Ana Sayfa


Sonbahar Logosu Ana Sayfaya Gidin Ekibimiz Forum Kuralları Arama
Geri Dön   Dostun Sayfasi > Serbest Bölge!
Yardım Takvim Bugünkü Mesajlar Arama

Serbest Bölge! Kategorize edemediğiniz her telden konuyu bu başlık altında tartışabilirsiniz.

Cevapla
 
LinkBack Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
Eski 07-01-2008, 14:10   #1
Dost
ekinyorum - ait Avatar
Üyelik Tarihi: Nov 2007
Yaş: 49
Mesajlar: 158
Tesekkür: 2
2 mesajina 2 kez tesekkür edildi
 ekinyorum isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı Neden Nükleer Santrallara Hayir?

NEDEN NÜKLEER SANTRALLARA HAYIR?
siteadi.com - Neden Nükleer Santrallara Hayir?
1)DÜNYA, NÜKLEER ENERJİDEN VAZGEÇMİŞTİR.

1950'lerde "Köleniz Atom"(1), "Ölçülemeyecek kadar ucuz "(2) olarak lanse edilen ve bütün dünyayı kaplayacağı varsayılan nükleer santrallardan, bugün hızlı bir kaçış vardır (3).1974 yılında Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın (IAEA) hazırladığı bir rapora göre; 2000 yılında dünyada 4500 adet nükleer santral olacaktı (4). Oysa 2004 yılı sonu itibariyle, 441'i işletmede olan ve birçoğu neredeyse 15-25 yıldır yapımı devam eden 30 adet nükleer santralı toplarsak (5), en fazla 471 adet nükleer santral olacaktır. Bu sonuçtan da görülüyor ki, nükleer santralların yaygınlaştırılmasına ilişkin öngörülerde, on misli bir yanılgı ve büyük bir hayal kırıklığı olmuştur. bugün, dünya toplam elektrik üretiminin yalnızca %16'sı nükleer santrallardan elde ediliyor. Dünya enerjisinin nükleer enerjiden karşılanacağı öngörüleriyle, nükleer santralları "zorunlu ve tek çözüm" olarak sunan resmi kuruluşların, akademisyenlerin, teknokratların, siyasilerin ne kadar yanıldıkları ortadadır.
yatırım-finansman-kredi-garanti-işletme maliyetlerinde ekonomik-ticari olarak tam bir başarısızlık yaşanması; diğer enerji kaynakları ile artık rekabet edememesi, atıkların nasıl bertaraf edileceğinin hala çözümsüz olması ve şimdiden birçok ülkenin başına çok büyük belalar açması; normal işletme anında bile çevreye sızan ve işletmede çalışanlara da zarar veren radyasyon yayılımı; sıkça yaşanan ve milyonlarca kişiyi etkileyen nükleer kazalar; yüksek güvenlik nedeniyle lisanslama sürelerinin 15-20 yıla uzaması; nükleer silahlanma ve 11 Eylül saldırısı gibi uluslararası tehditlerin artması; uranyum yakıtı işletmeciliğinin sorunları; nükleer enerjiye karşı gelişen yurttaş tepkisi ve güvensizlik; yenilenebilir, alternatif, temiz enerji kaynaklarının gelişmesi; enerji verimliliği, enerjinin etkin kullanımı ve tasarrufu yaklaşımlarının yaygınlaşması; enerji yoğun üretim yerine, düşük enerji kullanımlı teknolojilere ve üretime geçiş; enerji tüketim alışkanlıklarının değişmesi gibi birçok konuyu sayabiliriz.
Nükleer santralları ülkemizde sürekli gündeme getiren nükleerci politikacılara, bürokratlara, teknokratlara, firmalara ve onları destekleyen akademisyenlere, şu sorunun sorulması gerekmektedir: Nükleer santrallar iddia edildiği kadar çevreci, temiz, risksiz, ucuz, sorunsuz, tehlikesiz ise; bize bunları satmaya çalışan ABD'de 1978 yılından (7), Almanya'da 1982 yılından, Kanada'da 1978 yılından itibaren yeni bir nükleer santral siparişi niye yok? (8). Ülkemizdeki nükleercilerin göz bebeği olan Fransa ise, 1997 yılından itibaren 2010 yılına kadar nükleer programını askıya aldı (9). Eylül 1999'da, Yeşillerin Çevre Bakanı Dominique Voynet tarafından, Fransa tarihinde ilk kez bir nükleer santralin, Carnet Nükleer Santralı'nın yapımı durduruldu.
Mart 1997 Monju'dan sonra, Eylül 1999'da Tokaimura'da yaşanan Japonya'nın en büyük nükleer kazası nedeniyle, Japonya halkı da nükleer santrallara karşı çıkmaya başladı. Japonya'da, 1996 yılında Maki kasabasına yapılmak istenen nükleer santral için, halk; referandumda "hayır" demişti. Kanada'da, 13 Ağustos 1997 tarihinde 21 adet CANDU nükleer santralından 7'si, ABD'li ve Kanada'lı uzmanlarca yapılan denetimlerde yetersiz, tehlikeli ve yönetim hatası bulunduğu için kapatıldı (10). Eğer kendi nükleer teknolojisini geliştiren bir ülke bile, ülkesinde artık nükleer santral yapamıyor ve var olanları sağlıklı olarak işletemiyorsa, nasıl olur da bizim gibi bir ülkeye nükleer santral satıp, garanti verebiliyor?
Avusturya'da yapımı 1978 yılında biten Zwentendorf Nükleer Santral'ı, referandum sonucu hiç çalıştırılmadan kapatıldı. Filipinler'de Marcos zamanında bitirilen Bataan Nükleer Santral'ı, yapılan binlerce mühendislik hatası ve güvenlik nedeniyle işletmeye alınmadı. Brezilya ise, yapımı bitmekte olan ikinci santralından ve 1.1 milyar dolar harcadığı üçüncü nükleer santralından vazgeçti. İsveç, 1980 yılında yapılan referandum sonucunda 2010 yılında, elektriğinin %46'sını elde ettiği tüm nükleer santrallarını kapatma kararı aldı ve 1999 Kasım ayında Barseback-1 Santralı'nı sökmeye başladı. İtalya, Kasım 1987'de yapılan referandum sonucu, nükleer enerjiden vazgeçti ve %70 bitmiş olan Montalto di Castro dahil 4 nükleer santralını kapattı. Almanya, 1991'de bitirilen SNR-300 Kalkar santralını ve Hanau MOX tesisini hiç işletmeden kapattı. İspanya 1984 yılında %92'si bitirilen Lemoniz 1-2 ve Valdecaballeros 1-2 santrallarını kapattı. Belçika, AB'nin yoğun baskısı sonucu santrallardan birisini kapatacağını açıkladı. ABD, 1984 yılında bitmiş olan Shoreham santralını, işletmeye almadan kapattı. Rusya, etkileri hala devam eden Çernobil faciasından sonra, daha önce planladığı onlarca santral projesini iptal etti. Çin, daha önce sipariş verdiği tüm nükleer santrallarını, askıya aldı. Endonezya, Tayland ve Vietnam gibi "Asya Kaplanları", nükleer planlarını terk ettiler. Vazgeçen diğer ülkeler ise şunlar; Avusturalya, Küba, Meksika, Portekiz, İrlanda, Lüksemburg, Danimarka, Yunanistan, Norveç, İsviçre, Hollanda, İzlanda, İskoçya, Yeni Zelanda (11). Özellikle Avrupa Birliği ülkeleri'nde çok ciddi düşüşler yaşanacaktır; "Aday ülkelerde nükleer enerji kullanımı azalma eğilimindedir, şu anda elektrik üretiminde %15 olan payın 2020'lerde %8'e düşeceği tahmin edilmektedir" (12). Avrupa'da yalnızca Finlandiya Parlementosu; 92'ye karşı 107 oyla, ülkenin 5. nükleer santralını onaylamıştır.
