Ana Sayfa


Sonbahar Logosu Ana Sayfaya Gidin Ekibimiz Forum Kuralları Arama
Geri Dön   Dostun Sayfasi > Siirler > Kaynakli Siirler
Yardım Takvim Bugünkü Mesajlar Arama

Cevapla
 
LinkBack Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
Eski 21-02-2007, 01:06   #1
Onursal Dost
Serhad - ait Avatar
Üyelik Tarihi: May 2006
Yaş: 40
Mesajlar: 1,387
Tesekkür: 4294967295
63 mesajina 141 kez tesekkür edildi
 Serhad isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Tanımlı Edip Cansever Şiirleri

Aaaa
siteadi.com - Edip Cansever Şiirleri
Bir Süleyman gördüm hiçbir yanı kımıldamıyor
Oturmuş bir iskemleye
Pek de oturmuşluğu yok iskemle ayaksız
O nasıl şey, bu adam soyut mu ne
Baksan bir ilgisi var elleriyle
Uzamış uzamış uzamış doğrusu elleri
Sevmeye domuzlanıyor gittikçe
Konuştum konuşmuyor
Dürttüm dürtülmüyor
Kızdım, bir bıçak salladım karnına
Aaaa!
Yok yahu bana mısın demiyor

Şaşırdım, yokladım kendimi iyice
Bir çağ mı değiştik sabah sabah ne
Artık ölüm insanlardan olmuyor.

Kaynak: Yerçekimli Karanfil

Acaba

Dönelim
Döndürsün bizi
Kalbin akıp giden bulutlara benzeyen sesi
Yağmursuz bir yağmura açılmış kapılardan
Ve akılda kalan bir yokuştan
Ve yalnız çocuklara özgü o sonsuz sinema koltuklarından
Ve çocukluktan
Dönelim
Dönelim mi biz
Gençlikten, oralardan
Mutluluğu bir kabuk gibi saran mutsuzluklardan
Dönelim mi acıya
Acıya, büyük acıya
Ve soralım mı acaba
Ey büyük yalnızlık insansan eğer
Bir kaya
Dalgalar yalarken onu
O bakarken kaskatı kalabalıklara
Ah, kalbin bulut bulut akan sesi.

Bütünüyle bir semte benziyor Ruhi Bey
Binlerce, on binlerce kedinin hep birden kımıldadığı
Kedilerden örülmüş bir semte
Ve soğuk bir tuvalde yerini bulamamış renkler gibi
Soğuk ve ayakta tutan çelişkileri
Bir görünümden bir başka görünüme kolayca sıçranan
Her şeyin, ama herşeyin çok dıştan farkedildiği
Eh belki de bir satır fazlalığı ya da bir satır eksikliği
Belki de genç bir şairden ödünç alınan.

Yürüyor mu, yürümeyi mi düşünüyor Ruhi Bey
Düşünmesi daha mı sonra koyuluyor yola
Nereye gidecek ama, nereye varacak sanki
Yoksa bir oyun tadı mı buluyor bunda
Oyundan atılmaktan korkmayan bir oyuncu gibi
Boşvermiş de sanki oyunun kurallarına
Üstelik son bölümde, perdenin kapanmasına
Azıcık vakit kalmış
Ya da vakit var daha. Ama ne çıkar
Gövdenin yazgıya başkaldırması mı
Ruhi Beyin
Başkaldırması mı yoksa

Vaktinden önce anlamanın şaşkınlığı mı
Vaktinde anlamanın sevinci mi
Ya da biraz geç kalmanın
O gereksiz tedirginliği mi
Hangisi

Ama belli ki sonundayız her şeyin
En sonunda.

Adını Funda Oteli Koy

Adını funda oteli koy
Aklından gelip geçen bir yazın
Ve akşam güneşlerinde orda burda
Bir deniz kıyısında, eski bir yıkıntıda
İnce ince gezinen turuncu adamların.

Adını funda oteli koy
Sevdamızın da adını
Ayakları dibinde gün batımının.
Ve ağzında binlerce güneşin tadı
Dilinin ucunda yalnızca kendi adın.

Çünkü sevdikçe beni sen kendini tanıdın.

Kaynak: Sevda İle Sevgi

Adsız Bir Çiçek

Rengini dünyaya ilk defa sunan
Adsız bir çiçek gibi parlıyorsa gözlerim
Sevgilim
Bana "sen bir şairsin" dediğin zaman.

Yalnız sana yazıyorum bu şiiri
İstersen bir şiir gibi okuma
Çünkü her yıl yeniden yazacağım onu
Soğuklar başlayınca havalanıp
Millerce yol katettikten sonra
Güneyi tadan bir kuşun sevinciyle.

Ve yazmış olacağım bir de
Her dönemde her çağda
Sevdanın kendine özgü diliyle

Kaynak: Sevda İle Sevgi

Alüminyum Dükkan

Bir göz atıyorum denize
Çın çın ötüyor balıklar
Bu bir giyilmiş ayakkabıdır diyorum
Bu bir sulanmış peynirdir diyorum
Bu bir haşlanmış patates elinizdeki
Bu insandaki ezgi
Bu insandaki akıl
Bu kanundur kanun
Çileğin çilek oluşu gibi.

İşte bu gerçektir diyorum siz de bilirsiniz gerçeği
Bu çivinin çakılışı
Bu ekmeğin sürülüşü
Bu aşkın, bu ayıbın, bu insanın bilinişi
Bu duymak, bu düşünmek, bu yüksünmek insanda
Bu toplum içinde, bu toplum dışında
Bu sizin durumunuz, bu tabiattaki iş
Bu akılsız çiçek
Bu bilgisiz ağaç
Bu düpedüz ileri görüş
Bu su, bu nehir, bu rüzgar
Bu taş, bu bulut, bu hava
Bu bilinen, bu bilinmeyen
Bu İsa'dan önce, bu İsa'dan sonra.

İşte bu yeninin yenisi insan
Dizilmiş kutu
Bükülmüş teneke
Alüminyum dükkan.

Kaynak: Yerçekimli Karanfil


Anısındayım

Hafifçe ısırılmış bir elmanın dilindeyim
Elmanın kokusundayım
Anısındayım -kimbilir kimin-

Anılarda görünür, düşlerde görünmez insan
Düşlerde görünen anlamlardır
Özelliklerdir bir de belli belirsiz.

Ve
İnsansız anı yoktur. Var mıdır?

Kaynak: Şairin Seyir Defteri

Aşkın Radyoaktivitesi

Aşkı duydum mu bir başıma kalıyorum
Kasıklarımı ovuyorum bir güzel
En küçükleri var ya ayak parmaklarımın
İlk peşin onları görüyorum.

Bir çelik mavisi damar tam da çenemin üstünde
Çoğu zaman gün ışığında seçtiğim
Tıp tıp atıyor yüzümün kenarcığında
Saçlarım kapkalın geliyor elime.

Gündüzün, ama tam gündüzün oluyor bu iş
Kirlerim, pis kokularım bellıyken iyice
Soluyup dururken, birşeyler geçirirken aklımdan
Uzanıp kalıyorum ta pencerenin dibinde.

Yukarıyı düşünüyorum, bir aşağı katta oluşumdan
Dört duvar, bir buz dolabı, naylona benzer bir gök
Bütün o zehir gibiliği soğumus seylerin
Anlıyorum bir aşk akımıdır dolanıyor üstümde.

Durmadan aşklanıyorum ama hep böyle
Karanfiller gibi taze omzum, dizlerim, ayaklarım
Toplanıp gidiyor derken o deli fişek şey
Gün gibi parlıyor tırnaklarım.

Kaynak: Yerçekimli Karanfil

Benzer Konular
    __________________
    bazı çocukların kalbinde yitirdiğim gibi
    birçok kere yitirdim denizde kendimi
    gidiyorum aramaya, suyu bilmeden
    beni çürütecek, ışık yüklü ölümleri.

      Alıntı ile Cevapla
    Yandaki üye(ler) bu mesajindan dolayi Serhad üyemize tesekkür ettiler
    alisah44 (26-03-2016), temelreis (26-10-2014)
    Eski 21-02-2007, 01:15   #2
    Onursal Dost
    Serhad - ait Avatar
    Üyelik Tarihi: May 2006
    Yaş: 40
    Mesajlar: 1,387
    Tesekkür: 4294967295
    63 mesajina 141 kez tesekkür edildi
     Serhad isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
    Tanımlı

    Bakmalar Denizi

    Bakmalar görüyorum bütün gün türlü bakmalar
    Pencere bakması, sabahlar bakması, yeşil otlar bakması
    Hepsi de beni buluyorlar, hepsi de bir yağmur uysallığında
    Gördüm suyun ki yumuşak, gördüm ağacın ki katı
    Gördüm ama şey, gördüm ama nasıl, gördüm ama bu kadar göz
    Aynı bir gözler denizi, aynı bir o kadar canlı.

