Ana Sayfa


Sonbahar Logosu Ana Sayfaya Gidin Ekibimiz Forum Kuralları Arama
Geri Dön   Dostun Sayfasi > Güncel Olaylar > Köse Yazilari
Yardım Takvim Bugünkü Mesajlar Arama

Cevapla
 
LinkBack Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
Eski 23-10-2015, 15:34   #1
Dost
Üyelik Tarihi: Jan 2011
Bulunduğu Yer: İstanbul
Yaş: 58
Mesajlar: 1,119
Tesekkür: 642
574 mesajina 8584 kez tesekkür edildi
 Mizraptele isimli üyemiz çevrimdışıdır. (Offline)
Arrow Anadolu inançlarında müziğin yeri

ANADOLU İNANÇLARINDA MÜZİĞİN YERİ
siteadi.com - Anadolu inançlarında müziğin yeri Dr. Hüseyin YALTIRIK

Maddenin düzenli veya düzensiz titreşiminden oluşan ses, tabiatta çok eskilerden beri var olmuş ve titreşimi düzenli sesler zamanla geliştirilerek müzik içinde de yerini almıştır. Müzik, seslerin kulağa hoş gelecek biçimde bir araya getirilmesi esasına (Kompoze edilmesine) dayanmaktadır. Dünyadaki bütün uluslarda, dinî müzik, dindışı müzikten daha önce kullanılmaya başlanmıştır. İlkel kavimlerde müziğin insanlar üzerindeki olumlu etkisini keşfeden, hem dinî hem de siyasi otoriteyi ellerinde tutan din adamları, bireyler arasında bir birlik oluşturmak amacıyla, âyinlerde müziğe yer vermişlerdir. Toplumlar ilerledikten ve ilâhi dinlerin ortaya çıkışından sonra da müzik ibâdetin ayrılmaz bir parçası olmuş ve ibâdetler sırasında uygulana gelen bu ezgiler zamanla başlı başına birer dinî müzik türü olmuşlardır.

İlk zamanlar hayvanların ve gök gürlemesi gibi tabiat unsurlarının seslerini taklit eden insanoğlu, günümüzde bilgisayar ve digital teknoloji ile müzik dünyasında harikalar yaratabilmektedir. Taklit esasına dayanan ilkel inanç sistemlerinin hemen hemen hepsinde Türklerin şamanlık inanç ve uygulamalarındaki gibi büyü, şifa verme, transa geçerek üst düzey varlıklarla (ataların ruhlarıyla) temas kurma ve onlardan yardım alma gibi unsurlar yer almaktaydı. Bütün bu inanç pratiklerinde müzik etkili bir biçimde kullanılmaktaydı. Türklerin "kam, şaman, ozan, baksı vb." adlarla anılan ve müzik kullanarak şifa dağıtan kişilere hürmet ettikleri, gelecekte olabilecek olayları bunlardan öğrendikleri, kötü ruh varlıklarını bunların ritüel uygulamalarıyla kovdukları bilinmektedir. Müziğin tılsımlı gücünü kullanarak öbür âlemlerle temasa geçen bu kişilerin, cemiyet içindeki önemi ve itibarı da çok yüksekti. Eski Türklerde taklit unsurunun güçlü etkisi, kozmosdaki hareketlerin yerde insanlar tarafından taklit edilmesinde de kendini göstermektedir. Radloff, 1860'da gördüğü bir Altay şamanının, ölen yaşlı kadının ruhunu uzaklaştırmak için geceleyin Semâvi dönüşler yaptığını belirtir. Sözü edilen dönüşlerde, yıldızların, gezegenlerin dönüşleri taklit edilir. Bu esnada mutlaka davul ya da tef kullanılmaktaydı. Ritim çalgıları olan davul ve tef, şamanlarda ruhun göklere yükselişi sırasında kötü ruhları kovmak, iyi ruhlarla temas kurmak ve karşılaştığı kuşları ve tabiat seslerini taklit etmek için kullanılmaktaydı. İslâmîyeti kabul eden Türklerde şamanizmin en önemli izleri, "don değiştirme" tabir edilen dervişlerin diledikleri zaman hayvan kılığına girebilmelerinde görülür. Mesela Abdal Musa Sultan rivayete göre geyik kılığına girerek Kaygusuz Abdal'ı dergahına çekmiştir. Hacı Bektaş Velî de Anadolu'ya "güvercin" suretinde gelmiştir. Hacı Tuğrul, kendisini yakalayıp imha etmek için "şahin" kılığına girmiştir. Anadolu'da da kayalara yontulmuş ya da kabartma olarak yapılmış hayvan başlı insan motifleri oldukça yaygındır. En eski ve orijinal şaman elbiseleri kuş veya diğer hayvanların şekilleri taklit edilerek yapılan elbiseler olmuştur. Şamanist gelenekte müzikte etkili olarak yer almıştır.

Asya şamanlarında durum böyleyken, diğer toplumların ilkel dönemlerindeki inanç sistemleri de benzerlikler arz ediyordu. Örnek olarak Amerika'nın yerlileri olan Kızılderili kabilelerdeki şamanist uygulamalar Asya'nınkinden pek farklı sayılmaz. Washington'daki "Millî Amerikan Sanatı Müzesi"nde yer alan 18. yy. yapımı bir resim Amerikan yerlilerinin hayvan taklidine dayalı şaman giysilerini yansıtması bakımından oldukça ilginçtir.

Hinduların en eski inanç sistemlerindeki Tanrı Krişna'nın pan flütüyle bütün insanları davet ederek, kavalının sesine kulak vermelerini istemesi günümüzde geleneksel Hint Halk Müziği'ndeki bazı halk şarkılarında da yer almaktadır. Ayrıca Hindistan'da, Tanrı Krişna'nın doğum günü, Janmashtami adlı büyük şenliklerde kutlanmakta, ritüel danslar ve müzik icrâ edilmektedir.