"Nükleer Enerji Verileri"ne göre, mevcut ve bir türlü bitirilemeyen 30 nükleer santral dışında, planlanan 32 adet nükleer santraldan 12'si Japonya, 8'i G.Kore, 4'ü Çin, 2'si Kanada ve 1'er adet Arjantin, Brezilya, Finlandiya, K. Kore, Pakistan'da gözüküyor (13). Ancak Japonya, meydana gelen kazalardan sonra, yapımı süren 3 adet dışında, 12 adet nükleer santral planından vazgeçmek zorunda kaldı. Aynı şekilde, Ekim 1999'da G.Kore'nin Wolsung Nükleer Santralı'nda da, Japonya'dakine benzer bir kaza yaşanınca, G.Kore de bekleme sürecine girdi. Şimdi nükleer lobilerin gözü, kulağı ve eli Türkiye'ye odaklanmış durumda. Hemen hemen her konuda; demokrasi, insan hakları, eskimiş, zararlı, kirli teknolojiler, atıklar vb. konularında çifte standart uygulayan batılı ülkeler, artık kendi halkına reva gör/e/medikleri nükleer santralları da, batmakta olan nükleer sektörlerini kurtarmak için, bizim gibi ülkelere pazarlıyorlar. Türkiye'ye CANDU reaktörlerini satmaya çalışan AECL'in Başkanı Reid Morden şöyle söylüyordu; "Bizim endüstrinin yaşamsal desteği, ülke dışındaki pazarda başarılı olmamıza bağlıdır"(14).
2)DÜNYA, NÜKLEER YERİNE YENİLENEBİLİR ENERJİYE YÖNELMİŞTİR.
Tüm dünyaca kabul edildiği ve artık terk edilmeye çalışıldığı üzere, başta nükleer santrallar ve tüm fosil enerji kaynakları; çok büyük ve geri dönülemez bir çevre kirliliği ve toplumsal maliyet yaratmaktadır. Ayrıca nükleer enerjinin; yakıtı sonlu, kredi-finansman-yatırım-işletim-söküm maliyetleri açısında en pahalı, yakıt ve teknoloji olarak dışa bağımlı, hala bertaraf edilemeyen radyoaktif atık sorunu, küresel iklim değişikliğine kısmen de olsa yol açtığı, ekolojik dengeyi bozduğu ve üretim güvenirliği-kaza-risk açısından da en tehlikeli olduğu anlaşılmıştır. Nükleer santrallara sahip olan ve halen kullanan gelişmiş ülkeler, yukarıdaki nedenlerden dolayı artık nükleer enerjiden vazgeçmiş; bazıları da yapımı biten santrallarını işletmeye almamış, henüz ekonomik ömrü tamamlanmayan santrallarını kapatma yoluna gitmişlerdir.
öne sürülen; "bu ülkelerin hem ilave elektrik talebi ve nüfus az artmakta, hem de sanayileşmelerini tamamlamışlardır, tuzları artık kurudur" söylemi doğru değildir. Çünkü, eninde sonunda ömrü dolan veya vazgeçilen nükleer santrallarının yerine, yeni enerji kaynakları ikame etmek zorundadırlar. Örneğin Almanya, nükleer santral yerine; son 10 yılda 16000 MW'a yakın rüzgar enerjisi santralları kurmuştur. Ayrıca gelişmiş ülkeler, enerji artışını başka tedbirlerle önleme yönünde politikalar geliştirmektedir. Bu politikalar arasında; enerji tasarruflu ev ürünlerinin özendirilmesi, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, doğalgaz kombine ısı ve güç santrallarının kullanımı, enerji verimliliği, tüketim alışkanlıklarının değiştirilmesi, enerji yoğun teknolojilerden, bilgi yoğun teknolojilere geçilmesi vb. bulunmaktadır.
Avrupa Birliği'nin 27.09.2001 tarih ve 2001/77/EC sayılı "Dahili Elektrik Pazarındaki Yenilenebilir Enerji Kaynaklarından Üretilen Elektriğin Teşvik Edilmesi" başlıklı Yönetmeliği'nde, AB ülkelerinde 2010 yılında tüketilecek tüm elektriğin %20'sinin yenilenebilir kaynaklı olması öngörülmekte ve ülkeler bu amaçla kendi mevzuatlarına göre çeşitli teşvikler vermektedirler.
3)NÜKLEER ENERJİ, İDDİA EDİLDİĞİ GİBİ UCUZ DEĞİLDİR.
Risklerini, radyasyon ve atık problemlerini, telafi edilemeyen kazalarını bir yana bırakırsak, nükleer santrallar dünyanın en pahalı, hatta gelişmekte olan ülkeleri batıran bir enerji tercihidir. Dünyanın en borçlu ülkelerinden olan Türkiye, aynı yolu bizden önce deneyen ve nükleer enerjiye kucak açtırılan en borçlu diğer ülkeler ( Meksika, Çin, Hindistan, G.Kore, Brezilya, Arjantin, Rusya ) gibi, adım adım iflasa doğru sürükleniyor.
Kağıt üstünde düşük hesaplanan ve tekliflerde de hep ucuz gösterilen nükleer enerji birim fiyatları, hiçbir zaman gerçekleşmemiştir. İlk yatırım ve normal işletim maliyetleri çok yüksek olan nükleer santraller, 35-40 yıllık ekonomik ömürleri boyunca sıkça karşılaşılan kazalar, extra güvenlik ilaveleri, sık devre dışı kalmalar, bakımlar ve onarımlar nedeniyle çok pahalıya enerji üretirler.
Dünyanın en saygın ekonomi dergilerinden FORBES'in; "Nükleer Çılgınlık" başlıklı kapak yazısında; "ABD nükleer güç programındaki başarısızlık, ABD iş dünyasındaki en büyük işletmecilik felaketidir" denilmektedir (15). Nükleer enerji maliyetleri konusunda önde gelen bir otorite olan ve ABD'de Enerji Bakanlığı'na danışmanlık yapan, eski Başkan Bill Clinton'un en deneyimli nükleer enerji ekonomisti olarak adlandırdığı C. Komanoff, 1968 ve 1990 yılları arasında, ABD'deki nükleer enerji üretimi üzerine kapsamlı bir araştırma yaptı. Bu araştırmanın bulgularına göre, ticari nükleer üretim hakkında yeterli verilerin olduğu bu yıllar arasında, nükleer enerjinin ortalama Kw/saat maliyeti; 7.2 sent çıktı (16). 1988 yılında ABD'de üretilen ve tüketicilere satılan en pahalı elektrik; 11.93 sent'e yüksek maliyetli nükleer enerjiden dolayı, New Hampshire eyaletinde gerçekleşmiştir (17). Oysa Akkuyu Nükleer Santralı tekliflerinde önerilen Kw/saat maliyet ise, kağıt üstünde 2.5-3.5 sent olarak gösterilmektedir. Ülkemize önerilen santralların maliyetine, atıkların saklanması için harcanacak yüksek meblağlar ve söküm masrafları dahil değildir. Asla hesaplanamayacak olan bir başka bedel ise, herhangi bir nükleer kaza sonrası ortaya çıkan, çıkacak olan toplumsal, çevresel maliyettir.
İngiltere'de nükleer enerjinin gerçek maliyetlerinin saklandığı, kamuoyuna deklere edilenden çok daha yüksek olduğu artık kabul edilmiştir. İngiltere Bağımsız Elektrik Üreticileri Başkanı David Porter'in açıklamasına göre; "Nükleer santralden elde edilen elektriğin fiyatının yüksek olduğu ortaya çıktıktan ve Londra Belediyesi'nin sektörün bu kısmının özelleştirilmesine sırtını dönmesinden sonra, Enerji Bakanlığı nükleer santralleri yaşatabilmek için sübvansiye etmeye karar verdi"(18).
ABD, İngiltere ve diğer bütün batı ülkelerinden sonra, nükleercilerin gözbebeği olan Fransa'da da, gerçek maliyetler artık tartışılmaya başlandı ve Fransa'da 2003 yılında yeni bir doğal gaz güç santralının, nükleer santraldan çok daha ucuza elektrik üreteceği kabul edildi. Bir devlet politikası olarak bugüne kadar sorgusuz sualsiz devam eden nükleer enerji politikası, Fransa'nın dış borcunu artırmış, yalnızca EdF'in nükleer santrallardan kaynaklı borcu, 30 milyar dolara ulaşmıştır (19).