    Bakmalar görüyorum, gök ortası gibi karşımda
    Bulutta göz, uçakta göz, derinlikte göz
    Göz oluyorlar birden, bu gözler de yatağa iç yapanları
    Masaya üst yapanları bunlar, atlara atça parlaklık
    Yılandan çöreklenmeyi, kediden uyuşmayı çıkaran bunlar da
    İşte uzunlardan ayak, işte beyazlar beyazından kalabalığı
    Bakmalar görüyorum durmadan göz olan bakmalar
    Başlama gözleri, çocuklu, masallı, sinemalı.

    Okşama gözleri vardı gel git eden parmaklarıma
    Aşklardan gelenleri aşkı da bir kullanışlı yapan
    Caz bakmaları, düğün bakmaları, dudaklar taşıyan bakmalar
    Bakmalar, ateşte, suda havagazında
    _Ateşten, sudan, havagazındandı gözleri-
    Kar gözleri, soğuk -güzel,buğu gözleri hamamlarda
    En harlısı bu: savaşlarda, en ışıksızı ölülerdeki
    Bitti gözleri onlar bitti.

    Kaynak: Yerçekimli Karanfil


    Başım Dönüyor İkimizden

    Çocuklar ekmek yiyorlar gibidir sesin
    Ön dişleriyle belli belirsiz
    Bir martı kalıyor gibidir hiç olmayandan
    Çünkü biz ikimiz de çirkin değiliz
    Evet mi hayır mı pek anlamadan.

    Ne biçim bir sestir şu bizim dalgınlığımız
    Bir tayın dişinde ince taflan
    Az yaşlı bir kadında göğüs uçlarının
    Yanarak sımsıcak bir kedinin ağzından
    Dönüp iç çekmesine gece kuşlarının.

    Sonra biz dağ başlarında apansız kurşunlanan
    Süresiz baş dönmesiyiz çok garip adamların.


    Başlangıç

    Doğanın bana verdiği bu ödülden
    Çıldırıp yitmemek için
    İki insan gibi kaldım
    Birbiriyle konuşan iki insan.

    Kaynak: Şairin Seyir Defteri

    Belirsizlikler I

    Bahçeme gelip bahçemi büyütüyor
    Uzanıyor gölgesine ağaçlarımın
    Görüyorum onu geceyle gündüzün ötesinde
    Kuşkum yok Pan değil bu.

    Bateri çalıyor havuzun dibindeki kadın
    Belirsiz bir güne yaslanmış
    Mağaralarından geçiyor balık sürüleri
    Yetmiyor mu ki
    Düşlerine ödünç veriyor kendini üstelik.

    Bir tabak buzlu çileği şiire yerleştiriyorum bense
    Gizli kalmasın diye belirsizlik.

    Kaynak: Eylül'ün Sesiyle

    Belirsizlikler II

    Gölge dolaşır geceyle esmerliğin arasında
    -Bir an- bakışların mavi denizle gök arasında
    Bir uyumsundur sen -yazlar gezinir kış günlerinin içinde-
    Sabahları bir şeyler noksandır, akşamları
    Noksanlardan oluşan bir üzünçlük sende.

    Ortalarda bir yerdesin -öylesin-
    Bir kavşaksın nedense - birşeyle her şey arasında-
    Günün her saatinde -duyuyor musun-
    İmgeler birbirinden korkuyor.

    Kaynak: Eylül'ün Sesiyle

    Belirsizlikler III

    Şöyle böyle bir günün kurcalanmasından
    Bir tırnak izidir nehir -yüzümde akan-
    Bulutlar bulutlar bulutlar -dudak izleri, beyaz-
    Ötede bir köprü üstünden geçeceğim birazdan.

    Ocaktaki çaydanlıktan bakıyor bana
    Ekim ortalarında yağan karlardan
    Ben köprünün üstündeyim şimdi -iyi mi-
    Camların buğusundan yapılmış adam.

    Geri çeviriyor bakışlarını ansızın
    Ben köprüden geçtim gittim çoktan
    Peki
    Ne olup bittiydi var mı anlayan.

    Kaynak: Eylül'ün Sesiyle

    Belirsizlikler IV

    O bir ilk yaz şikayetçisidir
    Kat kat altındadır bir leylak esintisinin
    Güneşsiz kuşsuz bir kayın ormanını buluncaya kadar.

    Yitirmiş görünüşünü bu yüzden
    Sevgi kadar bölünmüş
    Ve parçalanmış (evet?)
    Hiçbir duygu yoktur diyor.

    Kaynak: Eylül'ün Sesiyle

    Belirsizlikler V

    Atlar atlar atlar
    Geçtiler penceremin önünden
    Buğulu cam, buğulu cam, buğulu cam
    Geçtin penceremin önünden.

    Attan, buğulu camdan, düşten..

    Kaynak: Eylül'ün Sesiyle

    Ben Bu Kadar Değilim

    Ben bu kadar değilim
    Kışlada ölü bir zaman
    Bir güzel at durdukça gider
    Gittikçe döner bir bir güzel at durdukça
    Askerim, benim ağzım kuşlardan.

    Güneşi sormuyorum lekelenmiş dallardan
    Dalları sormuyorum dallardan daha iyi
    Yüzümü istiyorum bir süvari alayından
    Ne yapsam istiyorum, ama istiyorum
    Bir kişi bile değilim yalnızlıktan.

    Bir kişi bile değilim yalnızlıktan
    Gözlerim ormanlara asılı
    Ağaçlar, kırlar ve şehirler geçiyor kaputumdan
    O kadar geçiyorlar ki, sadece duruyorum
    Bir an bir yerde ölümü tanımazlığımdan.

    Ben bu kadar değilim
    Kışlada ölü bir zaman.


    Ben Ruhi Bey Nasılım

    I

    Gördün mü hiç suyun yanmasını tuzda
    Gördüm ben bu yaşam boyu iniltiyi
    Büyük bahçelerin küçük içinde
    Saksılardan birinde
    Gördüm de
    Uyurken uyandırılmış gibi
    Beni bir sardunya büyüttü belki.

    O ben ki
    Bir kadında bir çocuk hayaleti mi
    Bir çocukta bir kadın hayaleti mi
    Yalnızca bir hayalet mi yoksa.

    Ne peki
    Yere dökülen bir un sessizliği mi
    Göğe bırakılmış bir balon sessizliği mi
    İşini bitirmiş bir org tamircisinin
    Tuşlardan birine dokunacakkenki
    Dikkati ve tedirginliği mi.

    Bekler mi beni
    Her yanı, ama her yanı çocuklar gibi gülümseyen
    Bir sürü yaz gününün içinde
    Acaba bekler mi beni
    Uykularım, o sonsuz uykularım
    Yanmış bir limonluktaki
    - Ve limonlar ki her gün bir yaprak ayininde
    Sesini hiç eksiltmeyen -
    Ama bilmez miyim ben
    Bilmez miyim hiç
    Böyle sığ hayallerle oyalanmak yerine
    Kısacık bir zaman olmalıydı elimde
    Turfanda meyva gibi bir zaman
    Yollar yollar kateden tadı ve ekşiliği
    Geçerek erguvanların dönemecinden
    Leylakların dörtyol ağzından
    Yapıştırıncaya dek beni dudaklarına
    Acının dudaklarına ve geçmişin
    Bir yaban gülü yaprağı gibi beni
    Ama ne gezer.

    Korkmuyorum artık solmaktan
    Solmaktan ve solgunluktan
    Gelmişim nerelerden böyle
    Kurumuş bir dere yatağı gibi
    Ya da pek kurumamış da
    Baygın, hasta ya da cançekişen
    Çırparaktan yüzgeçlerimi dip sularında
    Ya da yer tahtaları, muşamba, örtük perdelerin kasvetini
    Yorgun düşerek taşımaktan
    Ve ne çıkar ayırmasam kendimi
    Suların büyük içkilere kavuştuğu koylardan.