Müzik insanla beraber daima mevcut olmuştur. İnsanla birlikte var olan bir başka önemli unsur da "inanç"tır. İnsan, tabiatı gereği inançlarıyla birlikte yaşamıştır. İnsanlık tarihinin en önemli yerlerinden biri de şüphesiz Anadolu'dur. Medeniyetler beşiği olarak binlerce yıllık tarihi içinde çeşitli medeniyetlere, milletlere yurt olan Anadolu'muz, inançların da bir müzesi durumundadır adeta. Neolitik çağdan günümüze kalan ve bilinen en eski yerleşim yerlerinden biri olan Çatal Hüyük, müzik ve inançlarla ilgili en eski izleri bağrında barındırmaktadır. En eski suni tapınak (M.Ö.6000-5650) burada mevcuttur. Söz konusu suni tapınakla beraber aynı yerde kaya üzerine kabartma olarak resmedilmiş "Davul Çalan Adam" ve Karatepe kabartmasındaki "Kaval Çalan Adam" motifleri bize ister istemez Anadolu'da o çağlarda dahi inanç ve müziğin iç içe olduğunu düşündürmektedir.

Anadolu medeniyetlerindeki inançlarda müziğin yoğun olarak yer aldığını Tanrılara yakarışı anlatan bir Hitit duasındaki şu sözler doğrulamakta ve Hititlerin sosyal yapısı ve hayat tarzıyla ilgili fikir vermektedir: "Majeste, Büyük Kral Arnuvanda ve Büyük Kraliçe Aşmunikal şöyle söyler: Yalnız Hitit ülkesi siz tanrılara karşı saf ve temiz bir ülkedir... Siz tanrılar, tanrısal içgüdünüzle bilirsiniz ki tapınaklarınızla kimse bizim kadar ilgilenmemiştir... Kimse sizin kurbanlarınızda temizliğe bu denli uymamış, günlük, aylık ve yıllık bayramlarınızı böylesine yerine getirmemiştir... Siz tanrılara ben Büyük Kral Arnuvanda ve Büyük Kraliçe Aşmunikal her konuda saygı gösterdik. Biz sizin ekmek ve şarap kurbanlarınızla, besili sığır ve koyunlarınızı yeniden vereceğiz. Siz bizim tarafımızı tutun. Düşmanın Hatti ülkesine nasıl saldırdığını, ülkeyi nasıl yağmalayıp ele geçirdiğini size söyleyip, sizin nezdinizde onlardan davacı olmak istiyoruz. Bu ülkeler siz gökyüzü tanrılarının ekmek, şarap ve diğer eşyalarınızı verirlerdi. (Şimdi bunlar haraca bağlandı) İşte buralardan rahipler, tanrı anaları (yani rahibeler), kutsal rahippler, çalgıcı ve ilâhiciler sürüldü. Tanrının dinsel törenleri iptal edildi ve eşyaları oradan atıldı... Bu ülkeler Nerik, Hurşama, Kaştama, Himuwa, Zalpuwa ve diğerleridir. Sizin bu ülkelerde sahip olduğunuz tapınakları "Kaşka"lar yaktılar... Rahipleri, çalgıcı ve ilâhi okuyucuları, aşçıları, fırıncıları, çiftçi ve bahçıvanları da aralarında paylaşıp köle ettiler. Kaşkalar her şeyimize sahip oldular. Bu yüzden, bu ülkelerde kimse adınızı bile anmıyor, kimse size kurban sunmuyor ve sizin için bayram düzenlemiyor... Sizlere hiçbir yerden rahipler, çalgıcılar gelmiyor... Kimse size güneş kursları, hilaller, altın ve gümüş ile elbiseler vermiyor, ekmek, şarap ve hayvan kurban etmiyor...

Bir dua metninde üç ayrı yerde "Rahipler, Çalgıcılar ve ilâhi okuyucuları'nın birlikte zikredilmesi, Anadolu'nun bilinen en eski uygarlığını yaşamış Hititlerin inançlara yönelik müzikli uygulamalar yaptıklarını belgelemesi ve fikir vermesi açısından oldukça önemlidir. Fakat çalgılarını nasıl çaldıklarını, ilâhileri nasıl söylediklerini tespit etmek hiçbir zaman mümkün olmamıştır. Yine de çivi yazısı tabletlerde, rahiplerin, çalgıcı ve ilâhicilerin yer aldığı ritüellerin ne şekilde yapıldığı konusunda önemli bilgiler mevcuttur. Hitit ibâdet sisteminin en önemli öğelerinden biri "Bayram"dır. Genel anlamıyla bayramlar bolluk ve bereketi, dinsel temizliği sağlamak ve tanrıları memnun edebilmek için yapılan dinsel törenlerdir. Tanrılara yiyecek ve içecek vermek, kurbanlar ve adaklar sunmak dinin gerektirdiği günlük ibâdetlerdendir. Bayramlar ise bundan daha yüksek düzeyde, daha kalabalık bir toplulukla ve daha zengin malzeme ile yapılan ibâdetlerdir. Çivi yazılarında genel olarak bayram törenleri şu şekilde tasvir edilmiştir:"... Bayram sabâh başlar: Kral tören giysilerini giymiştir. Kraliçe de yanındaysa, o da tören kıyafetindedir. Onların giyindikleri özel mekan önünde, saray görevlileri ve bütün soylular beklemektedir. Kral ve kraliçe dışarı çıkar, onların önünde iki saray görevlisi ve bir muhafız yürür; diğerleri arkadan gelir. Çeşitli müzik aletleri çalan çalgıcılar, kralın önünde ve arkasındadırlar; çalgı çalar ve dans ederler. Bazıları kırmızı elbiseler giymiştir. Kimileri kralın yanında durur, ellerini yukarıya kaldırır, oldukları yerde dönerler; ilâhiler de okurlar. Kral tapınağa girmeden, çalgıcılar, ilâhiciler ve bazı rahipler içeri girip yerlerini almışlardır. Kral kapıya gelince dansçılar bir defa daha dönerler. ...Kral ve kraliçe tapınağa girince reverans yaparlar; bu sırada bazı ilahiler okunur. ...Kral ve kraliçe tahtına oturur. Bundan sonra bayramın önemli bir bölümünü oluşturan yemek faslı başlar... Bu sırada avluda bulunanlar da olur ve içlerinde prensler de bulunur... Bir görevlinin haberciye, onun da müzisyenlere haber yollaması üzerine çalgıcılar yerlerini alırlar. İlâhiciler, duacılar ve diğerleri de kendi yerlerine giderler. ...Kral ve kraliçe ayakta durarak sırayla çeşitli tanrılara içerler, bu sırada çalgıcılar çalgılarını çalarlar fakat herhangi bir şey söylemezler. Bütün tanrılara bu işlem yapılır. İki saray görevlisi kral ve kraliçenin dizlerindeki örtüyü alırlar. Kral ve kraliçe ayakta durarak Güneş tanrısına içerler. İlâhiler okunur, bütün müzisyenler çalgılarını çalarlar..."