Nükleer santralların yatırım maliyetleri, 1975 ile 1985 yılları arasında 4 katına çıktı (20). Bunun önemli bir nedeni, mevzuatların, lisanslamanın oldukça zorlaşması ve halkın tepkilerinin giderek artması sonucu, yapımı 15-25 yıl süren nükleer santral maliyetlerinin süreç içinde katlanarak artmasıdır. Ayrıca, yaşanan yüzlerce ciddi kazadan sonra, nükleer santral güvenliğini daha da artırmak için, ek masraflar yapılması da, maliyetleri olağanüstü artırmaktadırKanada'da CANDU reaktörlerinin tasarımında 12 yıl kontrol mühendisi olarak çalışmış olan Ateşan Aybers, güvenli santral maliyetleri konusunda ülkemiz için çok çarpıcı ve dikkat çekici uyarılarda bulunuyor; "Ancak, sanayileşmiş ülkelerde olduğu gibi güvenlik sistemlerinin gereği ve yapım harcamaları astronomik rakamlara yükseltecektir. Bu gizli ve gerekli maliyetlerin göz ardı edilmemesi gerekir. Kamuoyunu tatmin edecek ölçülerde güvenceli bir nükleer reaktörün inşa edilmesi ve operasyonu olağanüstü masraflar içerir
ABD Nükleer Denetim Komisyonu ( NRC ) tarafından yayınlanan bir rapora göre ( NUREG -0586, S.15 ); 1000 Mw'lık bir nükleer santralın sökülme maliyeti 200 milyon dolar olarak hesaplanmıştır. Buna, sökülme sonucu ortaya çıkan 18 000 metreküp radyoaktif yakıt ve malzemenin çevreden yalıtım gideri olan 500-700 milyon dolar eklenir ve reaktörde bir kaza olmadığı kabul edilirse, bir reaktörün 30-40 yıl sonra emekliye ayrılma bedeli, iddia edildiği gibi reaktör maliyetinin yüzde 10, yüzde 5'i değil, en az yarısı civarında olacağı ortaya çıkmıştır ( 23). Hatta son yıllarda yapılan hesaplamalara ve yaşanan pratiklere göre, söküm ve atık maliyetlerinin; ilk santral yatırım maliyetlerinin 1-2 katı kadar olacağı hesaplanmaktadır. 250 milyar dolar dış borcu olan Türkiye'ye, tanesi 5-6 milyar dolardan 10 adet nükleer santral satılması planlanmıştır. Dış borcumuzu en az 50 milyar dolar artıracak olan ve Çernobil gibi olası bir nükleer santral kazasında, Türkiye'nin altından asla kalkamayacağı çok bir ağır maddi yük getirecek olan bu maceradan acilen vazgeçilmelidir.
4)YAŞANAN YÜZLERCE KAZA, NÜKLEERCİLERİ DOĞRULAMIYOR.
Nükleer enerji sektörünün ve yandaşlarının hep yanıltıcı olan ve bir türlü gerçekleşmeyen "bilimsel" öngörülerinden, kaza ve risk istatistikleri de payını almıştır. Örneğin, Hacettepe Nükleer Enerji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Osman Kemal Kadiroğlu'nun iddiasına göre; "Bu tür yapılan analizler sonunda, bir nükleer santralın korunun ergimesi ve çevreye radyasyon salması, yolda yürüyen bir insanın başına meteor düşme olasılığından biraz daha fazladır "(24). Benzer birçok akademisyenin çok "zekice" geliştirmiş oldukları bir başka argüman da; "Uçak düşüyor diye uçağa binmeyelim mi ya da arabalar kaza yapıyor arabaya binmeyelim mi?" diyerek, elma ve armutları birbirine karıştırdıkları benzetmedir. Öncelikle insanlar uçağa ya da arabaya, tüm risklerini bilerek ve bunu zaten kabul ederek biniyorlar. Dünyadaki tüm sigorta şirketleri uçak ve araç yolcularını sigortalıyor, ama nükleer felaket sonucundaki mağdurları sigortalamıyor. Ayrıca bir uçak kazasında, maksimum olarak uçaktaki yolcu sayısı kadar bir maddi ve
manevi kayıp gerçekleşebilir. Oysa bir nükleer santral kazasında ise; santralın civarında yaşayan binlerce insandan tutun da, binlerce kilometre uzaklıktaki başka ülkelerde yaşayan milyonlarca insana kadar, yaşayan tüm canlılar, toprak ve hava etkilenir. Hem de binlerce yıl etkisi devam edecek olan radyasyon da cabası.
Nükleer enerji yandaşlarının öne sürdükleri gibi dünyada yalnızca 3 önemli nükleer santral kazası yaşanmadı. En büyükleri olan ve kamuoyuna açıklanmak zorunda kalınan 1957 Windscale (İngiltere), 1979 Three Mile Island (ABD) ve 1986 Çernobil (Sovyetler Birliği) felaketi dışında, her an Çernobil felaketine dönüşebilecek büyüklükte yüzlerce kaza yaşadı dünyamız. Nükleer Fizikçi Prof. Dr. Hayrettin Kılıç'ın aktardığına göre; "Sadece ABD'de, bugüne kadar Nükleer Denetleme Komisyonu'nun (NRC) kayıtlarına göre, felakete yol açabilecek derecede 169 kaza olmuştur. Japonya'da 1992 yılında tam 20 tane önemli kaza rapor edilmiştir. 1992 yılında Rusya, uluslararası kuruluşlara 205 kaza rapor etmek mecburiyetinde kalmıştır"(25). İngiltere'de ise gizlenen ve sonra ortaya çıkarılan 17 ciddi nükleer kaza yaşanmıştır (26).
30 Eylül 1999 günü Japonya'nın Tokaimura Nükleer Santralı'nda meydana gelen ve yine dünyanın yüreğini ağzına getiren kazada, 49 işçi yüksek radyasyon alarak tedavi altına alındı; 1 teknisyen öldü. Santral civarında yaşayan 310 bin kişi evlerinden dışarı çıkarılmadı, 10 kilometrelik bölge yasak alan ilan edildi. Radyasyon oranı normalin 15 bin katına çıktı (27). Modern, güvenilir yüksek teknolojilere sahip, çalışkanlıkları ve sorumluluklarıyla ünlü Japonlar bile, baştan savma işletme anlayışına sahip olduklarını itiraf ettiler. Santralın yetkilisi Hideki Motoki; "Son 4 yılda kurallara aykırı şeyler yapıldı." itirafında bulundu ve kaza ile ilgili yapılan araştırmalar sonucunda, tesisteki işçilerin ve yetkililerin eğitimlerinin, deneyimlerinin iyi olmadığı ortaya çıktı (28). Bu kazadan 5 gün sonra, Güney Kore'de Wolsung Nükleer Santralı'nda benzer bir kaza meydana geldi ve resmi açıklamaya göre, 22 kişi yüksek radyasyona maruz kaldı (29). Maalesef, bu yazıyı hazırladığımız 9 Ağustos 2004 günü yine Japonya'nın Mihama Nükleer Santralı'nda meydana gelen bir başka kazada 4 kişi öldü, 7 kişi de radyasyon buharına maruz kaldı.
İngiltere'deki Windscale Nükleer Kazası'nın boyutları tam olarak açıklanmadı ve tam 25 yıl sonra kaza olduğu ortaya çıkarıldı. ABD'de meydana gelen TMI kazasında ise, yaklaşık 2 gün içinde 900 bin kişi tahliye edildi ve bunun maliyeti yaklaşık 1 milyar doları buldu.
Çernobil felaketi ise hala hafızalardan çıkmadı. Nükleercilerin iddialarının aksine, kaza anında doğrudan ölen 31 kişi dışında, binlerce kişi aldıkları yüksek dozdaki radyasyon sonucu geçmiş yıllar içinde öldü ve gelecek nesiller de ölmeye, sakat kalmaya devam ediyor. 1992'de Rio de Janerio'daki Dünya Zirvesinde, Ukrayna Çevre Bakanı Dr. Yuri Scherbak, ülkesinde 1986 yılında meydana gelen Çernobil felaketi sonucunda 6000 kişinin öldüğü ve ölü sayısının 40.000'e varacağını, ayrıca yüzbinlerce insanın da kansere yakalanacağını söylemiştir. Ukrayna ve Rusya dışında, başta Türkiye ve Kuzey Avrupa olmak üzere milyonlarca insan, hayvan ve toprak kirlendi, etkilendi. Dünyadaki ekonomi otoriteleri tarafından, hesaplanan mevcut zarar ve gelecek nesillere maliyeti; 350 milyar dolar olarak belirtilmiştir (30).