    Koylardan
    Kapsayan o sevimsiz, o küçük aşkları da
    Eskiyen turunçlar gibi ilk rengini pek aratmayan
    Ayırmasam kendimi
    Diyorum ayırmasam
    Köhnemiş bir geminin -izine pek rastlanılmayan-
    İçindeki bir yolcudan da, değerli taşlarla dolu cepleri
    Cepleri yüreği cepleri
    Ayırmasam da ben
    Kim görürdü o yolcuyu, yani kim farkederdi beni
    Sıradan acılardır çünkü bütün ilgileri toplayan
    Oysa sıkıntıyı buruşuk bir iç çamaşırı gibi saklayan
    Bu kımıltısız gövde
    Görülmemiştir ki hiç görülsün şimdi
    Görülmediği gibi gündoğumundan havalanan kuşların
    Ya da bir oda kapısını açtığınız zaman
    O müthiş öğle sıcağında
    Pencerenin önünde örgü ören birinin
    - Örgü mü, bir çay bardağını başka başka tutan ellerin becerikliliği mi-
    Görülmediği gibi
    Ama var mıydı sanki görülmek isteyen
    Var mıydı bir şeyler bekleyen yüreğimin eskittiklerinden.


    II

    Ve her şey hızla yetişti sonra
    Sarı bir günün kahverengi yarınına.

    Yıkılmış bir ağacın üstünde yıllarca oturdum da
    Gözleri avına benzeyen bir avcıydım sanki
    Ağaç da çürümüş zaten
    Kazımış, oymuş bir yerlerinden gelip geçen onu
    Ağaç mı, içi yıllarla dolu bir kutu mu
    Çözmek için mi acaba içlerindeki bir gizi
    -Gizi mi, bir giz gereksinmesini mi-
    Yoklamışlar orasından burasından
    Kim bilir.

    Ama sessizlikten başka ne bulmuşlar
    Önemsiz bir iki anıdanbaşka
    Ya insan kılığında ya da bir dekor taşkınlığında
    Sorarım ne bulmuşlar
    Çoktan yeni bir umuda dönüşmüştür onlar da
    Anılar.

    Oysa bambaşka şeyler olmalıydı ağaçta
    Kazılmış, oyulmuş yerlerinde ağacın
    Buruk mayhoş, daha çok da bir zehir tadındaki
    Bir şeyler olmalıydı. Ve sanki
    Yıllar var ki saklamışım orda ben

    Saklamışım anlaşılan
    Odasında yapayalnız doğuran bir kadının
    Dışa vurmak istemediği
    Ya da pek gereksinmediği
    O iniltiyi andıran
    Duyurulmayan her şeyi.


    III

    Ve her şey dönüştü işte
    Kahverengi bir çarşambadan
    Sapsarı bir cumartesiye.

    Ansızın bir rüzgar çıktı demin
    Çölde yanıt arayan alaycı bir rüzgar
    Kolalı bir örtü gibi acıtıyor yüzümü
    Yakıyor gözkapaklarımı da
    Toplayıp getiriyor anılarımı bir bir
    Uzun yolları hiç sevmeyen anılarımı.

    (Kaç türlü girilirdi anılardan içeri?
    1 - İşte bir zambağın özsuyunun içilişi gibi
    2 - Süt emer gibi bir memeden
    Bütün renklerin ve bütün kokuların bir anda bilinişi
    3 - Dibini kazıyor alanlar: dünyanın iç çekişi.)

    (Ansak mı anmasak mı
    Yeri mi şimdi değil mi
    Bir tren yolculuğunda ve her yerde
    Her şeyin ya da hiçbir şeyin hiç mi hiç çekilmezliğini
    Bir hafta tatilini, bir öğle vaktini, belki bir pazartesiyi
    Saatler iyi
    Adamlar gülüyorlarsa iyi, gülmüyorlarsa gene iyi
    Ve bütün yolcuların dalgın
    Koparıp koparıp bir şeyler yediklerini
    Görünüşte kararsız
    Görünüşte üzgün, endişeli
    Görsek mi acaba, görmesek mi
    Açıp da kapalı gözlerini arada
    Şöyle bir görünümü tek bir solukta
    Yalandan, inatla içine çekenleri
    Ya da bir köprüden geçerken, bir tünele girerken
    Belirtip yüzlerinde çok görmüşlüğün izlerini
    Bir tilki çevikliğiyle, acele
    Katarak yolculuğa hiç yoktan bir gizemliliği
    Bilmem ki, görmesek mi
    Durunca tren bir istasyonda
    Dudakları çatlamış, ateşli, hasta bir istasyonda
    Dünyanın bütün elma satıcılarına bakıp
    Bakıp da her şeyi ilk defa tanıyormuş gibi
    Uzanıp pencerelerden sarkık gerdanlarıyla
    Tutarak parmaklarıyla yalancı
    Ve ucuzundan bir kolyeyi
    Acaba görmesek mi
    Bir treni ve dünyada tren olan her şeyi.

    Ansak mı anmasak mı acaba
    Yeri mi şimdi, değil mi
    Sırasını bekleyen bir kadının, hasta
    Gereğinden fazla abartılmış yüzünü
    Besbelli iğrenirdiniz
    Çevirirdiniz gözlerinizi yer tahtalarına
    Bir duvar saatine ya da kapıya
    Telefona bakardınız, tırnaklarını incelerdiniz uzun uzun
    Kısaca
    Kaçınmak isterdiniz o yüzden -ama bitmedi-
    Gördünüz, görüverdiniz bir daha
    Sıyrılmış acılardan ansızın
    Sevecen, durgun, sade
    O yüzü
    Belki de, orda, acele
    Karar verdiniz
    Bir anneniz olsun isterdiniz böyle
    Ve belki sarılıp öpmek isterdiniz onu
    Her neyse...

    Söylesek, yeniden mi söylesek şimdi de
    Ben uzun yolları hiç sevmem
    Doğacak bir çocuk gibi beklemeli anılar
    Ansızın doğmalı, ansızın ölmeli saniyelerde.)


    IV

    Bırakıp gidiyor anılarımı rüzgar
    Denize bırakılmış çöpler gibi
    Yol kenarlarında birikmiş gereksiz eşyalar gibi
    Geri veriyor ve çekip gidiyor usulca.

    Bulanık bir havuzun yanında buluyorum kendimi
    Bakımsız, taşları kırık bir havuzun yanında
    İçinden koyu yeşil bir çocuğun baktığı
    Çürümeye yüz tutmuş yaprak renginde
    Ağlaması yağmurlu bir sundurmaya benzeyen
    Kırık iskemleleri, çatlamış mermer masasıyla
    Yağmurlu bir sundurmaya
    Ve pencerelerde belli belirsiz bir kadın
    Pencerelerde ve her yanda.

    Bir çocukta bir kadın hayaleti mi
    Bir kadında bir çocuk hayaleti mi
    Yalnızca bir hayalet mi yoksa.

    (Nerdeyim
    Kelebeklerden dokunuşlar alan bir yaprak gibi inceyim
    Para bozduranların az çok bildiği
    Adres soranların gene bildiği
    Bir sokakta bir aşağı bir yukarı
    Saatlerce dolaşanların hemen hemen bildiği
    Amansız bir güceniğim.)

    Geri getiriyor bunları rüzgar
    Geri getiriyor anılması kırmızı bir konağı da
    İniltili, hasta bir konağı da
    Çatısında baykuşların tünediği
    Birtakım iplerin düğümlendiği tahtaboşlarda
    Ve bütün konuşmaların tek bir cümlede toplanıp
    Suskunluğu bir anıt gibi yükselttiği
    Bir konağı ve konağın olanca görkemini
    Geri getiriyor rüzgar.

    (Konaksa yandı çoktan
    Tertemiz bir asfalt ezip geçti onu
    İyi biliyorum tertemiz bir asfalt
    Ezip geçti onu
    Kırmızı bir konak mezarı gölgesi bırakarak.)

    Ve yıllar ve günler ve saatler ayarlandı
    Caddeler, işhanları kahveler ayarlandı
    Meyhaneler, genelevler
    Pasajlar, dar sokaklar, geçitler
    Soğuk biralar ayarlandı, soğuk her şey
    Ve bütün ilişkiler
    Birden yerini aldı.

    Ve her şey yetişti gene
    Sarı bir çarşambadan
    Kahverengi bir cumartesiye.


