Ana Sayfa


Sonbahar Logosu Ana Sayfaya Gidin Ekibimiz Forum Kuralları Arama
Geri Dön   Dostun Sayfasi > Türkü Hikayeleri
Yardım Takvim Bugünkü Mesajlar Arama

Cevapla
 
LinkBack Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
Eski 05-01-2022, 18:47   #1
Can Dost
HÜLYADOST - ait Avatar
Üyelik Tarihi: Oct 2018
Bulunduğu Yer: Ankara
Mesajlar: 1,523
Tesekkür: 1451
1018 mesajina 8361 kez tesekkür edildi
 HÜLYADOST isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı Efsanelerimiz ve Destanlarımız

Efsanelerimiz ve Destanlarımız

siteadi.com - Efsanelerimiz ve Destanlarımız
*******************


Karadut Efsanesi
Karadut lekesi ve leke çıkarıcı karadut yaprağının mitolojik hikayesi





Bir zamanlar birbirlerine âşık iki genç vardı.

Kızın adı Tispe, delikanlının ki, Piremus idi.

Yan yana evlerde otururlardı; birlikte büyüdüler ve çocukluklarından beri birbirlerine âşıktılar. Aileleri bu aşka karşıydı. Ama onlar, bu derin sevgiden vazgeçemiyorlardı. Bir gece, gizlice ormandaki ağacın altında buluşmaya karar verdiler. Tispe, ağaca Piremus’tan önce varmıştı. Uzaktan ağzından kanlar akan kocaman bir aslan gördü. Korktu; hemen yakındaki bir mağaraya saklandı. Ama koşarken boynundaki eşarbı düşürmüştü.

O sırada Piremus geldi. Kocaman aslan, biricik sevgilisi Tispe’nin eşarbını parçalıyordu. Tispe’nin öldüğünü düşündü; onsuz yaşayamazdı. Belinden hançerini çıkardı ve göğsüne sapladı. Cansız bedeni kanlar içinde yere düştü. Tispe korkusunu yendi; mağaradan çıktı. Ağacın altına geldiğinde o korkunç sahneyle karşı karşıya geldi. Piremus’un cansız bedeni yerdeydi; elinde Tispe’nin düşürdüğü eşarbını tutuyordu. Piremus’un, kendisinin öldüğünü sanıp, canına kıydığını anladı. Bir an bile düşünmeden hançeri alıp göğsüne sapladı. Ölüm bile onları ayıramadı. Bedeni, Piremus’un vücudunun üzerine düştü.

Ve Tanrı, o yüce aşkı ölümsüzleştirmek amacıyla, bu çiftin buluştuğu ağacı onlara adadı. Piremus’un kanını bu ağacın meyvelerine, Tispe’nin gözyaşlarını ise, ağacın yapraklarına verdi. O günden beri, karadut ağacının meyvesinin çıkmayan lekesini (Piremus’un kan lekesini), dut ağacının yaprakları (Tispe’nin gözyaşları) temizler…

Bilir misiniz, karadutun lekesi çıkmaz ama elinize ağacın yaprağını alıp ovuşturursanız, o lekenin çıktığını görürsünüz...

__________________
.



En uzak mesafe, iki kafa arasındaki mesafedir birbirini
anlamayan.....

CAN YÜCEL



.
  Alıntı ile Cevapla
Yandaki üye(ler) bu mesajindan dolayi HÜLYADOST üyemize tesekkür ettiler
Nazan (05-01-2022)
Eski 05-01-2022, 18:58   #2
Can Dost
HÜLYADOST - ait Avatar
Üyelik Tarihi: Oct 2018
Bulunduğu Yer: Ankara
Mesajlar: 1,523
Tesekkür: 1451
1018 mesajina 8361 kez tesekkür edildi
 HÜLYADOST isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı

Kız Kulesi Efsanesi






Kızkulesi Adası, o dönemde Kubadabad Saltanat Kentinin haremliği olarak bilinirdi. Ada da etrafı büyük sularla çevrili bir tane kale ve tam orta yerinde yüksekçe bir tane kule bulunmaktaymış. Bu kalede Selçuklu Sultanının kız çocuğu yaşamaktaymış.