Nükleer santral kazaları kaçınılmazdır. Çünkü çok karmaşık ve birbirleriyle sıkı bağlantılı ve eşlenik bir milyon civarında irili ufaklı; elektronik, mekanik, pnömatik, elektromekanik modülden oluşan bilgisayar kontrollü bir işletim sistemine sahip nükleer santrallarda, en ufak bir modülde meydana gelebilecek aksaklıkta ve arızada, ona bağlı başka sistemlerin devre dışı kalması, aynı zamanda da kestirilemeyen birçok ciddi zincirleme aksaklığın ortaya çıkması muhtemeldir. Bu tür kazalar giderek daha sık meydana gelmektedir. Sistem; ne kadar karmaşık ve yüksek teknolojiyle üretilmişse, risk ve kaza oranı azalmaz, aksine artar. Bir çelişki gibi görünen bu olguya en iyi örnek, 1986 yılında Çernobil felaketinin olduğu yıl, NASA'da binlerce uzmanın yıllarca üzerinde çalıştığı ve tekrarlamalı olarak, dünyanın en gelişmiş bilgisayarları tarafından kontrol edilen Challenger Uzay Mekiği, fırlatılışından birkaç saniye sonra içindeki 7 kişi ile havada patladı. Keza hepimizin göz bebeği olan ve Fransa'daki en son ileri teknoloji ile üretilen TÜRK-SAT Uydusu, 1994 yılında canlı yayında fırlatılışından hemen sonra infilak etti. Tabi ki bir açıklama hemen bulundu ve her ikisi için de; "teknik bir arıza" olduğu söylendi.
5)ZARARSIZ RADYASYON YOKTUR.
Uluslararası Radyasyondan Korunma Komitesi (ICRP) tarafından, nükleer santrallarda çalışan görevliler için kabul edilebilir (!) radyasyon eşik değeri; 1931 yılında 73 rem ve 1990 yılında da 2 rem olarak belirlenmiş, yani yaklaşık 36 misli düşürülmüştür. Halk için ise bu eşik değer, 1977 yılındaki 0.5 rem'den, 1990'da 0.1 rem'e düşürülmüştür (32). Daha önce zararsız olarak lanse edilen değerlerin, daha sonra zararlı olduğu anlaşılmış ve bu eşik değerler giderek daha da düşürülmektedir.
Bir nükleer santralın normal çalışması esnasında çevreye yaydığı veya kaza sonucu ortaya çıkan radyasyon, canlılara besin ya da soluma yoluyla geçer. Bu radyasyonlar, canlı hücreleri meydana getiren atomları ve molekülleri iyonize ederek yapılarını bozar. Ayrıca, hücre bölünmelerini kontrol eden DNA'ların kimyasal yapısını da bozarak, hücrelerin normal olarak ikiye bölüneceğini yerde, çılgınca milyonlarca birbirinin eşi bozulmuş, programsızlaşmış hücreye bölünerek üremesine ve giderek kansere neden olurlar. Kansere yol açmasının yanı sıra radyasyon, bir canlının kalıtımsal yapısında ani değişikler olan genetik mutasyonlara da neden olur. Yapılan son araştırmalara göre, düşük dozda radyasyonun da, tahminlerin aksine, insan vücuduna zararlı olduğu bulunmuştur. Nükleer santralların civarında yaşayanlarda görülen kanser vakalarındaki yüzde 400'lük artış, genetik mutasyonlar sonucu normal olmayan doğumlar, yaygın lösemi hastalıkları bunun bir bilimsel kanıtı olarak gösterilmiştir (33).
İngiliz Hükümet Yetkilileri, İngiltere'deki Sellafield Santralı'nda (eski adı Windscale olan bu santral, 1957'de yaşanan nükleer felaketten sonra adı değiştirilerek, kamuoyundaki kötü imajı silinmeye çalışılmıştır) çalışanlara, çocuklarında görülen yüksek lösemi oranları ile ilgili araştırma sonuçları ışığında, çocuk yapmamalarını tavsiye etmiştir (34).
1991'de ABD'deki Oak Ridge Ulusal Laboratuarı'nda çalışanlar üzerinde yapılan incelemelerden sonra, lösemiden ölüm oranlarının, beklenenden %63 fazla olduğu saptanmıştır. ABD'de 1993 yılında yayınlanan Güneydoğu Massachusetts Sağlık Raporu'na göre, Pilgrim Nükleer Santralı'nın yaydığı radyasyona maruz kalanlar, bu emisyona daha az oranda maruz kalanlardan, 4 kat daha fazla lösemi riski taşımaktadır (35).
Ocak 1999'da British Medical Journal'da yayınlanan bir makalede, Fransa'nın kuzeyindeki La Hague Nükleer Santralı'nın civarındaki sahillerde oynamaya giden ya da deniz ürünleri yiyen çocukların lösemiye yakalanmasının, diğerleriyle kıyaslandığında daha büyük bir olasılık olduğu belirtiliyordu. Fransız kamuoyu, medyanın konuya ilgi göstermesiyle, bu sorundan haberdar oldu. Yalnızca 278 gün çalıştırılabilen ve artık kapatılan 11 yaşındaki Süperphenix Santralı; Fransa'da, "tehlikeli bir beyaz fil" olarak adlandırılıyor. Bu santralın Fransa'ya maliyeti ise, şimdiden 10 milyar doları buldu ve sökülmesi için de 3.4 milyar dolar daha gerekiyor (36 ).
Nükleer santrallardan radyasyon sızmasının kaçınılmaz olduğunu teyit eden Boğaziçi Üniversitesi Nükleer Mühendislik Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Vural Altın'a göre; "Reaktörleri soğutan suya radyasyon karışması mümkün. Soğutma suyu reaktör içinde dönüp durdukça radyasyon biriktirir. Bunun, dışarı sızmaması gerekir. Halbuki her sanayi tesiste kaza olasılığı vardır. Nükleer reaktörlerin de ufak tefek kaza sonucu radyasyon sızdırması, çevre sağlık sorunlarına neden olması kaçınılmazdır. Nitekim bunun bir çok örneği var. En gelişmiş ülkelerdekiler de dahil olmak üzere yüzlerce santralde bugüne kadar sızıntı oldu. Nükleer endüstri bu kazaları saklamaya çalıştı. Saklayamadıklarını yalanladı. Çünkü dünya kamuoyu, 1960'lardan itibaren nükleer silahlar karşısında dehşete kapıldıkça, radyasyonun zararları anlaşıldıkça, nükleer santrale karşı güvensizlik duymaya başladı. Nükleer endüstri kendini savunmaya çalışırken, nükleer teknolojiyi sanki kazalardan arınmış gibi gösterdi.", "Radyoaktif atıklar sorunu bizlere, gelecek kuşaklara karşı sorumluluk yükleyen ciddi bir sorun. Oysa bu konu adeta hiç tartışılmıyor"(37).
6)NÜKLEER ATIK SORUNU, HALA ÇÖZÜMLENEMEMİŞTİR.
Ortalama gücü 1000 Mw olan bir nükleer santral, yılda yaklaşık 27 ton yüksek düzeyli, 250 ton orta düzeyli, 450 ton düşük düzeyli atık üretir. Bu atıklar ve tükenmiş yakıt çubukları, 20-30 yıl reaktörün içindeki ya da yanındaki havuzlarda bekletilir. Radyasyon düzeyinin düşmesi beklenir. 2010 yılında ABD'de, 2020 yılında da Finlandiya'da devreye gireceği söylenen "teorik" çözümler ve depolama alanları vardır. Mayıs 2004 ayında TAEK'in web sayfasında Serpil Aktürk ve Ayşen Tongal tarafından yayınlanan bir raporda; "Birçok ülke son depolamayla ilgili olarak çok fazla ar-ge yapmışlarsa da, bu konuda uygulama henüz gerçekleşmemiştir". denilmektedir. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) 1977 yılı sonunda reaktör sahalarında ya da geçici depolarda, 200 000 ton ( 10 bin kamyon ) tükenmiş yakıt çubuğu olduğunu hesaplamıştır. Yılda ortalama 10 500 ton artan bu rakamın 2010 yılına kadar %70 artarak 340000 tonu ( 17 bin kamyon) aşması bekleniyor (38).