    V

    Ben Ruhi Bey, nasıl olan Ruhi Bey
    Nasılım
    Bir yaz ikindisinden çıktım geldim
    Diyelim bir pazartesiydi, biraz da şöyle geldim
    Kapıyı iyice kapadım
    - Kapadım mı, evet, kapadım -
    Çitlenbik ağacının altından geçtim
    Frenk üzümlerinden bir iki salkım kopardım
    Dişlerimle sıyırdım
    Sardunya renginde ve sardunya tadında idiler
    Biri fotoğrafımı çekiyorkenki gibi durdum
    Azıcık gülümsedim
    Ve dünya bana gülümsedi
    Çakılların üstünden yürüdüm
    Yürüdüm ki, bir sese benziyordum sanki
    Yüzyıllarca önce kırılmış bir kemik sesi
    İyice duydum
    Çıkarken bahçe kapısını açık bıraktım
    - Çok yüksekti. Deniz dibi renginde ve demirdendi. Üstünde aslan başı
    kabartmalar vardı. İki yanında çok yüksek iki duvar uzar giderdi.
    Dışardan çam ğaçları görünürdü. Bir kırbaç gibi görünürdü. Ve
    ağaçların üstünde kırbaç kılıflarına benzeyen ve evlatlıkların mavi
    pazen giysilerini andıran kalınlaşmış bir gökyüzü dururdu -
    On sekiz on beş trenine yetiştim
    Geniş kadife koltuğa oturdum
    Puromu yaktım - iki kibrit harcadım -
    Akşam gazetelerinde pek bir şey yoktu
    Haydarpaşa'ya kadar bulmaca çözdüm
    İskelede saçları çok iyi taranmış bir kız bana baktı
    Bakışından tedirgin oldum
    Giyimsizdi, boyasızdı, bakımsızdı
    Vapurla Karaköy'e geçtim
    Tokatlı'ya uğradım
    prüden aldığım Fransız dergilerini karıştırdım
    Kirazla bir kadeh rakı içtim
    Çıkarken boy aynasında kendime baktım
    Oldukça yakışıklıydım
    Gömleğim temizdi, beyaz ceketim
    Tertemizdi ve ayakkabılarım
    Pantolonum ütülü
    Yelek cebimde ince altın bir zincir
    Sarı ve ince bıyıklarım
    Tam Ruhi Bey bıyığıydı
    Ve iki parmağın arasında bir çiçek sapı
    - Zakkum muydu, değil miydi, belki yazpatı -
    Boynumda menekşe rengi bir papyon
    Hafifçe sarkık
    Dudağımda bitti bitecek bir sigara
    Kenarında dudağımın
    Dışarı çıktım.
    Tünele bindim, Asmalımescit'teki Viyana lokantasına geldim.
    Avusturyalı karı koca beni karşıladılar
    İkisi de eğilerek ben dimdik durdukça onlar bir kez daha eğilerek beni
    karşıladılar
    Benden başka oldukça şişman iki adam daha vardı. Beyaz Ruslardandılar, gözleri
    necef taşı gibi sert ve parlaktı
    Tezgahta bir Leh Yahudisi votka içiyordu, yüzündeki ince damarlar fırçayla
    çizilmiş gibiydi, bir silinip bir canlanıyorlardı.
    Soğuk et getirdiler bana, omlet, bira filan getirdiler
    Üstüne kremalı ahududu getirdiler, likörle kahve getirdiler
    Çıkarken bolca bahşiş bıraktım.
    Markiz'e uğradım, dört mevsimden süzülmüş bir konyak içtim
    Düzeltip arada bir bıyıklarımı
    Uçları hafifçe ıslak
    Bir ara pencere camında kendime baktım
    Baktım ki, ben Ruhi Bey
    Nasıl olan Ruhi Bey
    Daha nasılım.

    Oradan Galatasaray'a kadar yürüdüm
    Bir kadının pembe beyaz teni dağılıp uçuşarak
    Gezindi ortalıkta bir süre
    Ve durdum
    Durdum bu güzel yaz ikindisinden çıkıp
    Bambaşka bir sonbahar sabahını giyinceye kadar Nasılım.


    VI

    Nasıl olacaksınız Ruhi Bey
    Bugün de erkencisiniz Ruhi Bey
    Şarapla bira mı içiyorsunuz Ruhi Bey
    Böyle sabah sabah Ruhi Bey
    Akşam akşam Ruhi Bey
    Akşam sabah Ruhi Bey
    Cıgara alır mıydınız Ruhi Bey
    Yakalım Ruhi Bey, yakalım
    Böyle üşümüyor musunuz Ruhi Bey
    Benim de ayakkabılarım su alıyor Ruhi Bey
    Ne olur ne olmaz
    Önümüz kış Ruhi Bey
    Ee, daha nasılsınız Ruhi Bey
    - İyiyim, iyiyim.

    (Gelsem gelsem bir solgunluktan gelirim
    Kızgın bir sardunyanın üstelik üvey çocuğu
    Pembe pembe azarlanırım
    O ölür ben azarlanırım
    Kocaman bir konakta uzarım kısalırım
    Ellerim tırnaklarım
    Yeni kırpılmış bir koyun derisi gibi pespembe
    Ve sıcak
    Gözlerim, gözlerim benim
    Denizi ilk defa gören bir çocuğun
    Birdenbire yaşlanması neyse.)

    Sizinle görüşelim Ruhi Bey
    Vaktim yok, vaktim yok
    Ruhi Bey, görüşelim
    Vaktim yok görüşmeye kimseyle
    Ruhi Bey
    Kendimle bile, kendimle bile.
    (Olmaz ki, kimse kimseyi sevemez
    Ama hiç kimse.)



    Beyaz Atlar Sulara

    Benim yüzümde her şeyler var
    Üç dilim ekmek bunlardan biri
    Annem bir taşa oturmuş bunlardan biri
    Sur dışlarında hafif bir eskici olur
    Olur ya bir kendil olur biraz da elleri
    İnsan yalnız mı buna bir çare düşünmeli.

    Dün biraz ağlamıştım bunlardan biridir şimdi
    Çok gülünç bir şekilde kahveye giriyorum
    Sorsam ya kapıdayken gözyaşı girilir mi
    Girilmez, girilmez, bunu her mahmut biraz anlatır
    Korkuyla anlatır, yüzünü baygın tutar anlatır
    Kahveci, seni sevmiyorum bunlardan biri.

    Bir deniz yandı gene, yansın ne çıkar sanki
    İşte horoz öttü yüzümün yarısında
    Yüzümde bir horoz var dünyanın biri
    Seni sevmek neden mi, acı ve güzel
    Geldikçe geliyorlar ellerinin elleri
    Odalar! çıplak masalar! buna bir çare düşünmeli.

    Bu da bir şarap olmalı şimdi boşluğu dolduracak
    İçince bir korsan ağzıyla içmeli
    Eskidir, yorgundur, akyıptır diye yüzler
    Bir sinek sinek mi vurunca öldürmeli
    Ve sinek oldu muydu hafif bir uzaklık olur
    Olur ya, hem biraz dargındır hem biraz evli
    İnsan sevdi miydi buna bir çare düşünmeli.

    Kaynak: Petrol



    Biliş

    VE HEMEN GİDEMEDİM
    VE ARTIK GİDEMEDİM
    VE SONRA HİÇ GİDEMEDİM
    KURTULUŞ'TA, SON DURAKTA BİR TRAMVAY ÖLÜSÜ
    SANKİ BEN
    ÖYLECE KALAKALDIM

    HEPİMİZ KALAKALDIK
    ELİMİZDE TETİĞİ ÇEKİLMEYEN
    NAMLUSU YÖNSÜZ BİR TABANCA GİBİ.



    Bilmez Miyim Hiç...

    Bilmez miyim hiç bütün bu sözler ne der ona
    Bu sözler ve bu sözlerin içinde çırpınan uzaklıklar
    Dolaşıyorum bir başıma, ortalıkta kimsecikler yok
    Kıyılar da bomboş, kır yolları da
    Soluğumu duyuyorum ara sıra, bir onu duyuyorum
    Duymuyorum belki de, biliyorum yalnızca
    Ayaklarımın altında yaban naneleri, kekikler
    Yol kenarında bir kapı, tahta
    Peki, kim yitirmiş evini, ya da
    Hangi yitikle yok olmuş o yapı
    Kimbilir
    Vuruyorum yokuş aşağı, kıyıya
    Bir taşın üstüne oturuyorum
    Ben oturur oturmaz
    Çıkıyor kuytularından bütün görünümler
    Ve ufak bir oyun oynuyor bana doğa
    Alıp alıp götürüyor gözlerimi bıkmadan
    Kısalıp uzayan bir çift yılan balığını andıran gözlerimi
    Güneşin şavkından yuvarlanan çakıllara
    Tam o sıra bir vapur yanaşıyor iskeleye uzun sürecek bir sonbahar taslağı gibi
    Denize yeni sürülmüs bir tarlaya benziyor, uyanık, diri
    Ve işin tuhafı bense
    Alışıyorum gittikçe
    Her gün bir parça daha alışıyorum yalnızlığıma
    Ürperiyorum bir ara arkamdaki ayak sesinden
    Ve bu yüzden mi bilmem
    Durup bir süre çevreme bakar gibi yapıyorum
    Sürüyle kus havalanıyor defnelerin içinden
    Sürüyle, evet, hatırlıyorum birden
    Nicedir unutmuşum saymayı bile günleri
    Dağılıp gitmişler herbiri bir yana
    Kuşlar gibi, onlar da
    Benimse ne gidecegim bir yer
    Ne de özlediğim bir şey var
    Öyleyse neden yazıyorum bu sözleri ona
    Bu biraz sevdaya benzeyen, biraz da sevdasızlığa
    Böyle gelişigüzel, böyle kırık dökük
    Sanki hiç kimselerin kullanmadığı bir gün kalmış bana.