Rivayetlere göre Sultan, uykusunda kızının öleceğini ve buna da bir yılanın neden olacağını görmüş. Bu olaydan sonra bu yaptırdığı yüksek kalenin içindeki kuleye biricik kızını kapatmış. Bu kule içine yılan girmemesi için beton borular yardımı ile Adaya doğru sular ve sütler akıtılırmış. Yıllar, aylar, günler geçmiş bir gün biricik güzel Sultan aniden ateşlenip yatağa düşmüş. Ülkedeki en becerikli, en tanınmış hekimler getirilmiş.

Bu hekimler sultanın derdinin devasını çok zor bulmuşlar. Güzel sultan hekimlerin tedavileri ile bu hasatlıktan kurtulup ayağa kalkmış. Sağlığına huzuruna yeniden kavuşmuş. O günden sonra bu olayı, iyileşerek yeniden sağlığına kavuşmasını kutlamak için, dört bir yandan hediyeler gönderilmiş sultana. Kule hediye ile dolup taşmış.
Hediye gönderenlerden biride yaşlı bir köy kadını imiş. Bu kadın, güzel sultana bir sepet dolusu üzüm getirmiş, rivayete göre bu üzüm sepeti içinde meğer küçük bir yılan varmış. O gece yılan uykuda olan güzel sultanı sokup öldürmüş.

Bir rivayette de şöyle geçer: Ovidius’un yitirdiği bir sevda hikâyesi olarak ta bilinir. Hero ve Leandros isimli iki gencin sevda hikayesidir. Hikâye Hero’nun kuleden gitmesiyle başlıyor. Hero, Afrodit’in rahibelerinden biriydi. Rahibe olmasından dolayı âşık olması imkansızdı, yasaktı. Seneler sonra bir gün Hero, bir törene katılmak için Afrodit’in tapınağından ayrılır.

O gün katılmış olduğu törende Leandros ile göze göze gelir. O an birbirlerine âşık olurlar. Leondros Hero’ yu görmek için her gece yüzerek kuleye gelir. O andan sonra aşklarının kutsallaştığı söylenmektedir. Bundan sonra Kız Kulesi her gece bu iki gencin sevdasına tanıklık eder.

Rivayete göre; Leondros’un yüzerek geldiği bir gün Hero, Leandros’un yolunu rahat bulmasına yardım etmek için sevda ateşini yakar. Bu ateş ise rüzgârın etkisiyle söner. Gece karanlığında Leandros yolunu kayıp eder. Boğazın sularında boğularak ölür. Sevgilisinin ölmesinden sonra Hero da kendini boğazın serin sularına teslim eder.

__________________
.



En uzak mesafe, iki kafa arasındaki mesafedir birbirini
anlamayan.....

CAN YÜCEL



.
  Alıntı ile Cevapla
Yandaki üye(ler) bu mesajindan dolayi HÜLYADOST üyemize tesekkür ettiler
Nazan (05-01-2022)
Eski 05-01-2022, 19:18   #3
Can Dost
HÜLYADOST - ait Avatar
Üyelik Tarihi: Oct 2018
Bulunduğu Yer: Ankara
Mesajlar: 1,523
Tesekkür: 1451
1018 mesajina 8361 kez tesekkür edildi
 HÜLYADOST isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı

Balıklıgöl Efsanesi 1





Balıklıgöl hakkında insanların nesilden nesle, kulaktan kulağa anlattığı birçok hikâye vardır. Bu hikayelerden en çok bilineni şu şekildedir;
Efsaneye göre, bu hadise Babil Hükümdarı Nemrut ile Hz. İbrahim arasında geçen olaydan kaynaklıdır. Putperestlik ile mücadele eden Hz. İbrahim günümüzde üç büyük dinin (Musevilik, Hristiyanlık, İslamiyet) inandığı peygamberlerden bir tanesidir.

Hz. İbrahim, kentteki insanlara putlara tapınmayı bırakmalarını ve Tanrı’ya inanmaları gerektiğini tebliğ eder. Bu durum Nemrut’un hoşuna gitmez. Bu arada Nemrut’un kızı Zeliha, Hz. İbrahim’e aşıktır. Hz. İbrahim’in söylediklerine inanlar arasında Nemrut’un kendi kızının olması hiç hoşuna gitmez. Hem halkının inançlarını değiştirmeye çalışan hem de kızını kendinden Hz. İbrahim’e düşmanlık besler.