1998 yılında İstanbul'da bir basın toplantısı düzenleyen, Akkuyu Nükleer Santralı ihalesine Fransızlarla ortak olarak giren Siemens Firması'nın temsilcisi; "Türkiye radyoaktif atıklarını Torosların altına gömebilir"demiştir. Daha sonra da, adeta dalga geçerek; "Türkiye'nin parlak zekalı insanları, gelecek 20 yılda nükleer atıkların çözümünü bulacaktır" beyanında bulunmuştur (39).
Atıkların ne kadar ciddi bir sorun olduğuna dair en ciddi gösterge, Almanya'da geçici depolama için seçilen Gorleben bölgesine, 1999 yılında radyoaktif maddelerin taşınması sırasında, tüm dünyanın ilgiyle izlediği mücadeledir. Çok tehlikeli atıklar, 20 binden fazla göstericinin haftalarca, kendilerini demiryolu raylarına bağlamaları, traktörlerle yolu kesmeleri sonucu, 30 binden fazla polisin korumasıyla bölgeye ulaştırılabildi. Bu yolculuğun bedeli, Almanya'ya 150 milyon marka mal oldu ve onlarca gösterici, polis yaralandı.
Nükleer santrallara sahip bir çok ülke, bu atıklardan kurtulmak için yasal veya illegal yollardan, Türkiye, Rusya, Tayvan ve çeşitli Afrika Ülkelerini depo olarak kullanmaya çalışıyor. Çernobil faciası esnasında Atom Enerjisi Kurumu eski Başkanı olan Prof Dr. Ahmet Yüksel Özemre'nin iddiasına göre; Almanya'dan getirilen 1950 tonluk tehlikeli radyoaktif atık, para karşılığı, Isparta Göltaş Çimento Fabrikası ile Konya'daki çeşitli tesislerinde yakılarak imha edilmiştir. Bu çok ciddi ve ürkütücü iddiaya karşı, Çevre Bakanlığı, iki gün içerisinde bir araştırma-soruşturma yaptırarak, "bu iddianın gerçek olmadığını" tespit etmiş ve bürokraside "en hızlı tahkikat" dünya rekorunu kırmıştır (40). Sinop civarında denizde bulunan radyoaktif atık varilleri; nükleer atıklardan kurtulmaya çalışan ülkelerin niyetlerini, ne kadar sorumsuz, ahlaksız davranabildiklerini ortaya koymuştur.
7)DEPREMLERDE, ÇERNOBİL'DE, İKİTELLİ'DE VE SON OLARAK "HIZLANDIRILMIŞ" TREN FACİASINDA YAŞADIĞIMIZ ÜZERE, FELAKETLERE HAZIRLIKSIZ BİR ÜLKEDE; NÜKLEER SANTRAL KURULAMAZ!
Ülkemizde yaşanan onlarca traji-komik olaydan, tanker facialarından, çöp patlamalarından, doğalgaz felaketlerinden hergün televizyonlarımızda, "hızlandırılmış" tren kazasından, trafik kazalarında kazandığımız dünya şampiyonluklarından başka, yaşamadığımız tek ve en büyük "milli felaketimiz" kalmıştı, aslında kısmen "o" da yaşandı. 8 Ocak 1999 günü İkitelli'de yaşanan radyoaktif kazada; daha önce de Çernobil felaketi sonrası radyasyonlu çayları-fındıkları bizlere sorumsuzca içirip-yediren, nükleer güvenliğimizden sorumlu-yetkili uzmanlarımızın acemiliklerini, beceriksiz müdahalelerini hergün televizyonlarımızda ibretle izledik. Ya bir de nükleer santralımız olsaydı, neler olurdu varın siz düşünün? Maalesef, "değişen" çağı yakalamaktansa, yine eski "felaketler" çağını yakalıyoruz.
İzmit depremini çok ucuz atlatan Tüpraş Rafinerisi; hem aktif fay kuşağında kurulmuş, hem de deprem sonrası çıkan yangında, en son teknoloji olduğu iddia edilen yangın söndürme ve güvenlik sistemlerini devreye sokamamıştır. Ve bir hafta boyunca devam eden yangın, ihmaller ve yetersizlikler sonucu bir türlü söndürülememiş, yurtdışından gelen yardımlarla ancak kontrol altına alınabilmiştir.
Ancak deprem felaketi, İkitelli, Tüpraş ve Pamukova "hızlandırılmış" tren kazası yalnızca Türkiye'yi etkiledi. Uzmanlar, Akkuyu Nükleer Santralı, ısrarla 25 kilometre uzaklığındaki aktif Ecemiş fay hattı yakınına kurulursa, yaşanabilecek olası bir depremde, tam bir felaket yaşanabileceğini iddia ediyorlar. İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü Deniz Jeofiziği Birimi Başkanı Prof. Dr. Atilla Uluğ, 13 Nisan 1999 tarihinde Greenpeace ile birlikte İstanbul'da yaptıkları ortak basın açıklamasında kamuoyuna şu uyarıları yapmıştır; "1991 tarihli çalışmamızda yer alan bilimsel kanıtların yanı sıra, Kanadalı meslektaşlarımızın son raporları da, Akkuyu'da nükleer santral kurmanın gerçek tehlikeler içerdiğini gösteriyor. İhaleye teklif veren tüm uluslararası şirketleri ve Türk ortaklarını, Akkuyu sismik açıdan güvenliymiş gibi davranmaktan vazgeçmeye çağırıyoruz. Böylesine tehlikeli bir yatırımdan derhal çekilmelidir." Prof. Dr. Atilla Uluğ, aynı zamanda Türk Deniz Jeofizikçileri ile bir İngiliz Jeoloğu'ndan oluşan ve Akkuyu bölgesinde çalışmış ekibin bir üyesidir. Bu ekip 1991 yılında, Ecemiş Fayı'nın Akkuyu Körfezinin 25 kilometre güneydoğusundan geçtiğini, denizde devam ettiğini ve aktif olduğunu gösteren bir çalışma yayınlamıştır (41).
1976 yılında, Akkuyu'da yapılması planlanan nükleer santralın yer lisansına onay veren Başbakanlık Atom Enerjisi Kurumu Nükleer Güvenlik Komisyonu'nun üyesi ve halen Işık Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan Nükleer Mühendis Prof. Dr. Tolga Yarman çok önemli uyarılarda bulunuyor; "Akkuyu mevkiinin sismolojik güvenliği itibariyle, uzmanlar gelişen koşullarda, aynı bir kanaate sahip görünmemektedirler. Her hal-u karda, evvelce belirli verilerin ışığında olarak varılan kanaat, bugün için `mutlak muteber' sayılamayacaktır. O halde, her ne kadar `karşı bir teknik kanaat` serdedilmiş ve Akkuyu'ya kurulması düşünülen nükleer santralın tasarımına ilişkin olarak, `orta şiddetli hayali bir deprem` yeterli sayılmış ise de, `nihai ve hayati karar' için bununla yetinmek caiz değildir. Bu durumda, kamuoyu nezdinde `Akkuyu'nun sismolojik güvenliği' hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanıtlanmadan, burada bir nükleer santral kurulması yönünde adım atılmamalıdır. Bu çerçevede, Profesör Sungu ve arkadaşlarının Ecemiş Fay Hattına ilişkin sav ve kaygıları da, muhakkak dikkate alınmalı, buna dönük gerekli çalışmalar behemahal gerçekleştirilmelidir"(42).
13 Mart 1992 Erzincan Depremi'ni, 28 Kasım 1991 tarihinde Atina'da yapılan Avrupa Sismoloji Komisyonu Toplantısına sunduğu tebliğle zaman ve büyüklük olarak tahmin eden Earthquake Forecasts Inc. Başkanı Prof. Karl Buckthought tarafından yayınlanan Rapora göre; "1973-1998 arasındaki 26 yıllık dönemi hesaba katarak ki bu dönemde AECL-CANDU Firmasının önerdiği güvenli tasarım standardını aşan bir deprem olmuştur, Akkuyu'daki Nükleer santralın 40 yıl çalışması halinde depreme bağlı hasar görme olasılığı en az %50'dir"(43).