    Uzun bir cumartesiyi hatırlıyorum, saat on iki
    Dalıp gidiyorum, düsünüyorum da, saat on iki
    Bir sigara yakıyorum, bir kağıda bir iki dize yazıyorum
    Yerini iyi bilen, onurlu bir iki sözcük daha
    Ama hiç kımıldamıyor, akrep de, yelkovan da
    Yani tam böyle birşeye benziyor zaman
    Yılgın ve çarpıcı renkler içinde pek kımıldamayan
    Çıkageliyor sonra, saat on iki.

    Anlıyorum
    Yaşam elbette uzun biz duyabildikçe sevgiyi
    Yalnızca bunun için uzun
    Yani sevgiyle de sevebilir insan, sevdayla da
    Örneğin
    Bir sevgiyi yontup onarmak için
    Döğüşmek de sevgidir
    Ve benim bildiğim kadarıyla
    Her şeydir bir insan, her şeydir
    Yalandır kısalığı yaşamın
    Ve özellikle insan dediğimiz şey
    İnançli bir insan soyunun parçasıysa.

    Sonunda başbasa kalıyoruz gene
    Başbaşa kalıyoruz doğayla ben
    İşte az önce yağmur da başladı, cumartesi günlerden
    On temmuz cumartesi
    Bir vapur daha kalkıyor iskeleden
    Ve yağmur hızlanıyor biraz
    Uzanıp yatsam diyorum otların üstünde çırılçıplak
    Tam öyle yapıyorum
    Şimdi yağmuru seviyorum, şimdi yağmuru seviyorum, yağmuru seviyorum.

    Kaynak: Umut Şiirleri, Turgay Fişekçi


    Bir Ay Aldım Diyarbakırdan Tokatta Biri

    Tokatlı diyorlar ya da bir atın başlangıcı
    Eğilmiş, sakin, içkiler alıyor kalabalıktan
    Şimdi o mor gözleri mor bir kadınla ilgili
    Birazı namuslu iyi, birazı açıkça perişan
    Ya da bir kadın bir kadını öper gibi
    Hiçbir şey anlamıyor yaşamaktan.

    Hiçbir şey anlamıyor diyeli anlamıyor
    Ama bir yalnızlığı tamamlıyor durmadan
    Askerler geziniyor, her yerde bu göz kahveleri
    Ben bu gözlere Tokat'ta rastladımdı bir zaman
    Hopalı biri vardı, hamalın biri
    Daha hiç çıkmayacak karısının koynundan.

    Bir kadeh olmalı ya da bir rakının başlangıcı
    Ansızın bir göl Anadoludan
    Bir yanda bir balıkçıl ne zaman istese ölür
    Kocaman iz bırakır çılgınlığından
    Sonra o adamlar ki çelimsiz, esmer, bıyıklı
    Ve bütün gün sevişirler acılarıylan.

    Tokatlı diyorlar ya da bir ekmeğin başlangıcı
    Ezilmiş, sakin, onca bir yoksulluğu ödüyor durmadan
    Bu kimin evreni, bu saçına bir el atma saatlerinde
    Bu kim ki ölüyor, Tokatta ölüyor her zaman
    Ya da bir erkek bir erkeği öper gibi
    Hiçbir şey anlamamış yaşamaktan.

    Kaynak: Petrol


    Bir Çiçek Sergicisi Der Ki

    Bin dokuzyüz on iki miydi, bin dokuz yüz elli iki miydi
    Güneşli bir öğle miydi, çiçekler gölgesiz miydi
    Ellerim kirli miydi
    Neydi
    Çiçeklere su mu serpiyordum, bir karanfil çok mu uzaklardan gelmişti
    Bilmem ki
    Benim bütün yaşamımda hep karanfiller olmuştur
    Her zaman hatırlarım
    Sanki bir karanfilden sürekli doğmuşumdur
    Bin dokuz yüz on iki doğumlu bir karanfili
    Karım göğsüme takmıştı. Şimdi ben çok yaşlıyım
    Şimdi ben nedense çok yaşlıyım
    Herkesi ayrı ayrı tanımam
    Ruhi Bey'i İçerenköy'den tanırım
    İçerenköy'ü iyi bilirim de ondan
    Kaç yıl önceydi, şimdi unuttum
    Babasını da tanırım
    Kaç yıl önceydi, bilemem
    Üryani eriği gibi gözleri vardı
    Çizmeleri, kamçısı
    Ruhi Bey, benden çiçek alırdı
    O zamanlar sokak sokak dolaşırdım
    Çiçek alanları iyi bilirdim
    Ruhi Bey de çiçek alırdı
    Nedense benden alırdı. Çünkü ben çiçekleri çok biçimli tutarım
    Kuşkonmazları sevmem, kullanmam
    Çiçeklerin aralıklarına bakarım
    Sanki ben onları hep yeniden yaratırım, yontarım
    Bin dokuz yüz kırk üçde biri öldü
    Boynu değil, bir karanfilin sapıydı, yana düştü
    Düşünce öldü
    Bir ölülük sindi ellerime
    Bir ölülük bana sindi
    Ona sergimde her zaman bir yer ayırırım
    Kimseler bilmez
    Ben işte gizli gizli onu sularım
    Karanlık bir karanfilliği
    Yoklukta bir karanfilliği
    O gün bugündür bütün çiçekler
    Karanfildir benim için.

    Bir gün de bir demet karanfilim yandı
    Bir demet karanfilin penceresi, kapısı
    Nedense yandı
    Önce giyinik bir ev görünümündeydi, öyleydi
    Takındı kırmızılarını sonra
    Süslendi
    Bir boşluk edindi orda kendine
    Hemen oracıkta bir boşluk
    Açtı şemsiyesini ve gitti.

    Ben şimdi oğlumun yanında kalırım
    Onun kırmızı yapraklardan yapılmış
    Bir zamandışılığı vardır
    Beni anlamaz
    Anlamaz, niye anlasın
    Anlaşılmak -değil mi ama- sanki kimsenin olamaz

    Ben kendime bir karanfil mezarı satın aldım
    Beni oraya gömecekler
    Ruhi Bey cenazeme gelecek
    Ama hangi Ruhi Bey
    Doğrusu biraz şaşırdım
    İçerenköy'deki Ruhi Bey gelmez
    Osadece karanfil satın alır
    Ölümü pek beğenmez
    Şimdiki Ruhi Bey ölümedaha yatkındır
    Yaşamaya da
    Ölümle yaşam arasında bunalır bunalır
    Ben bu kadarını anlarım
    O gelir beni kaldırır
    Bir karanfil kalabalığına arrtık katılır
    Geçen gün gördüm
    Acımayı unuttum
    Sevinmeyi unuttum
    Ben her şeyi artık unutuyorum
    Ama ogeçerken ne yalan söyleyeyim şuramda birağrı duydum
    Ağrı da değildi belki, hani, nasıl
    Gövdemi yeniden buldum
    Acılar acılara eklenince ağırlaşıyor
    Gövdem de ağırlaşıyor
    Ruhi Beyle kocaman bir demet karanfil oluyoruz
    Şu üstümdeki boşluk kadar
    Bir demet
    Yok artık pek konuşmuyoruz
    Benim sözlerim eskidi
    Onunki de eskidi
    Zaten kelimeler sonludur
    Öyledeğil mi
    Donuk donuk bakışıyoruz
    Ben ölüme iyice yakın
    O yaşamaktan uzak
    Öyle bir gök içinde durmuş gibiyiz
    Karanfiller ölürken
    Karanfillerden bir deniz.



    Bir Genelev Kadını Ve...

    Girdi
    Sırtında eski bir ceket vardı
    Bir yerlerden sızmıştı sanki, gün ışığı gibiydi
    Sarışındı
    Önce bir süre kapının önünde durdu durdu
    Gölgelendi, inceldi, beni gördü
    Pek önemsemedim
    Baktı, hiç konuşmadı
    Oysa bir İsa tasviri gibi uçumluydu, güzeldi
    Yer gösterdim, oturmadı
    Bir sigara yaktım, ona da verdim
    Aldı
    Sigarasını ben yaktım
    Kısa bir gülümseme yürüdü dudaklarından
    Benim dudaklarıma da geçti
    Çocuklar gibi kızardım
    Öteki kızlar gülüştüler
    Ben kendimi sevdim, güvendim
    Saçlarımı düzelttim, göğsümü biraz kapadım
    Bana elini uzattı, ellerimiz birbirine değdi
    Sıcaktı, inceydi, kıskanırım anlatmaya bu eli
    Ağır ağır odama çıktık.

