim ve irfan gücüdür. Böyle bir gücü savlayan halk ozanı ya da halk adamı gerçekten Hakk’a inanan kişidir.

“Kaşların arasından / Domdom kurşunu değdi / Bir avcı vurdu beni / Bir avcı beni yedi”… Yayınlandığında büyük ilgi görmüş olan “Domdom Kurşunu” şiiri nasıl doğmuştur?

Domdom kurşunu, yapısı özelliğiyle bir lirik parçaymış gibi gözükse de, eser 12 Eylül harekatından kaynak bulmuştur.

“Han sarhoş hancı sarhoş / Yolda yabancı sarhoş / El çek tabip kalbimden / İçimdeki sancı sarhoş”… Siz de dahil, tüm ozan ve şairler sarhoş bir sancıdan aslında mutluluk mu duyuyorlar?

Aslında ozanların ve şairlerin mayasında sancılar ve dertler yattığı için ozandırlar, şairdirler. Keyifli bir yapıdan önemli bir dert çıkmayacağı için bu derdin ilacının tarifi de çıkmaz.

Ancak söz konusu şiirde yatan sarhoşluk ve sancı bilinen şarap sarhoşluğu ve sancısı olmadığı gibi, şiirin doktoru da piyasadaki doktorlar nevinden değildir.

Çünkü şiirler, o muhteşem düğüm görüntüleri içinde çok önemli bir ima sanatıdır. İmaj gerçekleri daha da başka bir gerçekle anlatım özelliği olduğu kadar, bir olmayanı başka bir olmayanla kıyaslama sanatıdır. Şiirdeki hasta benim memleketim.

Hancı bu memleketin düzeni. Yoldaki yabancı bu memleketi etkileyen başka bir memleket. İçilen şarap boş vaatler, sarhoş olan çalışanlar, doktor idareci ve işverenler.

“Çalışmadan yetim hakkını yeme / O kül kafan ile bilirim deme / Dağılır ordular, kalkar mahkeme / İnsanlık kavgasız kaldığı zaman”. Ama insanoğlu hala kavga ediyor, hatta şiddetini arttırarak sürüyor bu kavga. Sizce bu savaşlar nasıl giderilebilir?

Aslında hayatın tümü bir kavgadır. Bir bütünü kendi güzergahında yuvarlanmış kabul edersek, yani hayatın tümü içinde yer alan mücadele türlerini ulaşılması gereken müspet noktaya yönelmiş görürsek kavgaların hepsi de tatlıdır.

Ancak dünyamız da hakların kavgasını hiç tasvip etmiyor. Çünkü haklı ve haksız halk olarak hele hiç düşünmüyorum. Haksız olan halkları yöneten sistemlerdir. Bu sistemler bütün dünyada kardeş bir noktayı paylaşsalar, bütçelerinde büyük gelirleri askeri amaçlara ayırmayacaklardır. Çünkü savunmaya bir neden kalmayacaktır. Kısacası uluslar birbiriyle olan zıtlaşmayı terkedecekleri bir noktada adaleti bulmuş olacaklar ve orduyla mahkeme hatıralarda kalacaktır.

“Ben hoca değilim muska yazmadım / Ben hacı değilim Arap gezmedim / Kuvvetliyi sevip zayıfı ezmedim / Namussuza boyun büktüm ise yuh”… “Din, hoca, muska” gibi kavramların bu kadar yaygın olmasını neye bağlıyorsunuz?

Dinlerin doğuşundan bu yana insanlara kısa yoldan rahatlama inancı vaz edilmiştir. Aslında insanlara böyle yapmakla, çalışmanın ve gerçek hayatın yolları kapatılmıştır. Köleci zihniyet özellikle gündemde tutularak, Tanrı korkusu onların üzerinde bir balyoz gibi eksik edilmemiştir. Tabii bu yöntemde güçlüler ilmin gerçeklerinden faydalanırken, sömürülen ve çalışan kesim uyutularak her gün daha dindar, daha üfürükçü, muskacı bir terkibi hurafeyi benimsemiştir. Tek neden kültür ve bilim olayıdır.