17 Ağustos 1999 gecesi yaşanan üzücü deprem sonrasında da, 14 Temmuz 2004 günü meydana gelen "hızlandırılmış" tren kazasında da devletin, siyasi iktidarın, yetkililerin, sorumluların bu felaket karşısında içine düştükleri paniğin, yetersizliğin, hazırlıksızlığın, koordinasyonsuzluğun, beceriksizliğin, "kriz yönetim sistemi" olmayışının sonuçlarını hep birlikte yaşadık. Bu depremlerin ve "hızlandırılmış" kazaların bedelini, yine hiç kimse ödemeyecek ve üstlenmeyecek kuşkusuz. Ama bu kez, belki de ülke tarihinde ilk kez, her büyük felakette olduğu gibi, felaket öncesi yapılan uyarıları dinlemeyen, dahası bu uyarıları yapmaya çalışan sivil toplum örgütlerine, meslek odalarına, gönüllü kuruluşlara ve çevrecilere, sağduyulu-bağımsız akademisyenlere saldıran, onları susturmaya çalışan resmi kurum, kuruluşlar, siyasiler; yurttaşların gözünde inandırıcılıklarını ve dolayısıyla güvenilirliklerini yitirmiş durumdadırlar.
8)NÜKLEER ENERJİ Mİ, YOKSA NÜKLEER GÜÇ MÜ İSTENİYOR?
Nükleer santralları 37 yıldır ülke gündeminde tutan, çok değişik niyetlere sahip çeşitli siyasi gruplar, uluslararası/ulusal çıkar kesimleri, kurumlar ve kişiler bulunmaktadır. Nükleer santralları kurdurtmaya çalışanların büyük bir kısmı, ülkemizde başka teknoloji ve yatırımlarda da geçerli olan maddi ve kişisel çıkarları için uğraşıyorlar. Tanesi 5-6 milyar dolar civarında olan bu santralların, yerli işbirlikçilerine dağıtılacak komisyonu, promosyonu ve rüşveti de çok büyük olacağı için (bu oranın %10 civarında olacağı söyleniyor, yani 500-600 milyon dolar civarında), nükleer santral peşinde koşan, kraldan çok kralcı bazı kişilerin, lobilerin esas derdi, bu büyük pastadan pay kapmak. Bu tip "malum" kişileri ve firmaları, sermaye gruplarını saymazsak, ülkemizde nükleer teknoloji isteyenleri, kabaca iki temel kategoriye ayırmak mümkün.
İlk grupta, daha çok nükleerci akademisyenlerin, mühendislerin, teknokrat ve bürokratların oluşturduğu; nükleer teknolojiyi ileri ve yüksek bir teknoloji olarak görüp, ülkemizde de bu teknolojinin öyle ya da böyle muhakkak olması gerektiğini, nükleer santralın bizatihi ülkenin teknolojik gelişmesini, güvenlik ve kalite felsefesini hızlandıracağını ve ayrıca enerji elde etmek için çeşitlilik sağlayacağını, bir alternatif oluşturacağını düşünen, yalnızca teknokratik bakış açısına sahip geniş bir kesim yer almaktadır.
İkinci grup ise; nükleer teknolojiyi ilk gruptakilerin "masumane" gerekçeleriyle savunuyor gibi gözüken, ama esas olarak, bağlı oldukları ideolojilerinin dayatması sonucu yalnızca "nükleer güç", "nükleer silah", "atom bombası"na sahip olmak isteyen radikal milliyetçi ve radikal dinci gruplardan, partilerden oluşmaktadır. Gerçekte ülkenin enerji ihtiyacını karşılamak, yüksek teknolojiyi ülkeye tanıştırmak gibi "ulvi" amaçlarla değil, sadece ideolojilerinin tahakkümü, iktidar hırslarının bir aracı olarak; ya "İslam Dünyasının" ya da "Türk Dünyasının" liderliğine soyunanlar bu gruba dahildir.
Nükleer santrallara karşı olanları "geri zekalılar" olarak tanımlayan ve uzmanlığını "kamyon esnafı" üstüne yapmış olan MHP Genel Başkan eski Yardımcılarından Ulaştırma eski Bakanı Prof. Dr. Enis Öksüz, kendisiyle yapılan bir röportajda; "Türkiye'de bana göre en az 50 tane atom santralı yapmaları lazım... Türkiye, bu sayede hem atom bombası yapabilecek teknolojiyi kavrayacaktır, hem nükleer enerjinin tıp sahasında, bilgisayar sahasında, kimyevi sahalarda da, pek çok sahada kullanılmasını öğrenecektir... Yani uzaktan kumandalı hale gelmiş ve Türkiye'ye karşı düşman unsurlar, saflar, bilgisizler, ilimle, teknikle çözülmesi gereken bir konuya politik yaklaşmak suretiyle geciktiriyor Türkiye'nin işini."(45) beyanında bulunmuştur. Yine eski hükümette MHP'den Devlet Bakanı olarak yer alan Prof Dr. Ramazan Mirzaoğlu ise, daha net ifadelerle bu niyeti özetlemektedir; "Kaldı ki Türkiye'nin çok yakın zamanda atom bombasına sahip olması gerekmektedir. Nükleer santraller atom bombası teknolojisi için de bir alt yapı oluşturması bakımından ayrı bir öneme haizdir"(46). Benzer bir yaklaşım, Gazi Üniversitesi Öğretim Üyelerinden ve TÜBİTAK eski Başkanlarından Prof. Dr. Sümer Şahin tarafından, 22 Mart 1995'de Ankara TİSAV'da yapılan nükleer teknoloji konulu bir toplantıda, bizzat Merhum Alparslan Türkeş'e sunulmuştur. Bu toplantıda, Prof. Dr. Sümer Şahin, Türkiye'nin; Ortadoğu'nun ve Türki Cumhuriyetlerin lideri olabilmesi için, nükleer güce muhakkak ki sahip olması gerektiği ve bunun da ancak ve ancak iktidara gelmeleriyle mümkün olabileceğini söyleyerek büyük alkış almıştır. MHP Genel Başkanı ve Başbakan eski Yardımcısı Devlet Bahçeli ile MHP'li Sanayi eski Bakanı Kenan Tanrıkulu, nükleer santral için Ocak 2000'de yapılan liderler zirvesinde, atom bombası teknolojisini de getireceği gerekçesiyle AECL-CANDU'dan yana görüş bildirmişlerdir (47). Fazilet Partisi Milletvekili Cevat Ayhan, 1993 yılında Refah Partisi adına katıldığı bir panelde; "Yani biz bu teknolojiye sahip olalım. Nükleer teknoloji nükleer silah için de lazımdır. Ona da sahip olacağız bir gün Türkiye olarak " ifadesini kullanmıştır (48).
Alıntılardan anlaşılacağı gibi, bu grupların niyeti doğrudan doğruya nükleer bir güç olmaktır. Özellikle bu grupların istediği ve tercih ettiği nükleer teknolojiye de bakarak bunu anlamak mümkündür. Prof Dr. Ahmet Yüksel Özemre'nin bir yazısında yer alan ve 24 Temmuz 2000'de iptal edilen ihale için de benzer tartışmaların yapıldığı, santral tercihleriyle ilgili "ilginç" bir iddiaya göre; "TAEK, kendi uranyumumuza dayanan, yani, nükleer yakıt bakımından bağımsızlığımızı garanti edecek olan, `tabii uranyum yakıtlı ve ağır su soğutuculu' nükleer reaktör teknolojisini Türkiye'nin nükleer enerji politikasının temel ilkesi olarak kabul etmiştir. Buna karşın TEK Nükleer Santraller Dairesi yetkililerinin ille de ABD, Fransa, İngiltere, Almanya ve Rusya gibi ancak bir kaç ülkenin tekelinde bulunan zenginleştirilmiş uranyum yakıtı üzerinde ısrar etmeleri ise gereksiz ve milli menfaatlerimize zararlı bir polemik doğurmuştur"(49).
Ulusal teknoloji olsun, doğal uranyumlu olsun, toryum kullansın ve biz daha sonraki nükleer santrallarımızı kendimiz kuralım yaklaşımlarıyla tariflenen teknoloji; Hindistan, Pakistan, İran, K. Kore'nin ve Çin'in atom bombası yapmak için tercih ettikleri CANDU tipi, doğal uranyum kullanan ve teknolojisi doğrudan veya dolaylı olarak transfer edilebilen nükleer santral modelidir. Ancak bu yolu izleyen İran'ın, K. Kore'nin, Pakistan'ın halen ambargo altında olduğu unutulmamalıdır.