Hititlerden başka Hurri, Troya, Urartu, Frig, İon, Lidya, Pers, Helen, Roma, Bizans ve en son olarak da Türklerin (Selçuklular, Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları) Anadolu'da din ve inanç sistemleri içinde müziği kullandıkları günümüze kalan resim, mozaik, taş üzerindeki yontu ve kabartmalarda yer alan dinsel tören tasvirlerinden ve yazılı belgelerden anlaşılmaktadır.

Günümüzde, Anadolu'da yaşamakta olan din ve inançlar insanı hayrete düşürecek kadar köklü ve hayranlık uyandıracak kadar zengindir. Anadolu ve Trakya'da, Semâvi dinler başta olmak üzere, bu dinlerin mezhep ve tarikatları, tarih öncesi zamanlardan günümüze miras kalan diğer inançlar, bu inançlara dayalı yaşama biçimi, şamanlıktan miras kalan kimi uygulamalar, Bektaşî-Alevi hayat tarzıyla müzik ve edebiyatında belirgin olarak görülmektedir. Anadolu'da ibâdet mekanları olan cami, kilise, havra, cemevi, meydan ve geçmişteki tekke vb. yerlerdeki ibadetlerde müziğe buyük önem verilmiştir. Geçmişte ve günümüzde Anadolu'daki ibadet yerlerinde kullanılan müzikli uygulamaları genel olarak dinî mûsıkî olarak adlandırılabilir ve genel olarak şöylece tasnif edebiliriz:

1. Yahudî (Musevî) İnanç ve İbadetlerindeki Müzikli Uygulamalar (Yahudî Dinî Müziği)

2. Hıristiyan İnanç ve İbadetlerindeki Müzikli Uygulamalar (Kilise Müziği)

3. İslam İnanç ve İbadetlerindeki Müzikli Uygulamalar (Cami Müziği, Tasavvufî Türk Müziği-Tekke Müziği)


1. YAHUDÎ (MUSEVÎ) İNANÇ VE İBÂDETLERİNDEKİ MÜZİKLİ UYGULAMALAR (YAHUDÎ DİNÎ MÜZİĞİ)

"...Ve Rab Musa'ya söyleyip dedi: İsrailoğullarına söyleyip de; yedinci ayda, ayın birinci gününde, sizin için tam rahat, şofar sesi ile anılma, mukaddes toplantı olacaktır..." (Tevrat) "...Ve bütün dağ çok titredi ve şofar sesi gitgide kuvvetlenince Musa söyledi ve Tanrı ona sesle cevap verdi..."

"...Ve 7. ayda, ayın 10. gününde gür sesli şofarı dolaştıracaksın"

"...Ve Rabbin önünde yedi gün şenlik yapacaksınız..."

"Rab'be raks ile hamdedin
Raks ve güzel ses ile hamdedin
Şofarlarla ve flüt sesi ile
Kral olan Rab'in önünde sevinçle ünleyin!"

Tevrata uygun bir yaşam biçimi sürdüren Yahudîler (bir başka ifadeyle Musevîler) dünyanın dört bir yanına yayılmışlar fakat gelenek, örf, adet, töre ve dinlerine sıkı sıkıya bağlı olarak yaşamışlardır. Yahudîlerin din ve törelerine dayalı inanç sistemlerinde de müzik etkili olarak yer almıştır. Dinî bayramlarından "Pesah" içinde yer alan "Seder"de "Şulhan Oreh" denen uygulamada özel gece için hazırlanan yemek yenildikten sonra "Bareh" denen uygulamada üçüncü şarap kadehiyle kutsama duası yapılır. Bunun hemen ardından "Alel" denen uygulamada dördüncü bardak şarap içilir ve bu esnada şarkılar söylenir. Bunun da ardından "Nirzah" denen uygulama gelir ve Pesah sederinde yapılanların Tanrı tarafından kabulü için söylenen ilâhileri kapsar. Dünya üzerine yayılmış Yahudîlerin bu törenleri uygulamaları genelde aynı prensipte olmalarına rağmen bazı farklılıklar da gözlemlenmiştir.

Karaylar, yedi gün boyunca Pesah'ı kutlarlar (15 Nisan-22 Nisan). Kendilerine özel "Hagadah"ları vardır ve onu okurlar.

Flaşalar, "Fesiha" dedikleri Pesah bayramını 15-21 Nisan arasında kutlarlar. Kuzu kurban edip kendilerine özel "Qita" denen mayasız ekmeği yerler. Davul sesleri eşliğinde özel duaları vardır.

Anadolu'da Pesah hazırlığı büyük bir temizlik heyecanı ile başlayıp evlerin "hametz"lerden (hamurlulardan) arındırılması, dolapların ve tüm evin parlatılmasına kadar uygulanır. Seder tüm aile bireylerini bir masa etrafında toplayan önemli bir yemek ziyafetidir adeta. Asırlar boyu bu dinî bayramı Yahudîler neş'e, mutluluk içinde ve gururla kutlamaktadırlar.