Küçük bir tepe üzerine kurduğu mancınıklara gerdiği halat ile Hz. İbrahim’i aşağıda yanan ateşe fırlatır. Efsaneye göre yanan ateş göle odunlarda balıklara dönüşür. Hz. İbrahim’in arkasından ağlayan Zeliha’nın göz yaşlarından bu gölün yanında bir göl daha oluşur. Bu gölün adı Zeliha’nın gözü anlamına gelen Ayn Zeliha’dır.






Balıklıgöl Efsanesi 2





Bir diğer hikâyeye göre, Babil Hükümdarı Nemrut, bir rüyasında bir yıldız görür. Nemrut’a rüyasını yorumlayanlar, o sene dünyaya bir erkek çocuk geleceğini ve bu çocuğun büyüdüğü zaman putperestliği yok ederek hükümdarlığı alacağını söylerler. Bunun üzerine Kral Nemrut, o sene doğan tüm erkek çocuklarının öldürülmesini emreder.

Nemrut’un askeri olan Azer, kısa süre içerisinde doğum yapacak olan eşini bir mağaraya götürür. Nuna Hatun burada doğum yapar. Lakin Nemrut’tan korktuğu için çocuğunu mağarada bırakır ve evine dönmek üzere yola koyulur. Evine dönmesi döner ama anne yüreği dayanmaz ve Nuna Hatun geri mağaraya döner.
Çocuğunun bir ceylan tarafından besin ihtiyacını karşıladığını görür. Hz. İbrahim büyüdüğünde baba evine döner. Nemrut’un putlara tapındığını ve halkı da buna zorladığını gören Hz. İbrahim bunun yanlış olduğunu halka anlatmaya başlar. Halk Nemrut’tan korktuğu için inançlarını dışa vuramaz.

Öte yandan Nemrut’un kızı Zeliha, Hz. İbrahim’e gönlünü kaptırmıştır ve onun yanında yer alır. Hz. İbrahim kimsenin olmadığı bir zamanda saraydaki tüm putları baltayla parçalar ve baltayı en büyük putun boynuna asar.
Haber kısa sürede Nemrut’un kulağına gider. Öfkeden deliye dönen Nemrut, baltayı eline alarak bir taş parçasının diğerlerini nasıl parçalayabileceğini sorar. Hz. İbrahim aynı taş parçasının kötülüklerden koruması için ibadet ederken sizi koruması için dua ederken nasıl olur da diğer taş parçalarını kıramayacağını sorar. İyice öfkelenen Nemrut, Hz. İbrahim’in yakılmasını emreder. Bunun üzerine daha önce görülmemiş büyük bir ateş yakılır. Urfa Kalesi burçlarında yer alan mancınıklara gerdirilen halatlarla ateşe atılır.

Ancak Tanrı’nın mucizesi ile ateş suya, odunlarda balığa dönüşür. Hz. İbrahim’de ateşin yanındaki gül bahçesine düşer. Hz. İbrahim atıldıktan sonra kendini burçlardan atan Zeliha’nın düştüğü yerde de Ayn Zeliha Gölü oluşur. Bu durum Tanrı’nın bir tür mucizesidir.

__________________
.



En uzak mesafe, iki kafa arasındaki mesafedir birbirini
anlamayan.....

CAN YÜCEL



.
  Alıntı ile Cevapla
Yandaki üye(ler) bu mesajindan dolayi HÜLYADOST üyemize tesekkür ettiler
ciran63 (13-03-2022), Nazan (05-01-2022)
Eski 09-01-2022, 19:18   #4
Can Dost
HÜLYADOST - ait Avatar
Üyelik Tarihi: Oct 2018
Bulunduğu Yer: Ankara
Mesajlar: 1,523
Tesekkür: 1451
1018 mesajina 8361 kez tesekkür edildi
 HÜLYADOST isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı

Çocuklu Kaya Efsanesi



AKÇAOVA


Akçaova bucağının belen mevkiinde gövdeden birbirine bitişik iki insanı andıran sivri bir kaya vardır. Kuzeye bakan bu iki kayadan doğudakinin gövdesine yapışık küçük bir kaya daha bulunmaktadır. Bu küçük kaya da annenin kucağındaki çocuğu temsil etmektedir.