    Girdi
    Açık pencereyi kapadım
    Perdeyi çektim
    Arkamı döndüm, yavaş yavaş soyundum
    Bileğimdeki saati çıkardım
    Sigaramı söndürdüm
    Tam o zaman..
    Zaman da değildi belki
    Önce korkunç bir gözyaşı seli
    Sonra alabildiğine bir kayalık
    Kayaların üstünde bir kertenkele
    Ardından bir ormanın uğultusu
    Binlerce kanat sesi
    Sağ elinde bir bıçak
    Yok, hayır, bıçak da değildi
    Vuran, ezen, öldüren bir el
    Ve eller
    Ve dişler
    Kendimden geçtim.

    Bir daha gelmedi, hayır, bir daha hiç gelmedi
    Ama onunla ben
    Ne zaman istedimse o zaman yattım.


    Bir Gün

    O "bir gün"
    Yuvalanmış sanki içinizde
    Buğulu cam tıpkı
    Hiçbir şey görünmüyor
    Besbelli dışınızdan bakıyor size.

    Yokuş aşağı, yokuş yukarı
    Düzlerde, eğrilerde
    Yansır ondan size her ışık
    Bırakılmış bir bıçaktan döğüşte.

    Beklemek, avuntu--bir silah patladı uzakta--
    Yakında bir tel koptu
    Durmanın durgunluğu--yeterse--
    Sürsün bir süre böyle--ne çıkar--
    Emzirsin içinizi o sonbahar bulutu.

    Gelecekte, dediniz--ama ne zaman--
    Kim bilir, belki de geçmişte
    Yağmurlardan kalan kimsesizliğin
    Saklıdır acısı o "bir gün" de

    "Bir gün" buluşuruz--çok iyi--
    :Bir gün" dü, hani nasıl--silinti--
    Gerisi döküntü günler
    Ola ki beslemekte "bir gün"ü hepsi


    Bir Mektup Atanın

    Bir mektup atanın o mektubu attıktan
    sonraki şaşkınlığı
    İzlemekse bir bakıma
    Yol aldığını mektubunun
    Bakar dururum ben de ardından.
    Sana söylüyorum yalnız
    O ben ki her türlü bakışların tarihini
    Öğrendim gözlerini hiç değiştirmeyen bir kaptandan.

    Kaynak: Sevda İle Sevgi


    Bir Meyhane Garsonu

    İşte
    Isınmış parke yolun kokusu
    Demek ki ben mutsuzum
    Tuhaf bir su içmişim de sanki içim görünüyor
    Gözlerim buzdan
    İçimde yaz kırıkları.

    Eklemek gerek
    Büyümesi gibi bir salyongozun
    Yıllarla değil, yıllarla değil
    Saniyelerle kıvrılmıştır kabuğum.

    Aynalıpasaj'ı geçtim
    Geçerken sağlı sollu aynalara baktım - her günkü gibi -
    Vitrinlere baktım, düğmelere, fremuarlara
    Yukardaki taş heykelciklere baktım
    Bakmasam ne yapacaktım, açılıp kapanmaya başladı dudaklarım
    Gözkapaklarım
    Açılıp kapanmaya
    Açılan kapanan çözülen
    Ne varsa duyuyordum kendimde
    Balıkpazarı'na saptım.

    Ben balıkpazarı'na sapınca
    Dünyada sayılmayan bir adamdım
    Nasıl duruyorsa gökyüzü sayılmadan
    Boylu boyunca bir duvar
    Ve uzay nasıl duruyorsa
    - Uzay ki mutluluktur
    Ele geçmeyen bir sonsuzluktur uzay -
    Ben masallara şunu bunu taşırdım.

    Oldukçe dar bir sokağa gelince durdum
    Karşıdan karşıya çamaşırlar asmışlardı
    Mor, pembe, beyaz çamaşırlar
    Kızgın yaz güneşinin altında
    Hoşlandım
    Anahtarı kilide soktum, bundan da hoşlandım
    Çevirdim bir iki kez, kapı titredi
    Ben de titredim
    Dükkanı açtım.

    Karşıki evler çoktan uyanmıştı
    Hemen herkesi az çok tanırdım
    İki kocakarı, levanten, dama oynuyorlardı gene camın önünde
    Çinko balkonda bir kız çocuğu ağlıyordu
    Oydu
    Bir satıcıya sesleniyordu, oydu
    Besbelli yeni uyanmıştı, saçları dağınıktı
    Zayıftı, sürekliydi, değişmiyordu
    Sesi inceydi, isterikti
    Saate baktım dokuz buçuktu.
    Ne yaptım da ben, daha sonra ne yapacaktım
    Önce helaya girdim, bir süre helada kaldım
    Terledim, adını bilmediğim bir kokuyla koktum
    Mutfağa girdim
    Patatesleri soydum yıkadım
    Domatesleri salatalıkları
    Soydum yıkadım
    Muska böreği sardım kaldırdım
    Bira kasalarını, boş şişeleri
    Dükkanın önüne çıkardım
    Camları sildim, ortalığı süpürdüm
    Sonra bir iskemleye oturdum
    Orda yüz binlerce cinayeti ben
    Ve intiharı
    Bir mutluluk gibi dışımda duydum.

    Evet, gelirdi
    Ruhi Bey mi dediniz, evet, gelirdi.



    Bir Olay: Ruhi Bey Ve Gülcünün Ölümü

    Bir kara parçası sanır insan
    Düştü mü başı derde
    Kendini açık denizlerde.

    Şimdi bir kıyı bile değil
    Bir ufuk çizgisi bile değil
    Yalnızca ölü
    Sabaha doğru yağan karın altında
    Kıvrılmış kalmış
    Besbelli tutunmak istemiş boşluğa
    Kolları havada
    Sıkmış avuçlarıyla bir demet gülü
    Yayılmış gövdesine bir gülümseme
    Ve çevresine
    Taş binalara, karanlık pencerelere
    Kefeni kardan ve gülden.

    Polis arabası kapıya geldiği zaman
    Giyimevlerini, mezecileri, postaneyi geçerek geldiği zaman
    Arka sokaklardaki birkaç kiliseyi
    Cenaze levazımatçılarını ve
    Bin dokuz yüz yirmi sekiz modasına göre giyinmiş bir kadının bir anlık ölüsünü
    Geçerek geldiği zaman
    Bir kamyon et boşaltıyorken bir kasap dükkanının önünde, tam o zaman
    Yüzü sabunlu bir otel müşterisinin elinde traş makinesiyle
    Pencereden sarktığı zaman.

    Polis arabasını görmeden önce
    Her yanı aynalarla çevrili bir meyhanedeydim
    Sırçaları dökülmüş aynalarla
    Parça parça görüyordum kendimi
    Dışarda kar vardı, kirli kar
    Isınmak için konyak içiyordum
    - Isınmak için mi dedim, tuhaf -
    Dışarda kar vardı
    Saat dokuzu on geçiyordu, Balıkpazarı'nın her günkü sabahı
    Yıllardır hep aynı sabah
    İri bir kayabalığının içbükey karnı
    Ve binlerce, on binlerce kedinin hep birden
    Kente hiç uymayan bir yaratık gibi kımıldandığı
    O sabah.

    Polis arabası kapıya geldiği zaman
    Aynalıpasaj'ın düğmecileri, gömlekçileri
    Yüzükçüleri, bilezikçileri, tuhafiyecileri
    Dükkanlarını açık unuttukları zaman
    Ve dükkanların üstündeki heykelciklerin
    Bir yas törenine hazırlanır gibi
    Anlatımlarını değiştirdikleri zaman
    Balıkçıların balıkların karşısında en iyi durdukları zaman
    Ayakta çay içtikleri zaman
    Mermer masaların altından yorgun gövdeleriyle
    Çıktıkları zaman serserilerin
    Ve Pasaj temizlenmeye ve karlar kürenmeye başladığı zaman
    Masmavi iki yengeç gibi bakmaya başladığı zaman gözleri garson Vasil'in
    Tam o zaman.

    Polis arabası kapıya geldiği zaman
    Üç kişi siyah bir otomobilden indiler
    Üçü de sivildi, ellerinde çantaları vardı
    Ben meyhanenin penceresindeyim
    İçerde ve kar içindeydim
    Bir demet gül içindeydim
    Güle gömülüydüm
    Kana.