“İşte gidiyorum çeşmi siyahım / Önümüzde dağlar sıralansa da / Sermayem derdimdir servetim ahım / Karardıkça bahtım karalansa da”. Geniş ilgi uyandırmış ve günümüzde de sevilen bir türkünüzün sözleri bunlar. “Sıra dağlar kalkmadıkça” aradan yare bir türlü ulaşamayacak herhalde?

Sizin de bildiğiniz gibi buradaki dağlar da şu gördüğümüz dağlar değildir.

Dağlar ne kadar yüksek olursa olsun insan oğlu onun tepesinden aşmasını bilmiştir. Ancak insanoğlunun kavuşmak istediği hayatla, düzenler arasındaki idari, ekonomik ve töresel engeller o sevgiliyi (hayatı) insanlardan uzak tutmuştur.

“Gücenme ey sofu baba / Biz aşığız kör değiliz / Ver bir selam al merhaba / İkiliğe yar değiliz”. İkiliğe niçin yar değiliz. Berrak bir ‘merhaba’nın anlamı nedir?

İkilik sözcüğü bulunduğu anlamla ya da kullanıldığı maksada göre telaffuz edilir. Mesela bir haksızla bir haklı ayrışmalıdır. Burada ikisinin birleşmesi, hiçbir zaman haksıza haklılık kazandırmaz ama, haklı kesin olarak haksızlaşmaya başlar.

Burada bunların ayrılığı ikiliği iyidir. Ancak haksızın tümüyle haksızlığını kabul ettiği ve caydığı zaman birlik doğar ki bu da iyi bir sonuçtur.

Fakat şiirdeki ikilik, 72 milletin bir olması temennisidir. Halkların kardeşliği gerçekliğidir. Berrak bir merhaba, bence sevgilerinde samimi olan insanların zamanı ve günü ve belli ölçülerde hayatın bazı parçalarını paylaşma biçimidir.

“Kolumda kelepçe boynumda zincir / Geceleri bölüp seni düşündüm / Gözlerimde bir ışık diye / Acı acı gülüp seni düşündüm”. Mapushanedeyken gerçekten de en fazla neleri düşündünüz?

Hapislik kahrolası bir hayat tarzıdır.

Özgür bir insanın hiçbir zaman hapis yatmak için budalaca düşüncesi olamaz. Ancak başa geldiği zaman bundan kaçmak gibi bir ayıbı da olamaz.

Ben hapisteyken en çok henüz bir yıllık eşim Fatma’yı ve ben hapisteyken doğan kızım Derya’yı düşündüğümün yanı sıra her gün dipçikler altında ezilen Anadolu insanını, memleketi için canını veren gençlerin yediği idamları ve toprağımda dalgalanan yabancı bayrakları düşündüğümde kahroluyordum.

Ve bu kahroluşum henüz bitmiş değil. Çünkü saydıklarımın çoğunu mahpusluğun dışında da tatmaktayım. Ülkem bana zaman zaman mapus gibi geliyor.

Şimdiye kadar kaç kasetiniz, uzunçalarınız (Longplay) yayımlandı?

Dört yüzün üzerinde plak ve 57 kasetim yayımlandı.

Berçenekli Mahzuni -Domdom Kurşunu –Anadolu’yu Kucaklayan Ozan –2000 Mahzuni -Mahzuni’den Seçmeler -Dolunaya Tül Düştü isimli altı kitabım vardır. Ayrıca (Köylüce) ismini verdiğim 400 sayfalık bir kitabım da sırada çıkacaktır.


AYHAN AYDIN
Pir Sultan Abdal Gazetesi, Sayı 4, sayfa 15, Ekim l998

  Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş arama yap
Modları Göster

Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık



Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 10:18 .
Telif Hakları vBulletin v3.8.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.

Modified by HAKANDOST

eXTReMe Tracker




Valid XHTML 1.0 Transitional


Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.1