Vaktiyle bir kadının teknesinde ekmeklik hamur yoğururken küçük çocuğu da yanlarında oynuyormuş. Bir ara çocuk kendi pisliği ile de oynamaya başlamış. Sonra pis ellerini hamur teknesine batırmış. Allah, kutsal nimeti koruyamayan anne, baba ve çocuğunu o anda taş haline getirmiş. Bu yüzden kayaya “Çocuklu kaya” denmekte ve çocuklar yanlış davranışlarında “Allah seni de taş eder” diyerek korkutulmaktadır.


.

__________________
.



En uzak mesafe, iki kafa arasındaki mesafedir birbirini
anlamayan.....

CAN YÜCEL



.
  Alıntı ile Cevapla
Eski 09-01-2022, 19:27   #5
Can Dost
HÜLYADOST - ait Avatar
Üyelik Tarihi: Oct 2018
Bulunduğu Yer: Ankara
Mesajlar: 1,523
Tesekkür: 1451
1018 mesajina 8361 kez tesekkür edildi
 HÜLYADOST isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı

Kızlarhisarı Efsanesi





“Alabanda kralının çok güzel bir kızı vardır. Herkesin gözü bu güzel kızdadır. Alabandalı iki sanatçı kıza talip olurlar ve kraldan isterler. Kral birisine kente su getirmesini, ötekine de senato binasını yapmasını söyler. Ancak ikisinin de aynı anda işe başlamalarını, üstlendikleri işleri önce kim bitirirse kızı ona vereceğini bidirir. İki sanatçı büyük aşkları uğrunaher güçlüğe göğüs gererek heyecanla işlerine başlarlar. Suyu getirecek olan o kadar hızlı çalışır ki, işinin bitimine ramak kaladaha ötekinin ki yarıyı bulmamıştır. Normal koşullarda kızı alamayacağını anlayan ikincisi kendien göre plan uydurur. Büyük para ver mücevherat vererek aracılar bulur. Aracı büyük bir yalan düzer. Doğruca suyu getirecek olana gider. Seneto binasının çoktan bittiğini, dolayısıyla kızın mimara verildiğini söyler. Suyu getirecek olan, büyük şaşkınlık içinde bir an duraklar. Dolu dolu olan gözlerinden sızan yaşlar, yanaklarından aşağıya, titrek dudaklarına iniverir.bir an nerede olduğunu ne yaptığını bilemeyecek hale gelir. Sonra kalkar doğrulur. Etrafına, bir şey ararcasına bakınır. Sonra yerde yatan balyozunu alır, havaya fırlatır. Balyoz daha havada iken altına dikilir. Hızla inmekte olan balyoz adamı paramparça eder. Bir başka söylentiye göre de adam kendi yaptığı İncekemer’den aşağıya atlayarak intihar eder. Böylece rakipsiz kalan mimar kızı alır. O günden beri senato binasına Kızlarhisarı denilmektedir.”


.

__________________
.



En uzak mesafe, iki kafa arasındaki mesafedir birbirini
anlamayan.....

CAN YÜCEL



.
  Alıntı ile Cevapla
Eski 09-01-2022, 19:34   #6
Can Dost
HÜLYADOST - ait Avatar
Üyelik Tarihi: Oct 2018
Bulunduğu Yer: Ankara
Mesajlar: 1,523
Tesekkür: 1451
1018 mesajina 8361 kez tesekkür edildi
 HÜLYADOST isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı

Nal İzi

“Alabanda kentinin yapısında kullanılan blok taşlardan bazıları üzerinde nal izi bulunmaktadır. Halkın inancına göre Hz. Ali dini ve mistik inançla Alabandaya saldırmış. Savaş o kadar şiddetli olmuş ki küheylan, bastığı taşlarda ayak izlerini bırakmış. “




Ahmet Gazi Camii





“Eskiçine köyündeki Ahmet gazi Camiinin dış duvarları tamamlanmış, sıra kubbenin yapımına gelmiştir. Halk caminin bitimini sabırsızlıkla beklemektedir. Kubbe bir gece bir bütün olarak caminin üzerine konuvermiş. Halk kubbenin Allah tarafından kondurulduğuna inanmaktadır.”

__________________
.



En uzak mesafe, iki kafa arasındaki mesafedir birbirini
anlamayan.....