Nükleer santralları savunan bütün siyasiler, bürokratlar, teknokratlar, uzmanlar, sağduyulu yurttaşlar oturup tekrar düşünmek ve bir değerlendirme yapmak zorundadırlar. Amaç; ülkenin ve doğanın, gelecek nesillerin iyiliği ve enerji kullanımı mı, yoksa yeni güç dengeleri oluşturma peşinde koşmak mı? Yükselen bu yeni milliyetçilik dalgasına kapılarak, sonu hüsranla bitebilecek, ambargoya neden olabilecek, ülkenin kaderini-geleceğini doğrudan ipotek altına alacak niyetlere yardımcı olabilecek bir nükleer maceraya girmeli miyiz?
Nükleer lobi; daha şimdiden, nükleer santral yapamadan bile bu ülkeye çok büyük zararlar vermiştir. 37 yıldır nükleer santral macerası peşinde koşarak ve karanlıkta kalacağız tehdidiyle; ülkenin en pahalı, kirli enerji tercihleri olan termik, doğalgaz, kojenarasyon ve mobil santrallarla doldurulmasına vesile olmuştur. Yenilenebilir ve yerli enerji kaynaklarının önünü tıkamıştır. Mevcut enerji altyapısının iyileştirilmesine ve santral modernizasyonuna, bakımlarının yapılmasına engel olmuştur. Sonuç itibariyle, nükleer lobi; bilerek/bilmeyerek, bu ülkenin enerji sistemine ve geleceğine çok büyük zarar vermiştir.
9)NÜKLEER ENERJİ, DIŞA BAĞIMLI BİR "BAŞKA" ENERJİ TÜRÜDÜR.
Enerji Bakanı'nın 2020 yılında enerji bakımından dışa bağımlılık oranımızın %75 olacağı, acilen enerji çeşitliliğine gidilmesi gerektiği, enerji fiyatlarının sürekli arttığı, fosil kaynakların sonlu olduğu, enerji güvenliği gibi nedenlerle "nükleere" yeşil ışık yakmak nasıl bir mantıktır? Doğalgaz, petrol, ithal kömür dışa bağımlı da, nükleer teknoloji ve uranyum "içe" mi bağlıdır? Fosil kaynaklar tükeniyor da, uranyum tükenmiyor mu? Petrol ve doğalgazda krizler yaşanıyorsa, yakın gelecekte uranyumda ya da zenginleştirilme işleminde kriz yaşanmayacağının, ambargo uygulanmayacağının garantisini kim verebilir?
Nükleer santralın kullanacağı 30-40 yıllık zenginleştirilmiş yakıtını toptan alıp, depolamak söylemi de çok gerçekçi değildir. Hem yakıtın güvenliği hem bu kadar yakıtın maliyeti hem de "kuşkular" ve "denetim" nedeniyle mümkün değildir. Şu anda hiçbir ülke önceden ve toptan yakıt alamaz.
10)NÜKLEER ENERJİ, İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ SÖZLEŞMESİNE ÇÖZÜM DEĞİLDİR.
Nükleer endüstri ve nükleer lobi, 1980'lerden sonra kaybettiği pazarı ve güveni tekrar kazanabilmek için yeni taktikler ve söylemler geliştiriyor. Bir yandan nükleer enerjinin; "temiz enerji" sayılmasını, iklim değişikliğine karşı çözüm olduğu söylemini ve bir yandan da "4. kuşak güvenilir" santral tasarımını geliştirdiğini kamuoyuna kabul ettirmeye çalışıyor. Bu söylemin arkasında da, ABD enerji lobilerinin adamları olan Başkan Bush ve özellikle de Yardımcısı Cheney'in iktidara ge(tiri)lmesinden sonra 8 Mayıs 2001'de CNN Televizyonu'nda yayınlanan demeci var; "Nükleer enerji güvenlidir ve CO2 emisyonu yaymamaktadır". Nasıl ki petrol için, güç için dünyayı kana buladılar ve işgal ettiler ise; benzer bir stratejiyi de bu kez kansız ama, 1978 yılından beri nükleer santral siparişi olmayan ABD'yi, çevreyi-dünyayı işgal edecek 1300-1900 adet "nükleer güç" santralı için planlıyorlar.
Bu söylemlere maalesef Enerji Bakanı da inanmış gözüküyor, 2004 yılında Bakanlıkça yayınlanan kitapta; "Bunların yanı sıra, fosil kaynakların özellikle iklim değişikliği, çevresel etkiler, hava kirliliği gibi etkilerini, uluslararası yükümlülüklerin gerektirdiği biçimde azaltmak için de nükleer güç kendini ispatlamış en önemli seçenek olarak önümüze çıkmaktadır" deniliyor. Mevcut ve giderek artan bu enerji tüketimi hızıyla, nükleer enerji büyük ölçüde fosil yakıtlardan kaynaklanan CO2 salınımına karşı nasıl alternatif olabilir? 2050 yılına kadar CO2 salınımını önemli ölçüde azaltmak için, ABD-MIT Üniversitesi Nükleer Enerji uzmanı Neil Todreas'a göre de; 1500 GWe gücünde, yani şimdiki nükleer santralların 5-6 katı nükleer santral gerekiyor. Buna ne dünya uranyum rezervi, ne hala çözülememiş olan atık depolama alanları, ne güvenlik kontrolleri, ne güvenli ve uygun alanlar, ne de finansman yetebilir. Bu çözüm ve hesap; ancak ve ancak, mevcut ve yaşanacak muhtemel sorunları 5-6 kat daha artırır.
TEÜAŞ'dan Selva Tüzüner, Zuhal Sakaryalı, Selma Sevgör ve Mehmet Güler tarafından hazırlanan ve Eylül 2003'de DEK/TMK 9. Enerji Kongresi'ne sunulan senaryoya göre; "Nükleer senaryo, net ithalat maliyetinin düşük olmasıyla birlikte, sera gazının emisyonlarının azaltılması açısından, azaltma maliyeti de göz önüne alındığında uygun bir alternatif olarak görülmektedir. Bu senaryo, her ton CO2 azaltılması için 7,3 ABD Doları ek maliyet getirmektedir. Planlama dönemi süresince, CO2/sera gazı emisyonlarında %1'den daha düşük bir azatlım sağlamaktadır.", "Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı sera gazı emisyonlarının azaltılmasında alternatif olarak düşünülebilir".
11)YANLIŞ BİR ENERJİ VE SANAYİLEŞME POLİTİKASI İZLENMEKTEDİR.
Maalesef ülkemiz, bir yandan çeşitli hesaplar nedeniyle doğalgaz santralları, otoprodüktörler peşinde koşuyor, bir yandan da yabancı ve yerli firmaların iştahını kabartan termik ve hidroelektrik yatırımlarını "yap-işlet", "yap-işlet-devret" modeliyle devreye sokuyor, aynı zamanda da ABD ve Avrupa'daki pazarlıklarımız için nükleer lobiyle dans ediyor. Herkese mavi boncuk dağıtılarak, "enerji köprüsü" olmayı hedefleyen ülkemiz, kendi enerji yatırımları ve sanayileşme politikalarını, tamamen dış konjonktürlere bağlı olarak ve gündelik politik hesaplamalarla yapmaya çalışıyor. Hükümet; tahkim ve "Avrupa Birliği Uyum Yasaları"nı da tartışmadan, sonuçlarını hiç hesaplamadan kabul ederek, Uluslararası şirketlerin boyunduruğuna girerek, yeni "kapitülasyonlara" imza atıyor ve Ülkeyi geri dönüşü olmayan bir cendereye sokuluyor.
Ne için, kim için, ne kadar ve nasıl bir Türkiye-üretim-sanayileşme-enerji-gelecek politikası izlediğimizin maalesef hiç farkında değiliz. Bu yanlış sanayileşme politikalarını desteklemek ve beslemek için yapılan tüm enerji hesaplarının, planlamalarının ve yatırımlarının da, ne kadar yanlış ve yanıltıcı olduğunu ortadadır. Türkiye, sanayileşme politikalarını ve dolayısıyla sanayileşme tercihlerine göre belirlenen enerji planlamalarını eski teknolojilere, fosil yakıtlara göre değil, daha akılcı, verimli, temiz ve çevreyle uyumlu, daha az enerjili yeni teknolojilere göre tekrar düzenlemelidir. Çünkü yeninin planlaması, eskiye göre yapılamaz.