Yahudî dinî festivallerinin biri de "Lag Ba-Omer", Omer'in 33. günü olup Yahudî takviminde İyar ayının 18. günü kutlanır. Bir çok Yahudî bayramı gibi Lag Ba-Omer de Yahudî halkının karanlık ve baskılara karşı bağımsızlık ve özgürlük savaşını simgeler. Bar Kohba Romalılara karşı en büyük zaferini Omer'in 33. günü kazanmış; bir başka yoruma göre ise, Akiva'nın öğrencileri arasında baş gösteren veba salgını Omer'in 33. günü aniden sona ermiştir. İşte bu nedenden dolayı Lag Ba-Omer aynı zamanda "Bilginler Bayramı" olarak anılmaktadır.

İsrail'de bu bayram coşkulu olarak kutlanır. Bar Yohay isimli Sufî'nin mezarına akın eden insanlar mumlar yakarlar, insanlar keman ve flüt sesleri eşliğinde dans edip şarkılar söyleyerek adeta bu Sufi kişiyi yadederler.

Bir başka bayram da "Şavuot"tur. Pesah'ın ardından gelen bu en eski Yahudî Bayramına "Atzeret"de denir. Bu bayram, Tevrat'ın, dolayısıyla "On Emir"in Yahudîlere veriliş zamanını kutlamak içindir. Kudüs'te Bet Hamikdaş'ın varlığı sırasında Şavuot Bayramı'nda bütün Yahudî cemaatinin, Tanrıya sundukları şükranlar tahıldan elde edilen ince undan mamul "iki dilim kızarmış ekmek"di. Kurbanın sunuluşu, Levililerin şarkılar söylemeleri arp ve diğer müzik aletlerinin çalınması ile şenlenirdi. Mişna'ya göre, "Bikurim" denilen kurban sunma töreninde Kudüs'e yakın oturanlar taze incir, kuru üzüm, uzak oturanlar ise kuru incir ve kuru üzüm getirirler ve bir motivasyon olarak kurban edilecek boğanın boynuzları ve başı zeytin yapraklarıyla süslenirdi. Flüt çalınırken, herkes Kudüs'ün kapılarına yönelip ilerlerdi. Bet Hamiktaş'ın dış avlusunda şarkılarla karşılanırlardı...

Sinagoglarda Şavuot Bayramı'nda Ruth'un kitabının okunması geleneği vardır. Bunun başlıca sebebi, Kral David'in, Şavuout'ta ölen Ruth'un soyundan gelmesidir. Tevrat'ın (Tora) verilişini anan bu bayram aynı zamanda, Ruth'un Yahudî dinine geçişi ve sadakati ile İsrailoğulları'nın Tevrat'a olan bağlılığını simgeler. Aşkenaz (Polonya, Almanya, Rusya Yahudîleri) geleneklerine göre, "Aramik Akdamut" olarak bilinen dinî şarkılarla (ilâhilerle) dua başlar. Birinci günün Aftarası olarak Yhezkel'in rüyası okunur. Böylece Sina Dağı'ndaki tüm halkın gördüğü ile paralellik teşkil edilir. İkinci günün Aftarası ise Habbakkuk'un duasıdır. Bu da "Aramaik" bir melodiyle seslendirilir. Bu melodi, R. Jakob Meir tarafından bestelenen "Yaziv Pitgam" şarkısının müziğidir. Yahudîliğin tarihi kökenlerinden gelen ve günümüzde de uygulanan diğer bazı müzikli uygulamalar da şunlardır: Yahudî takviminin en acıklı olaylarının yaşandığı "Teşa-Beav" (Av ayının dokuzu) tarihinde okunan "Yeremya'nın Mersiyesi: "Megilat Eha"; "Roş Aşana" adı verilen dinî yılbaşında sinagogda toplanan tüm insanlar için David Hameleh'in 37. mezmurun okunmasını müteakip en önemli ritüel olan "Şofar"ın sesi; bir nevi vicdan muhasebesi sayılan "Yom Kipor"da, Kipor'un simgesi haline gelen çok etkileyici bir ezgi ile söylenen ve kişinin yerine getiremediği veya gerçekleştiremediği tüm vaat ve adaklarını iptal edip geçersiz kılmayı dileyen ortak bir yakarış: "Kal Nidre" ve Kipur günü ilâhilerinden "Aşamnu, Bagadnu" (Türkçesi: Suç işledik, isyan ettik) ve "Al Hed" (Türkçesi: Hatalarımız) en yaygın müzikal ilâhilerdir. Ayrıca, yine Kipur'un "Neila" adı verileni kapanışında en ilginç ilâhilerden biri de"Pizmon"dur. Pizmon, bir ağızdan koro halinde söylenen bir ezgili duadır. Neila'nın son pizmonu da o gün içinde okunan değişik ezgili on üç pizmonun ilk mısralarından oluşur. Bunlardan başka "Çardaklar Bayramı" olarak adlandırılan "Sukot" Yahudî bayramlarının en neşelisi olarak bilinmektedir. Bu bayramın "Simha Tora" (Neşeli Tevrat) denen dokuzuncu gününde tüm Sefer Toralar çıkarılıp Hazan'ın önderliğinde şarkı ve dualar eşliğinde Sinagog'da dolaştırılır. Bir çok cemaatlerde Sefer Toralarla dans etmek geleneksel bir müzikli uygulamadır. Anadolu'daki Sukot Bayramı, sinagoglarda (evlerde de kurulabilir) kurulan Sukalarla kutlanır. Simha Tora gününde ise sinagoglarda neşe ve heyecan doruktadır. Sefer Toralar yerlerinden çıkartılarak neşeyle sinagog içinde dolaştırılır, ilâhiler eşliğinde yine yerine konur. Neşe ve eğlence bayramı olan "Purim" bayramı ise tam bir neş'e sevinç, dans ve müzik içinde geçer. "Brit Mila" denen sünnet törenlerinde dualar ve yemek faslı daima müzikli olagelmiştir. Yahudîliğin en önemli yapı taşlarının biri olan "Şabat" günü, yedinci gün (dinlenme günü) olarak aile fertlerinin bir araya gelmesine ve birlikte yiyip içip dua etmelerine, Tevrat okuyup ilâhiler ve ünlü "Şalom Aleihem" (Selam-ün Aleyküm) şarkısı gibi şarkılar söylemelerine vesile olur. "Bet-Hamikdaş" Yahudîler'in, yılda en az üç defa ziyaret etmesi gereken en önemli yerdir. Bu mabede dünyanın her yerinden gelen Yahudîler, müzik eşliğinde İşaya'nın şu sözlerini yerine getirmiş olurlardı: "...Bayramın kutlandığı gecede ilâhi okuyacaksınız; ve Rabbin dağına, İsrail'in kayasına gelmek için flüt çalarak ve yürek sevinci ile geleceksiniz ve mevsimin ilk turfanda meyvelerini de getireceksiniz." Bet Hamikdaş'da sürekli olarak ilâhi müzik çalan müzisyenler bulunurdu. Bunlar kutsal günlerde ve günlük dua saatlerinde ilâhi müzik çalarlardı. Bayramlarda özel mezmurlar okurlardı. Çaldıkları aletler: Lir, arp, flüt ve simbaldi.