CAN YÜCEL



.
  Alıntı ile Cevapla
Eski 09-01-2022, 19:40   #7
Can Dost
HÜLYADOST - ait Avatar
Üyelik Tarihi: Oct 2018
Bulunduğu Yer: Ankara
Mesajlar: 1,523
Tesekkür: 1451
1018 mesajina 8361 kez tesekkür edildi
 HÜLYADOST isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı

Çine Çayı Efsanesi





Efsaneye göre bütün güzel sanatların tanrısı olan Apollon, yeryüzünün bu güzel köşesinde saz çalarak dolaşır. Diğer tanrılara ve ölümsüz perilere neşeli dakikalar yaşatırmış. Birgün bu yöreye bir ölümlü gelip yerleşmiş. Elinde hiçbir gökyüzü tanrısının ve perilerin bugüne kadar görmediği uzun bir kavalı varmış. Ölümlü uzun kavalı öyle güzel üflüyor, ona öyle etkili nağmeler çıkartıyormuş ki herkes vecd ile dinliyormuş. Periler ölümlünün, sazını Apollon’dan daha güzel ve daha dokunaklı çaldığını birbirlerine fısıldamışlar. Üstelik sazının da Apollon’un sazından daha etkileyici ve büyüleyici olduğunu söylemişler. Bu sözler Apollon’un kulağına kadar gitmiş. Çok öfkelenen ve gazaba gelen Apollon, ölümlüyü tanrıların huzurunda yarışmaya davet etmiş. Şimdiki Çine Çayı’nın vadisinde yarışmaya başlamışlar. Ölümlü sazını o kadar güzel üflemiş, o kadar dokunaklı çalmış ki buna tanrılar bile şaşmış. “Artık ölümlünün üstünlüğünü kabul et Apollon, sazını senden çok daha güzel çalıyor” demişler.

Ölümlünün üstünlüğünü bir türlü içine sindiremeyen Apollon tanrısal gücü ile ölümlünün derisini diri diri yüzdürmüş, onu Hades’in yanına göndermiş. Bu olaya periler o kadar üzülmüş, o kadar göz yaşı dökmüşler ki akan gözyaşları nehir olup akmış. Perilerin gözyaşlarının oluşturduğu Çine çayı o günden peri hala durmadan akarmış.”

__________________
.



En uzak mesafe, iki kafa arasındaki mesafedir birbirini
anlamayan.....

CAN YÜCEL



.
  Alıntı ile Cevapla
Eski 09-04-2022, 23:45   #8
Can Dost
HÜLYADOST - ait Avatar
Üyelik Tarihi: Oct 2018
Bulunduğu Yer: Ankara
Mesajlar: 1,523
Tesekkür: 1451
1018 mesajina 8361 kez tesekkür edildi
 HÜLYADOST isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı

Karacaoğlan Efsanesi





Asıl adı Hasan’mış. Daha bir yaşına basmadan anadan öksüz kalmış. Beş yaşına varmadan da babası Kara İlyas, Kozan derebeyi tarafından askere alınmış. Bir daha da dönmemiş. Böylece küçük Hasan ortalıkta kalakalmış ! Anasının “Karaca” diye sevip doyamadığı Hasan’a köyden Serdengeçti Osman Ağa sahip çıkmış. Ona babalık etmiş, büyütmüş. Yaşı on sekize gelince de, köyde kimi kimsesi olmayan dilsiz bir kızla evlendirmek istemiş. Karacoğlan, bu dilsiz kızla evlenmek istememiş. Ama bu düşüncesini çok sert bir adam olan babalığı Osman Ağa’ya da söyleyememiş. Çareyi köyden kaçmakta bulmuş. Düğün hazırlıkları yapılırken köyden kaçmış. Karacoğlan dağlar, tepeler aşmış, nereye gittiğini bilmeden durmadan yürümüş…
Yaşar Kemal’den: “Yola Çıkarken bütün obası başına birikmişti. Gitme demişlerdi. Gurbet elin kahrı zehirden acıdır. Aşıkta olsan gitme. Başında kavak yelleri gelir geçer Obamızı bırakma gitme demişlerdi. Ama dinlememişti. Yareni yoldaşı, sazının sözünün üstüne yok, bırakma bizi demişlerdi fakat onu yolundan döndürememişlerdi… Uçsuz bucaksız ovanın ortasına dikilmiş şimdi bunları düşünüyordu. Kim bilir ne zamandan beri böyle dimdik, kımıldamadan duruyordu. Derken şafağın ucu görünmüştü. Dağlar tepeler aydınlandı. Kuşlar ötmeye başladı. Yürüdü. Yürümekten başka bir şey düşünmüyordu. Gençti. Yüreğinde bir top ışık, bir ateş harmanı, çiçek açmış bir bahar dalı. Yürüyordu. Gün öğle oldu…”