    Polis arabası gittiği zaman
    Demir kapının yanında ölü
    Gökyüzünü dönemecinin altında
    Ve yerde bırakmamak ister gibi sözünü
    Elinde bir demet gülle
    "Gül, gül" diye acı bir bağırtıyı uzattığı güllerle
    Ipıslak saçlarıyla buzdan yatağına uzanmış.

    (O zaman ıhlamur ağaçları kardan görünmezdi. Gözlerim azalırdı,
    gizlenirdim. Babam koyu kahverengi çizmeleriyle karları ezer ezer
    ezerdi çakıltaşlarının ayaklarının altında oynaştıklarını duyuncaya
    kadar. Annem çatı katının yanındaki sivri kuleden gözlerini ayırmazdı,
    yeter ki gök kanasındı beyaz beyaz ve kocaman bir alabalığın karnı.
    Uşaklar bir köşeye sinerlerdi, hiç konuşmazlardı, bir kristal sürahi
    rüzgardan ürperir titrerdi. İniltiye benzeyen bir ses yayılırdı.
    Karanlığa yapışırdım, bir kapı karanlığına, bir duvar karanlığına, bir
    yokoluş karanlığına. Ölüm çok uzaklardaydı, o zaman çok uzaklardaydı
    ölüm.)

    Sordu
    Karla kaplı kirli bir cümle
    Başında kimler vardı?
    Bir, emekli postacı Hüseyin
    - Çok adres bildiği için adı pezevenge çıkan -
    İki, cenaze kaldırıcısı Adem
    - Çıplak kafalı, ön dişleri çürümüş -
    Üç, akordeoncu kadın
    - Hemen hemen hiç konuşmayan, saçları oksijele sarartılmış, Bizanslı bir
    kehribar taciri gibi şişman, yaşlı ve kızoğlankız -
    Ve sonra ötekiler
    Üç Horan Kilisesinin kapıcısı
    Çingene çalgıcılar, bademciler
    Lotaryacılar
    Bir iki garson
    En geride
    Çengelli iğne satan bir kız çocuğu.

    Ve onu kaldırdılar, ben gördüm
    İkinci konyağımı içtim bitirdim
    Demir Kapıdan çıkardılar ve gördüm
    Morg arabasına koydular
    Kapısını ittiler, kapı kapandı
    Taraklar, istiridyeler açıldı kapandı
    Çiçekler titreştiler
    Bir balıkçı balık doğradı ve tarttı
    Pencereden çekildim.
    Günlerdir ilk olarak güldüm, gülümsedim
    Yıllardır ilk olarak
    Sanki ilk gözyaşının tarihini buldum, üstünü çizdim.

    Ve sordu gene
    Ölümle kaplı o kirli cümle:
    Siz Ruhi Bey nasılsınız
    Ben Ruhi Bey nasılım
    Anladım anladım
    Ve şimdi iyi biliyorum artık nereye.

    Bir Otel Katibi

    Anlamadığım şu
    Ben neden bir otel katibiyim
    Eskiyim, renksizim, kimsesizim
    Yontulmuş kalemlerden, sosisli sandviçlerden iğrenirim
    Papazlardan, homoseksüellerden iğrenirim
    Kız kurularından ve saldırgan dullardan
    Ve yaşlı adamların sararmış dudaklarından
    Ve deli saraylılardan, onların aybaşı kokularından
    Kendimden kendimden
    Ve nedendir ki ben
    Sararmış bir sürahide kirli bir su gibi bekletirim.

    Günlerden ne? Pazartesi İyi bilirim
    Ama gün nedir bilmem
    Çiylerle çiçeklerle çamlarla doldurulmuş gün
    Göğsü bir martı göğsü gibi denizlere değen
    Parklarda bahçelerde göz dolduran gün
    Bir çocuğun gözlerinden gözyaşı içen
    Sesini bir ayin gibi uzaklardan duyduğum
    Gün nedir.

    Kokular vardı ayrı ayrı, ben unutmuşum
    Hepsi şimdi bir otelin kokusu
    Kullanılmış çamaşırların ve bavulların kokusu
    Ve telefonların ve kapısı açık helaların
    Ve hasta soluklarının, tozlu yer halılarının
    Sabahlara kadar yanan ampullerin kızgın
    Birbirine karışmış, değişmeyen kokusu.

    Ruhunda kasvetin suyunu buldu
    Kimdir
    Olsa olsa bir otel katibidir
    Bir otel katibi her yerde bir otel katibidir
    Gözlüklü ve tedirgindir
    Hiç yıkanmamış gibidir, parmakları sarıdır
    Ön dişleri çürüktür, avuçları terlidir
    Yıllar var ki bir kumaş düşler kendine
    Ve bu yüzden olacak sanki biraz terzidir.

    Sorarım - ki otel katipleri sorar - bir terlik nedir
    Terliğin yenisi yoktur
    Geçmişi yoktur, geleceği yoktur
    Yeri ve kimliği zaten yoktur
    Bir terlik bir terliktir o kadar.

    Bilirim kötünün kötüsü bir oteldir burası
    Odalarında hamam böcekleri, sinekler
    Pis yataklar, lekeler, sararmış çatlak lavabolar
    Peki bir insan nedir
    Sorarım - ki otel katipleri sorar -
    Bir gün gittikçe ufalıyordum
    Düş müydü, gerçek miydi, iyi bilemem
    Oturmuş bir küvete kuruyup kayboluyordum.

    Şarkıcılar, sokak çalgıcıları gelir en çok
    Sokak kadınları, serseriler
    Evet, ara sıra Ruhi Bey de gelir
    Kan renginde gelir, yolunu şaşırmış bir böcek gibi gelir
    Sapından eğilmiş bir gelinciğin öğle uykusu gibi
    Çocuksu hafif

    Tam bizim otelliktir
    Sanırım elbisesiyle yatar, ayakkabılarıyla
    Sabah olunca erkenden kalkar
    Ve kalkar kalkmaz başlar içmeye, doğrusu pek anlayamam
    Uçak saatlerini sorar, lüks lokantaları sorar bir de
    Pek anlayamam
    Şu var ki, kendiyle eğlenir gibi sorar
    Elinde vapur tarifeleri, kataloglar
    At yarışı listeleri
    Yanaşır pencereye, ışığa tutar birer birer hepsini
    - Otel her zaman loştur -
    Bakar bakar bakar.

    Nemli bir havlunun yere bırakılışı gibi
    Çöker bir iskemleye sonra
    - Çoğu zaman böyle yapar -
    Sokağa bakar aralıksız
    Öyle bakar ki, sokakta bir şeyler olmuş sanırsınız
    Sanki bir cinayet işlenmiş, biri parasını çarptırmış
    Ya da terkedilmiş bir kadın yakalamış kocasını
    Bağırıp çağırıyordur gebe karnını göstererek
    Nerdeyse
    Hani nerdeyse polisler gelecek
    Nerdeyse
    Hani nerdeyse polisler gelecek
    - Gerçi her türlü olaya tanığızdır bu sokakta -
    Oysa işte Ruhi Bey
    Görerek bakmıyordur ki bir şeyler anlasanız

    İçer bardağındaki son yudumu da
    Topundan boşalan bir kurdele gibi
    Sarı bir kurdele gibi
    Çekip gider az sonra.



    Bir Plak Gibi Dönüyor Gökte Mavilik

    Bir plak gibi dönüyor gökte mavilik
    Sesi aşağıda, çok aşağıda
    Üstünde bir duvarın. Duvarsa
    Dondurma yiyen bir çocuğun eli sanki
    Taşmış akıyor
    Öpüyor toprağı kanatan nar çiçeklerini.

    Öpülüyorum bembeyaz çimlerinde yalnızlığımın
    Sonsuzluk yarın.

    Kaynak: Sevda İle Sevgi


    Bir Su Yılı Denebilirdi...

    Bir su yılı denebilirdi geldi geçti
    Üstünde durmuyorum
    Terledim, bulanık baktım
    Ne varsa kendiliğindendi
    Hemen hemen evden çıkmadım.

    Sanki avuçlarımda sürekli
    Yıkanmış, tabağa konmuş bir meyvenin ellenmişliği
    Ola ki makyajı bir oyuncunun karışmış gözyaşlarına
    Yeni kireçlenmiş bir duvarın kireci
    Avuçlarımda sürekli
    Bir su yılı denebilirdi üstünde durmuyorum
    Kalmışsa kalmıştır bir çomak gibi
    Kuru
    Artık kullanılmayan bir demiryolu
    Kararmış, kırık dökük
    Üstünde bir yük vagonu.