Yahudî hayatında bayramlar ve bayramlardaki müzikal uygulamalar oldukça çok ve çeşitlidir. Görüldüğü gibi gerek sinagog ve Havralarda gerekse evlerde ve diğer mekanlarda Yahudî din ve inançlarıyla müzik daima beraberdir. Hz. Davud'un mezmurlarının özel duraklarıyla ve müzikli olarak okumanın yoğun olarak yaşandığı Yahudîlik inancında müzik çok karmaşık ve dağınık bir yapıdadır. Aynı mezmur metni bütün dünyadaki Yahudîler'in bulundukları ülke ve bölgelerin yerel müziklerinin etkisiyle farklı farklı ezgilerle İcrâ edilmekte olduğunu bilmekteyiz. (Bu husus Fransa'da yapılan bir sempozyumda da ele alınmıştır.) Yahudîler'in sinagoglardaki müzikli uygulamalar nesilden nesile, kulaktan kulağa, ustadan çırağa olmuştur. Başlangıçta vokal anlayışın önde olduğu müzik, zamanla çalgıların daha çok devreye girmesiyle zenginleşmiştir. Günümüzde İstanbul'da Tevrat'ın müzikli olarak okunmasına "Teamim", teamimin koro olarak İcrâ edilmesin ise "Naftırım" denilmektedir. Her hafta değişik bir makam kullanırlar. Bu makamlar Türk müziğinin makamları olup yerel müziğin güçlü etkileri Yahudî müziğinde görülür. Özetle Yahudîler kendilerini ve inançlarını müzik, edebiyat ve şiirle ifade etmişlerdir. (Bu bölümdeki bilgiler daha ziyade "Yahudîlik'te Kavram ve Değerler" adlı kitaptan özetlenerek alınmıştır.

2. HIRİSTİYAN İNANÇ VE İBÂDETLERİNDEKİ MÜZİKLİ UYGULAMALAR (KİLİSE MÜZİĞİ)

Hıristiyan ibadet biçiminin parçası olarak uygulanan müzik, müzik biliminde "Kilise Müziği" olarak adlandırılmaktadır. Dünya üzerinde farklı kiliselerde ve farklı toplum ve cemaatlerde bu müzik değişkenlik ve çeşitlilik gösterir. Yüzyıllar boyu ibadetle birlikte kullanılıp zamanla geliştirilerek zengin bir müzik türü olan Kilise Müziği günümüzde daha ziyade "Koro" olarak İcrâ edilmektedir. Türkiye'deki kiliselerde daha ziyade makamsal ve ağırca ezgiler koro halinde söylenmektedir. Kullanılan makamlar Türk müziği makamlarıyla örtüşmektedir. Bunun başlıca sebebi, hemen hemen 1000 yıla yakın bir zaman Anadolu'nun sahibi konumundaki Türklerle, Anadolu'daki ve komşu ülkelerdeki Hıristiyanlar'ın çok uzun zaman birlikte yaşamış olmalarına dayanmaktadır. Kilise müziğinin en belirginlik geleneksel koro müziği formları "Mass", "Motet", "Anthem" ve "Cantata" zamanla geliştirilmiş ve yaygınlaşmıştır. Başlangıçta İncil ve Mezmur metinlerinin anlatıldığı çok sade, tek sesli ilâhi ve şarkılar, zamanla çok sesli ve koro halinde; daha ziyade bir org eşliğinde İcrâ edilmeye başlanmıştır. 14. y.y.'da Papa 22. John tarafından Rönesansın getirdiği ve Luter'den adapte edilen bir form olan "Chanson" formu, kiliselere sokulmuştur. 20. yy. ortalarından beri kilise müziğine daha çok halk müziği motifleri ve folklorik müzik ögeleri girmeye başlamıştır.