Karacaoğlan Yorgunluktan yürüyemez duruma gelince, ulu bir çam ağacının altına oturmuş. Daha oturur oturmaz da uyumuş. Uykusunda ak sakallı bir dede, Karacoğlan‘a dolu bir tas uzatmış: – İç şunu, iç ki, yorgunluğun ve dargınlığın son bulsun. Dilin bülbül, gönlün şen olsun, demiş. Karacoğlan, tası başına dikip içince kendine gelmiş. Yorgunluğu üstünden gidivermiş. İçinin çalıp söylemek isteğiyle coştuğunu görmüş. Sazını eline alıp yeniden yollara düşmüş… Bir gün Karacaoğlan Aladağlar’da bir Türkmen obasına konuk olmuş. Çalıp söylemiş. Oba halkı Karacoğlan‘ı çok sevmiş: – Âşık, hiç üzülme, demişler. Burasını kendi oban gibi bil, burada kal, obamız şenlensin ! Karacoğlan obada kalmış. Karacaoğlan‘ın etrafı halka halka olmuştu. Kalabalıktan bir yaşlı, “şu aşık iki söylese de dinlesek” dedi… Şimdi yalnız bir ses, sanki dağlar taşlar, ovalar yankılanıyordu. Obada kim varsa hasta yatalak, çoluk çocuk halkaya katılmak için adeta çadırlarından fırlıyorlardı. Halka büyüdü, büyüdü… Dağlardan çobanlar sürüsünü bırakıp geldi. Dağlardan kurtlar, kuşlar geldi. Halka dondu kaldı… Sonra birdenbire saz durdu. Türkü durdu. Türkü bir zaman kayalarda, ovada yankılandı, kaldı. Aşık başı önünde kalktı, yürüdü. Onun geldiğini gören halka usuldan aralandı. O çıktı… ” Dünyadaki bütün yaratığı ağacı, kuşu, böceği, insanı, her şeyi. Her şeyi en derin sevgisiyle kucaklardı. İliklerine kadar aşkı duyardı dünyanın her şeyine. Yağmuruna, kışına sıcağına, soğuğuna boranına…
Dünyanın en küçük, en duyarsız şeyine bile kocaman açılmış çocuk gözleriyle hayretle bakardı. Türküsü, sesi, bir coşma, bir kendinden geçmeydi. Dünyaya karşı… Günler gelip geçerken, Karacoğlan obabaşı Boran Bey’in biricik kızı Elif’e âşık olmuş. Boran Bey de babalığı Osman Ağa gibi sert bir adammış. Derdini içine gömmüş, gizlice obayı terk etmiş… Dağları aşa aşa, günlerden bir gün Karaman iline gelmiş. Orada da Boran Bey’in obasıyla karşılaşmasın mı ? Hem şaşırmış, hem sevinmiş. Elif de aylardır Karacoğlan‘ın özlemiyle yanıp tutuşuyormuş… Bir gece gizlice buluşup obadan kaçmışlar. Uzaklarda, çok uzaklarda, bir obaya, obanın beyi Tuğrul Bey’e sığınmışlar. Tuğrul Bey, obalılar, çok iyi karşılamışlar bunları. Artık Karacoğlan‘la Elif orada kalmışlar. Tuğrul Bey, dillere destan bir düğün yaptırarak onları evlendirmiş. Karacoğlan obalılara saz çalıyor, Elif de ev işleriyle uğraşıyor, mutluluk içinde geçinip gidiyorlarmış. O yörede Köse Veli derler bir adam varmış. Elif ‘e tutulup âşık olmuş. Bir gece Karacoğlan yokken, çadıra girivermiş, Elife saldırmış. Ne yapsın Elifcik? Bir duyan olmasın, rezil olmayalım diyerek sesini çıkaramamış… …Fakat bu sırada Karacaoğlan Ceritlerin düğününde saz çalmaktadır. Birden sazın teli kırılır. Şaşırır. Ayağa kalkar. Rüzgar gibi yola düşer. Bir günlük yolu göz açıp kapayıncaya kadar geçer. Çadırına geldiği zaman Halil’i Elif’le yatağında uyurken bulur. Üstlerine abayı örter.