    Mavi bir araba kapımın önünde
    Bütün yıl
    Bir su yılı
    Kapısını kimse açmadı
    Açıp kapamadı hiç kimse
    Aslında mavi de sayılmazdı pek
    Balkıyıp duruyordu kırmızı bir şakayığın renginde
    Yani sabah güneşlerini denizde
    Günbatımını denizde
    Severek yaşayan bir balık da denebilirdi ona
    Çünkü düşler gerçekle
    Gerçekler düşle
    Anlayınca bir gün buluştuğunu
    Geçirir her günceye kısa bir yolculuğu
    Ama bir takı eksik gibidir bir sözcükte
    Damağın dudağın alışkanlığına karşı
    Kalbin atışlarıyla çok uyumlu bir de.

    Hadi anlat deseler anlatamam
    Bir yere gidiyorken cayıp bir başka yere gitmeyi
    Yani bir kunduzu karşıdan karşıya yüzdüren sezgi
    Nedir ben bilemem ki
    Belki bir raslantıdır da ondan mı sevdanın yeri
    En yakın yeri
    En uzak yeri
    Bitmeyen yeri
    Bitecek yeri
    Farkedilmez zaten anlaşılmış sevdanın
    Anlaşılmaz sevda ile bütün ekleri.

    Gözlerim sevdim seni
    Köklerim gözlerimin
    Suyunu benden içen ıssız bir kasaba gibi

    Bir Taş Atarsın...

    Bir taş atarsın, taş nereye düşerse
    Mutlaka bir köşebaşıdır
    Çünkü yüreğin daralmıştır ve kıştır
    Kullanılmamış bir sicim gibidir soğuk
    İşte bak her kestaneciye sapsarı bir köşebaşı kalmıştır.

    Şimdi bir şamandıra denizin yüzünde
    Durulmamış bir anı gibi kendini salmıştır.

    İçimizde birbiriyle konuşan yaprak bolluğu
    Yalnızlık bir başına kalmıştır.

    Kaynak: Sevda İle Sevgi

    Bitti O Sevda...

    Bitti o sevda kesildi çığlıkları martıların
    Su gibi bitti, suya karşıt gibi bitti
    İtti kıyıyı adına deniz dediğimiz şey
    Unuttuk ikimiz de her türlü yetinmezliği
    Kaybetti kumarda gözlerim
    Kaybetti kumarda gözleri.

    Bir koru rüzgarlandı göğüs boşluğumuzda sanki
    Uzaklaştı ağaçlar birbirlerinden
    Yakınlaştı ağaçlar birbirlerine
    Yani her soluk alıp verişimizde bizim
    Bir mekik gibi kalbin
    Bir mekiği gibi kalbim
    İşleyip durdu bu yitikliği yeniden.

    Ne kaldı
    Farkında mısın bilmem
    Gündüzler..
    Gündüzler biraz azaldı.

    Kaynak: Sevda İle Sevgi


    Biz Bu Şafak Vaktinin...

    Biz bu şafak vaktinin neresindeyiz
    Öyle bir umut gibi gelip geçecek
    Yalnızım, yalnızsın, bize kim gülümseyecek.

    Ve onlar sevdasını söylemeden bir sokağa sapanlar
    İçlerinde nane olan bir yerlerden geçecek
    Bir soğuk yüreğe oyarak soğukluğu
    Ya da onlar mı ki akşamlara dek bir bilardo oyuncusu
    Biri bir zincirle ya da bir şapka kenarıyla özdeşleşerek
    Birdenbire kaldırabilir ki eğik boynunu
    Ne çabuk
    Evet, ne çabuk, akşam oldu mu.

    Arklardan yüze yüze geçen anılar
    Toplasak, toplasak, neye benzetsek
    Kilosu on liradan elmalar tam sıfıra düşecek.

    Bir yanda yokluk içinde, bir yanda
    Ey sonbahar, ey o büyük çiçek.

    Kaynak: Sevda İle Sevgi

    Borazan

    Sizin bir çift göz olan o şeyleri taşıdığınız gibi
    Bir borazan taşırdı, ta-tarata, ti-tiriti
    O çalmıyor muydu, olanca görüntüler ayakta
    Uzaklar, cins ülkeler onunla bir giderdi
    Daha görmedimdi ben oldum bittim öyle yürek canlısı
    Anılar mı, tez gelecek mi, en güzeldi borazandaki.

    Kim sevdi, kim niye öyle, yansıtır dururdu bir eğleniyi
    En çoğul gökler kıpırdar, en yaprağı bollar sevinirdi
    O çalsın gözlere şenlik, akınıp giderdi başka dünyalar
    Oralardan bir kızı ipince sevdirirdi.

    Akşamları maviyi çalardı, bilmem ki bilir miyiz o koyu maviyi
    Bir çıplaktı, ama görmeyin, bir gürültüydü sabahı tutturunca
    Ya ne olaydı derseniz bendeki istek biraz garipti
    Çıkıversin derdim en güzel olacakları dünyanın
    Bir sevinç, bir mut dalgası, azların azı da bir sadelik
    Sizin bir çift göz olan o şeyleri taşıdığınız gibi.

    Kaynak: Yerçekimli Karanfil

    Bu Gemi Ne Zamandır Burada

    Bu gemi ne zamandır burada
    Çoktan boşaltmış yükünü
    Gece de ölmüş, rıhtım da bomboş
    Mavi bir suyun düşünü uyutur bir tayfa
    Arkada, güvertede
    Ah, neresinden baksam sessizlik gene.

    Yürürüm usuldan, girerim bir meyhaneye
    İçerde üç beş kişi
    Yalnızlık üç beş kişi
    Bir kadeh rakı söylerim kendime
    Bir kadeh rakı daha söylerim kendime
    -Söyle be! ne zamandır burda bu gemi
    -Denizin değil hüznün üstünde.

    Belki yarın gidecek
    Bir anı gelecek bir başka anının yerine.

    İnsan bazan ağlamaz mı bakıp bakıp kendine.

    Kaynak: Sevda İle Sevgi

    Buz Gibi

    Aşk iyidir bak
    Duyumunu artırır insanın
    Hele don gömlek sabahları
    Tıraş olacağını duyarsın
    Yeni gömleğini giyeceğin gelir
    Bir yeni biçim eklersin insan olacağa
    Masaya, merdivene, aynalı dolaba
    Derken ardından sipin işi bir kahvaltı
    Amanın dersin bu ne delice gidiş
    Paldır küldür açar mıydı fıstık ağacı
    İspinoz düşünür müydü
    Deli olan kaşınır mıydı
    Kolların upuzun Walt Whitman'ı okumaktan
    Ağzın desen bir karış açık
    Sokaklar yok mu, o sokaklar
    Önce bir yeşile işkilli
    Evlerde büyümeler, alıp başını gitmeler olacak
    Kızıp duracaksın üstüne başına konan toza
    Televizyondaki ise
    Usanmak, hızını eksiltmek dendi mi
    Cin ifrit kesileceksin birden.

    Hey gidi duyumuna yandığımın dünyası
    Alıp vereceğin olacak ille
    Aşk maşk buz gibi yaşayacaksın.

    Kaynak: Yerçekimli Karanfil

    __________________
    bazı çocukların kalbinde yitirdiğim gibi
    birçok kere yitirdim denizde kendimi
    gidiyorum aramaya, suyu bilmeden
    beni çürütecek, ışık yüklü ölümleri.

      Alıntı ile Cevapla
    Yandaki üye(ler) bu mesajindan dolayi Serhad üyemize tesekkür ettiler
    temelreis (26-10-2014)
    Eski 21-02-2007, 01:39   #3
    Onursal Dost
    Memoli - ait Avatar
    Üyelik Tarihi: Oct 2006
    Bulunduğu Yer: KKTC
    Mesajlar: 2,222
    Tesekkür: 15
    108 mesajina 493 kez tesekkür edildi
     Memoli isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
    Tanımlı

    wallah bunu okumakla bitmez abi elline saglık cok guzel olmuş tsk

      Alıntı ile Cevapla
    Cevapla

    Tags
    cansever, edip, Şiirleri


    Yetkileriniz
    You may not post new threads
    You may not post replies
    You may not post attachments
    You may not edit your posts

    BB code is Açık
    Smileler Açık
    [IMG] Kodları Açık
    HTML-Kodları Kapalı
    Trackbacks are Açık
    Pingbacks are Açık
    Refbacks are Açık



    Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 15:41 .
    Telif Hakları vBulletin v3.8.4 © 2000-2024, ve
    Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.

    Modified by HAKANDOST

    eXTReMe Tracker




    Valid XHTML 1.0 Transitional


    Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.1