Suriye, Bizans ve Latin Hıristiyanlığı, "Geç Antik Dönem"den kalma ve özellikle dua ve ilâhilerde kullandıkları "8 ses" esasına dayalı bir müzik sistemi kullanmışlardır ilâhilerini farklı ton ve makamlarda, bazen sade ve basit, bazen sade ve basit, bazen zor ve komplike ezgilerle İcrâ ettiler. İlâhiler, latin ve Grek "Prokimenon"larında olduğu gibi kutsal metinlerin başında, metin aralarında belli yerlerde veya metinlerin hemen sonunda yer almıştır. Mısır (Koptik) Suriye, Bizans ve Etiopya kiliselerinde ilâhiler ve kutsal metinler (İsokratima) olarak adlandırılan tek sesli, makamsal bir müzik türüyle İcrâ edilmekte fakat Koptik ve Etiopya kiliselerinde ilâhiler ve kutsal metinler (İsokratima) olarak adlandırılan tek sesli, makamsal bir müzik türüyle İcrâ edilmekte fakat Koptik ve Etiopya kiliselerinde "cymbals, cystrum, triangler" eşlikli uygulamar vardır. Suriye kiliseleri ayinlerini Koptik ve Grek kiliselerine göre daha basit melodilerle yürütülür. Buna karşılık Romanya, Sırp, Bizans, Rusya, Ukrayna ve Bulgaristan kiliselerinde çok sesli müzik ve armoni ile desteklenen ve "Znammeny" denen bir müzik türü uygulanır. Ermeni kiliseleri ise çok ileri ve zengin bir "koro" uygulamasına sahiptir. Roma Kiliseleri'nde "Gregorian-Gregoryan" (acıları anlatan lirik kilise müziği türü) tipi tek sesli ve makamsal bir uygulama vardır. Kiliseler, zamanla bu geleneksel müzik yapısıyla klasik ve romantik bestecileri etkilemiş ve "Requiems" (For the Dead-Ölü için) de olduğu gibi müzikhollere girmeye başlamıştır. "Motet" olarak bilinen çok sesli bir uygulama 15. y.y.'da gelişti ve 16. y.y. türleri olan "Cantata" ve "Oratorio" gibi türlere kaynaklık etmiştir. "Messiah" ve "Possions" (İsa'nın yakarışları), Batı'nın en tanınmış kompozitörlerinden org virtiözü Alman asıllı Johan Sebastian Bach (1685-1750) da yerini bulmuştur.

Kilise müziğiyle ilgili olarak İngiltere'de 1906 yılında, daha ziyade Anglikan kiliselerde ibadet esnasında çok kaliteli müzik ve uygulama yapılabilmesi için etkin bir dernek kurulmuştur: Kilise Müziği Derneği (Church Music Society). Ayrıca yine İngiltere'de 1927'de Kraliyet Kilise Müziği Okulu (Royal School Of Church Music) kurulmuştur.

3. İSLAM İNANÇ VE İBÂDETLERİNDEKİ MÜZİKLİ UYGULAMALAR (CÂMİ MÜZİĞİ, TASAVVUFÎ TÜRK MÜZİĞİ-TEKKE MÜZİĞİ)

3.1. CÂMİ MÜZİĞİ

Câmi müziği gerek ibâdet esnasında gerekse ibâdet öncesi ve sonrasında ortaya çıkan, çoğunlukla doğaçlama (önceden bestelenmemiş) nağmelerden meydana gelen vokal müzikten ibarettir. Bu uygulamada belirli seviyede makam bilgisine ve iyi müzik kulağına sahip müezzinlerin okuduğu ezan, dua ve sureler (ihlas vb.), kamet, namazın cemaatle kılınması sırasında imamın kıraati, selamdan sonra müezzinler tarafından okunan tesbihat ve dualar şeklinde sıralanabilir. Bunların dışında değişik zaman ve mekanlarda da okunmakla birlikte câmi müziği türleri içine giren Salât (sabâh Salâtı, cenaze Salâtı, bayram Salâtı, Cuma Salâtı), Salât-ı ümmiye, telbiye, ilahiler, kelime-i tevhid, münacaat, na't, mahfel sürmesi, temcîd, mersiye, mirâciye, tekbir, tardiye, tehlil, mevlid, Muhammediye, tevşih, kaside önemli birer form olarak câmi müziği içinde yer alırlar. câmi müziği içinde güfteyi teşkil eden metinler çoğunlukla Arapça'dır. Câmi müziğinde yer alan eserler genellikle tek kişinin İcrâsına dayanmaktaysa da bunların besteli olanları müezzinler tarafından koro halinde de okunur. Bu İcrâya "cumhur müezzinliği"de denmektedir. Din dışı Türk Müziği'nde kullanılan ve günümüze kadar gelmiş bütün makamların kullanıldığı câmi müziğinde acem, acem aşiran, bayatî, bestenigâr, eviç, hicaz, hicazkâr, hüseynî, hüzzam, ırak, rast, sabâ, segâh, uşşak vb. makamlar daha çok kullanılmıştır. Bu müzik türünde en önemli husus herhangi bir çalgının kullanılmaması ve sadece insan sesine dayalı bir müzik türü olmasıdır.

3.2. TASAVVUFÎ TÜRK MÜZİĞİ

Genel olarak tasavvuf, evrenin oluşumunu varlık birliği (Vahdet-i Vücut anlayışıyla açıklayan dinî ve felsefi bir akımdır. Ana fikir ise evrende tek bir oluşumun bulunduğuna inanmak, diğer varlıkların asıl varlığın görüntülerinden ibaret olduğunu ileri sürmektir. Tasavvuf ilmi de bu akımın ve inancın yorumlarını yapan ilim dalıdır.

İslam tasavvufu, bu akımın İslâmî inançların ışığında almış olduğu biçimdir. İslâm tasavvufu, İslâmîyetin ikinci yüzyılından sonra ortaya çıkmıştır. Sözcük olarak, anlamının nereden kaynaklandığı tartışmalıdır. Önceleri İslâmî akidelere ters düştüğü ileri sürülmüş ise de beşinci yüzyıldan sonra kabul edilmiştir. Tasavvufun temeli aşktır. Aşk ise Allah'ın zâtına ait bir niteliktir. Hem Allah'ın bir sırrı, hem de sembolüdür. Allah varlık âlemini kendi zâtına duyduğu aşk yüzünden yaratmıştır. Müminler âlemi aşk ile varolduğundan, bu âlemde korku, günah ve yalan yoktur. Tasavvuf inancının en güçlü, en hoşgörülü yanı budur. Tanrı'ya korku yada bir yarar umarak değil, aşkla yaklaşmaktır. Aşk gerçek ve mecazî olarak ikiye ayrılır. Mecazî aşk insanlara, gerçek olanı ise Tanrı'ya duyulan aşktır. Mecazî olanı, insanlarda denenip geliştirlir. Çünkü insan, Tanrı sıfatlarını kendinde toplayan, en olgun ve seçilmiş bir varlıktır. Ten ve ruhtan oluşan insanın teni ölümlü, canı yani ruhu ölümsüzdür. Bu felsefeyi işleyen müziğe Tavavvuf müziği denir.