Abayı gören Elif Karacaoğlan‘ın gideceğini, bir daha dönmemek üzere gideceğini anlar. Olan olmuştur. Elif olan biteni annesine anlatır. Anası Halil’i öldürür. Halil’in ölüm haberi Bey’e gider. Bey Karacaoğlan‘ın başına gelenlere üzülür. Onun aranıp bulunmasını ister. Bey’in adamları ve Deli Hüseyin günlerce obaları, dağları taşları ararlar. Karacaoğlan‘ı bulamazlar. Aradan yıllar geçer. Karacaoğlan‘dan bir haber çıkmaz. Bir haber geliyor, Antep ilinde saz çalıyor. Bir haber geliyor, Erzurum yaylasında Akkoyunlular içinde. Bir haber geliyor, Arabistan’a geçmiş. Hama’da saz çalarken görülmüş. Bey nereden bir haber duyarsa, atlılar oraya uçuyorlardı. Ama nafile. Gittikleri yerlerde sadece Karacaoğlan‘ın türkülerini duyabiliyorlardı. Bey, Elif’e Karacaoğlan‘ı buldurmadan ölürsem gözüm açık gider demişti ama bulduramadan da ölmüştü. Elife gelince, o da, o günden sonra kara çadırından hiç dışarı çıkmamış. “Er geç gerçeği öğrenecek, bana dönecek!” umuduyla Karacoğlan‘ın yolunu gözlemiş. Bir zamanlar obanın en güzel gelini olan Elifcik de yaşlanmış, artık obanın Elif Ana’sı olmuş… Aradan yıllar geçmiş, Elif yaşlanmış. Bir gün Karacaoğlan her şeyin aslını öğrenmiş. Elif’i bulmak için yola çıkmış. Aramış, araştırmış, bulamamış. Sonra bir gün ona bir mezarlığı göstermişler.
Ayakta zor durabilen Karacoğlan:
– Nerede? diye sormuş, Elif nerede ?
Kalabalık donup kalmış, kimseden ses çıkmamış.
– Yoksa öldü mü ?
Yaşlılardan biri mezarlığı göstermiş:
– işte orada !
Gençlerin yardımıyla Karacoğlan mezarlığa varmış. Yeni bir dut fidanı dikilen Elifin mezarının başına oturmuş. Sazını göğsüne bastırarak söylemeye başlamış:
“Şu yalan dünyaya geldim geleli,
Tas tas içtim ağuları sağ iken.
Kahpe felek vermez benim muradım,
Viran oldum mor sümbüllü bağ iken…”
Sonra sazını dut fidanına asmış:
– Bu saz burada kıyamete kadar kalacak, demiş, oraya yığılıp kalmış…
Obalılar, Karacoğlan‘ı Elifin yattığı tepenin karşısına gömmüşler. Derler ki, her yıl ilkbaharda, o tepenin üstünde biri yeşil, biri mavi iki ışık yükselir, gökyüzünde birleşir. Karacaoğlan‘la Elifin sevgileridir bunlar…
Saza gelince, o saz da yıllarca orada asılı kalmış. Çürümüş, yenisini yapıp asmışlar. Dut ağacı yaşlanmış, yıkılmış, Yeni bir dut fidanı dikmişler. Yüzyıllardır, yel estikçe Karacaoğlan‘ın sazı kendi kendine ötüp durmuş…



__________________
.



En uzak mesafe, iki kafa arasındaki mesafedir birbirini
anlamayan.....

CAN YÜCEL



.
  Alıntı ile Cevapla
Eski 21-01-2024, 22:04   #9
Dost
Üyelik Tarihi: Nov 2023
Bulunduğu Yer: istanbul
Mesajlar: 129
Tesekkür: 63
0 mesajina 0 kez tesekkür edildi
 murat36 isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı

Teşekkür ederim

  Alıntı ile Cevapla
Cevapla


Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık



Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 16:06 .
Telif Hakları vBulletin v3.8.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.

Modified by HAKANDOST

eXTReMe Tracker




Valid XHTML 1.0 Transitional


Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.1