ALINTIDIR

__________________
Yaşamak Bir Ağaç Gibi Tek ve Hür
Ve Bir Orman gibi Kardeşcesine
N.Hikmet Ran
  Alıntı ile Cevapla
Eski 08-01-2008, 07:55   #2
gz_antepli
Guest
Mesajlar: n/a
Tesekkür:
mesajina kez tesekkür edildi
 
Tanımlı

Sevgili Ekinyorum
Güzel bir konuya el atmışsın
Malesef yazıların puntosu o kadar küçük kü
Okuyamıyoruz
Ellerine sağlık
Eyvallah Dostum

  Alıntı ile Cevapla
Eski 08-01-2008, 09:04   #3
Dost
ICEEE - ait Avatar
Üyelik Tarihi: Feb 2007
Bulunduğu Yer: ankara
Yaş: 39
Mesajlar: 678
Tesekkür: 11
31 mesajina 67 kez tesekkür edildi
 ICEEE isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı

verimli arazileri mahvediyo

__________________
akşamın olduğu yerde bekliyorum
  Alıntı ile Cevapla
Eski 08-01-2008, 09:18   #4
Dost
ekoo - ait Avatar
Üyelik Tarihi: Apr 2007
Mesajlar: 468
Tesekkür: 1
18 mesajina 35 kez tesekkür edildi
 ekoo isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı

nukleer enerjıye hayır denmesı cok kotu bı durum.nukller enerjı en kısa zmanda enerjı kazanımını saglayan tek enerjı kaynagı.bızım fızıkcının dedıgıne gore" ulkenın gelısmesını ıstemeyenler halkı galayana getırıp bu santrallerın kurulmasını engellıyo.ozellıle dıs ulkeler bunu saaglıyormus ve halkı kotu yonde galayana getırıyormus ıngıltere bıza nukller enerjının kurulmasını kotulerken kendısınde yuzlerce santral varmıs.halkımız bu bılınce sahıp olmdıgı ıcın nukller enerjıye kotu gozle bakıyo"

  Alıntı ile Cevapla
Eski 08-01-2008, 09:41   #5
Dost
ICEEE - ait Avatar
Üyelik Tarihi: Feb 2007
Bulunduğu Yer: ankara
Yaş: 39
Mesajlar: 678
Tesekkür: 11
31 mesajina 67 kez tesekkür edildi
 ICEEE isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı

evet hep öyle derler ekocum da atıklarını çevreye salarlar onlara çare bulamazlar hem biz bazı ülkeler gibi atıkları gemilere yükleyip denize atamayız duyduğuma görede gelişmiş ülkeler bununla ilgili projelerini askıya almışlar maliyetindenmidir başka birşeyindenmidir bilinmez neyseeeeee iranda doğal gaz bize lazım demiş kesmiş

__________________
akşamın olduğu yerde bekliyorum

Konu ICEEE tarafından (08-01-2008 Saat 09:43 ) de değiştirilmiştir.
  Alıntı ile Cevapla
Eski 08-01-2008, 11:01   #6
Dost
ekoo - ait Avatar
Üyelik Tarihi: Apr 2007
Mesajlar: 468
Tesekkür: 1
18 mesajina 35 kez tesekkür edildi
 ekoo isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı

Ben kendi düşüncelerimi yazacak olursam, bence Nükleer enerji şart. Nükleer enerji, çağımızda vazgeçilmez bir enerji kaynağı olmuştur. Bir an önce yapılarak, çağdışı enerji kaynaklarımızdan kurtulmalıyız.

Bu Nükleer enerjiye en büyük tepki şüphesiz çevrecilerden gelecek. Sözde çevreci arkadaşlar konu hakkında bilgisi olmadan atıp tutmakta, nükleer enerjiyi ölümcül olarak göstermektedir.

Oysa bilmezlerki zaten şuan hudut komşularımızın çoğunda nükleer santral vardır, hatta Ermenistan sınırımızdaki Metsamor Nükleer Santrali bölge için büyük tehlikedir. Çünkü bu santral çok eski bir teknoloji ile yapılmıştır. Ülkemize yapılacak olan Nükleer santral ise daha önce hiç denenmemiş yüksek bir teknolojiyle ya da şuan da kullanılan bir teknoloji ile yapılacak.

Çevrecilerin dediği ilk şey doğayı tahrip ediyor, halbuki Nükleer santraller çevreye en az zarar veren enerji santralidir. Bir termik santral bir şehri yok ettiği görülmüştür. Örnek, Yatağan.

Sizden ricam bu sözde çevreci arkadaşların dediklerine inanmamanız, Nükleer Enerjinin yararlarını, zararlarını araştırıp kendiniz karar vereniz.

Gelişen dünya ile ülkemiz enerji bakımından yavaş yavaş dışa bağlanıyor. Bu tehlikeli durumdan kurtulmanın tek yolu Nükleer Santrallerdir. Onun için Nükleer Santrallere Evet diyorum.



"alıntıdır"




bu yazıyı bı yerde okumustum bende once "hayır" dıyordum ama bu yazıyla ve fızık hocamızın bızı bılgılendırmesıyle fıkrım degıstı sızlerde bı dusunun derım......saygılar....

  Alıntı ile Cevapla
Eski 08-01-2008, 12:46   #7
Dost
ekinyorum - ait Avatar
Üyelik Tarihi: Nov 2007
Yaş: 49
Mesajlar: 158
Tesekkür: 2
2 mesajina 2 kez tesekkür edildi
 ekinyorum isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı

Teşekkürler ekoo ancak ben öyle düşünmüyorum zararları ve maliyeti açısından düşünürsek nükleer enerjinin ekonomik olmadığı görüşündeyim eğer öyle olmasaydı insanlar neden karşı çıksınlar ki ayrıca umarım senin dediğin gibidir

__________________
Yaşamak Bir Ağaç Gibi Tek ve Hür
Ve Bir Orman gibi Kardeşcesine
N.Hikmet Ran
  Alıntı ile Cevapla
Eski 08-01-2008, 14:43   #8
Dost
cilek_22 - ait Avatar
Üyelik Tarihi: Feb 2007
Bulunduğu Yer: ev.
Mesajlar: 1,720
Tesekkür: 113
98 mesajina 198 kez tesekkür edildi
 cilek_22 isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı

Hem insanlara hem dogaya zarar veriliyor,daha dikkatli olunmalI!

__________________
Sahiden de sürpriz olmaya başladı artık
"Bana gelişlerin"
  Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Tags
hayir, neden, nükleer, santrallara


Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık



Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 17:51 .
Telif Hakları vBulletin v3.8.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.

Modified by HAKANDOST

eXTReMe Tracker




Valid XHTML 1.0 Transitional


Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.1