İslâmiyet'in ilk dönemlerinde, önce câmi ve minarelerde okunan müzik gelişmiştir. Daha sonra, tasavvufa yönelen din adamlarının kurduğu tekkelerde, müziğe yer verenler olduğu gibi, vermeyenler de olmuştur. Bu hususta Mevlevîlik ve Bektaşîlik önde gelmektedir. Aradan geçen yüzyıllar içinde, ibâdet şekilleri yeni nüanslar kazandıkça, Anadolu'da dinî ve Tasavvufî müziğimiz, hiçbir İslam toplumunda rastlanmayan mükemmelliğe ulaşmış, dinî ve Tasavvufî vecdi ve istiğrakı en güzel şekilde yansıtabilecek bir özellik kazanmıştır.

Türk Dinî Mûsıkîsi bir çok kaynakta "câmi" ve "Tekke Mûsıkîsi" olarak ikiye ayrılmıştır. Yukarıda da belirtildiği gibi câmi ve minare gibi ibâdet yerlerinde yapılan icrâlara müzik aletleri eşlik etmez. Bunların arasında, ezan, Salât ve salavât, mirâciye, mevlid, ilâhi ve durak sayılabilir. Oysa, bir çok tekkede, meydanlarda âyin ve diğer ibâdet şekillerinde müzik aletleri kullanılmıştır. Câmi Mûsıkîsine ait formlar tekke ve meydanlarda kullanılmıştır. Bu gelişmeler sonucunda Türk dinî mûsîkî repertuvarı oldukça genişlemiş ve ibâdetin ayrılmaz bir parçası olarak inanç içinde yerini almıştır. Günümüzde Tasavvufî Türk Müziği'ni iki başlık altında tasnif edebiliriz:

3.2.1. TASAVVUFÎ SANAT MÜZİĞİ

Makamsal olan bu müzik türü özellikle "Mevlevîlik", "Halvetîlik" ve "Gülşenîlik" gibi tarikatlerde yer almıştır. Bunlardan başka, "Kadirîlik, Rufaîlik, Bedevîlik, Şazelîlik, Sadîlik" gibi tarikatlerde de ayni müzik türü daha sade çalgılar (özellikle vurmalı çalgılardan el ile çalınan kudüm, zilsiz def, deblek - ya da düblek -) kullanılarak İcrâ edilmiştir. Bu tarikatlar ve bunların yaşandığı tekkelerde kullanılan Tasavvufî Sanat Müziği'nin bütün özellikleri Geleneksel Sanat Müziği ile örtüşür. Mevlevîlikte çalgıları çalan özel topluluğa "mutrîb Heyeti" ya da "Mutrîban" denilir. Tören ya da Tasavvufi bir ritüel olan toplantılarında "Zikir" ve "Semâ" mutlaka yer almaktadır. Tekkelerde Semâ yapılan özel yerlere "Semâhane" denmiş ve Semâ yapanları da "Semâzen" olarak adlandırmışlardır. İslâm inancındaki tasavvuf boyutunun kent kesiminde yer alan bu tarikatlarda geleneksel olarak yaşamış ve bu inançlarda yer almış bulunan Tasavvufî Sanat Müziği'nin türlerini şöyle sıralayabiliriz: Gülbang (aslında Yeniçeriler'de ve Bektaşî erkânlarında yer alan müziksiz bir duadır.), Durak, Na't, Taksim, İlk Peşrev, Âyin-i Şerif, Son Peşrev, Yürük Semâi, Semâ.

3.2.2. TASAVVUFÎ HALK MÜZİĞİ

Bu müzik türünde nefesler, Tasavvufî Halk Müziği ürünlerinin en belirgin türüdür. Genellikle bir oktavlık ses genişliği içinde seyreden melodilerden oluşabildiği gibi, bir oktavı aşan ve zengin makam usul özellikleri de gösteren bir türdür. Sipsi, mey, zurna, kemane gibi halk müziği çalgıları bu müzik türünde yer almamıştır. Bunun nedenlerini şöyle sıralayabiliriz: Öncelikli bir ibâdet biçimi olan "Âyn-ül Cem"lerle asıl amaç müzik yapmak ve eğlenmek olmayıp, birlik ve beraberlik içinde Hakka yaklaşmak; Allah, Resulullah ve Ehl-i Beyt'in sevgisini kazanmak üzere erkân ve adabı içinde nefes söyleyip Semâh etmektir. Âyn-ül Cem erkânlarında insan sesi ve sözü doğal olarak daima ön planda olmaktadır. Ata yadigarı olan "kopuz" ve onun Anadolu'daki devamı olan "bağlama" meydanlarda daima yer almıştır. Orta Asya'da varlığını sürdüren kopuz, Anadolu'ya ve Balkanlar'a gelirken, Korkut Atalar'ın yerine Alevi Dedeleri'nin, Bektaşî Canları'nın dizlerinde yer alarak Âyn-ül Cem meydanlarına girebilmiştir. Diğer halk sazlarının bu meydanlara giremeyişlerinin en makul sebeplerinden biri bu olmalıdır. Trakya'da Seyyid Ali Sultan kolu olarak bilinen Edirne civarı köy Bektaşîleri geleneklerine uygun olarak "zakir" adı verilen ve bağlama çalıp nefesleri söyleyen en az iki kişiyi muhabbetlerinde daima bulundurmaktadırlar. Kırklareli ve Tekirdağ'ın Bektaşî köylerinde de durum aynı olup, bağlama çalan kişiler meydanlarda babaların ve dedelerin hemen yanıbaşında yer almakta ve bu kişilere çok önem verilmektedir. Antalya'nın Elmalı ilçesi ve civarındaki Abdal Musa Sultan Bektaşîleri'nin cemlerinde de "Güvende" adı verilen, Semâh ve nefesleri çalıp söyleyen bir grup daima bulunmaktadır. Tasavvufî şiirlerin bazılarında "saz" ve "saz çalmak" ifadeleri yer almaktadır:

Hüsnü Baba eyler candan niyazı
Dem sunsun sakiler kılsınlar bazı
Okunsun nefesler çalsınlar sazı
Ali'nin doğduğu eyyam bu demdir

Bir başka örnek şair Sulhî'den:

Hakktan bize her dem hidayet olur
Muhammed Ali'den inayet olur
Saz çalsak Allah'a ibâdet olur
Davud Peygamberden rebabımız var


Tasavvufî Halk Edebiyatı, Türk Halk Edebiyatı'nın bir dalı olduğu gibi, Tasavvufî Halk Müziği de Türk Halk Müziği'nin bir dalıdır. Türk Halk Müziği'nde türkü ne kadar yaygın bir tür ise Tasavvufî Halk Müziği'nde nefes de o kadar yaygındır. Halk şiiri olarak türkülerin yapısı ile nefeslerin yapısı arasında büyük bir benzerlik mevcuttur. Hemen hemen bütün türkülerde, söz ve müzik unsuru anonimdir. Nefeslerin şiirlerinin yaratıcıları bellidir ve en son dörtlükte (şah beyitinde) mahlasının veya isminin geçmesi, en belirgin farklılık olarak göze çarpar.

Hem türkülerin ve hem de nefeslerin müziği anonim olup, yaratıcıları bilinmemektedir. Bazı eserler, Türk Sanat Müziği (TSM) ile Türk Halk Müziği (THM) arasında bir köprü vazifesi görmektedirler. Tıpkı klasik Rumeli Türküleri'nin TSM'nin örneklerine yakınlığı gibi...

Hacı Bektaş Velî'nin feyizli pınarından yetişerek, millî kültürün halka anlatılabilmesi için eğitilmiş ozanlar çok defa elde saz, başta külâh, köy köy, kent kent, dolaşıp halkı etkilemekteydiler.

Türkçe Tasavvufî şiirlerle Anadolu'da halkın karşısına ilk çıkan Yunus Emre olmuştur. Yunus'un içten ve duygulu sözleri, Türk insanını çok derinden etkilemiştir. Bir şiirinde O da zamanında yaygın olan ve Türklerin en köklü sazlarından "kopuz" için şunları söylemiştir:

Ben oruç namaz içün
Sücü içdüm esirdüm
Tesbih-ü seccadeyçün
Dinledim çeşte kobuz

Yunus'un ardından Kaygusuz'lar, Sait Emre'ler birbirini düzenli bir biçimde izlediler. Bunlar millî vezni kullanarak, çok sade bir dille şiirler söylemekteydiler. Halk kendi diliyle söylenen bu şiirleri candan benimsedi. Bir nevi tasavvuf okulu olan bu okula Bektaşîlik de denmektedir. Günümüzde de Bektaşî-Alevi inanç ve törenlerinde yaygın olarak kullanılan müzik türlerini genel olarak şu şekilde sıralayabiliriz: Nefes (düvaz, methiye, nevruziye, mersiye, şahtiye- şathiyat-ı sofiyane-devriye, gazel, koşma gazel, destan, Semâh nefesi, kalenderî Ali mevlidi, ilâhi)

Sonuç olarak yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı gibi tarihi ve inançlar yönüyle büyük önem arz eden Anadolu coğrafyasında yaşamış ve yaşamakta olan insanların din ve inanç sistemlerindeki zenginlik ve değişkenlik bu topraklarda adeta "inanç pınarları" oluşturmuştur. Kaynakları farklı yerlerde de olsa bu pınarlar, çeşitli kollarla Anadolu'ya akmış, ya birbirine karışıp kaynaşmış ya da yan yana akmaya devam etmiş ve bu pınarlar büyük bir deryada buluşmaya gitmektedir. Birbirinden farklı ya da birbirine büyük bir deryada buluşmaya gitmektedir. Birbirinden farklı ya da birbirine çok yakın olan bu inançlar, yukarıda açıklandığı gibi bünyesinde müziği daima bulundurmuşlar ve müzik işlevsel olarak bu inançlarda daima yer almış ve almaya devam etmektedir.

Her din, mezhep ve inanç kültü, hatta bunlarda kullanılan ezgiler birbirinden farklı olmasına rağmen bu din ve inanç sistemlerinin emrindeki şu yedi şey hepsinde ortaktır: Doğruluğun (Do)su, diğer altısı ise: Re, Mi, Fa, So, La, Si'dir. bu yedi ses, yaratıcıya varabilmek için oluşturulmuş bir merdivendir adeta. Ve hangi din ve inançtan olursa olsun dileyen herkes bu merdiveni kullanabilmektedir.

"ULUSLARARASI ANADOLU İNANÇLARI KONGRESİ BİLDİRİLERİ" 23-28 Ekim 2000

  Alıntı ile Cevapla
Yandaki üye(ler) bu mesajindan dolayi Mizraptele üyemize tesekkür ettiler
MEHMETDOST (23-10-2015)
Cevapla


Yetkileriniz
You may not post new threads
You may not post replies
You may not post attachments
You may not edit your posts

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Trackbacks are Açık
Pingbacks are Açık
Refbacks are Açık



Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 07:06 .
Telif Hakları vBulletin v3.8.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.

Modified by HAKANDOST

eXTReMe Tracker




Valid XHTML 1.0 Transitional


Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.1